2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşılıyoruz" />
2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşılıyoruz
2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşılıyoruz. Büyük tartışmalara ve karşı çıkışlara rağmen kabul edilen yeni sistem, hem öğretmenlerimizi hem de milyonlarca öğrenci ve aileyi yakından etkileyecektir. Bu sistem ihdas edilirken, ne sivil toplum örgütlerinin, ne konunun muhataplarının endişeleri dikkate alınmamış, uyarılar göz ardı edilmiş, ben bilirim anlayışı içinde hareket edilmiştir. Bu eğitim-öğretim yılı 4+4+4 sisteminin getirdiği birçok sorunla başlayacaktır.
YENİ SİSTEM EĞİTİMİ FELÇ ETTİ
Bu sistemle ilgili en önemli sorunlardan birisi okula başlama yaşının öne çekilmesidir. Okula başlama yaşının öne çekilmesi konusunda endişe yaşayan aileler, sağlık kuruluşlarının yolunu tutmuş, çocuklarına rapor almıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıklamasına göre, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında, okula yeni başlayan öğrenci sayısı 1 milyon 600 bin’dir. Bu konuda önemli uyarılar yapmamıza, kaygılarımızı sürekli dile getirmemize rağmen, yasayı ihdas edenler, umursamaz ve sorumsuzca davranmış, bildiklerini okumuştur. Farklı yaş gruplarını, farklı fiziki ve zihinsel gelişimdeki çocukları aynı dersliklere yerleştirmek, onların aynı anda öğrenmesini beklemek büyük bir insafsızlıktır ve bu tam bir garabet uygulamadır.
4+4+4 SİSTEMİ DERSLİK AÇIĞINI DAHA DA ARTIRDI
Bu yıl okula başlama yaşının öne çekilmesi sınıf mevcutlarını da artırmış, ilkokul birinci sınıflarda yığılma olmuştur. Ülkemizde derslik açığının büyük bir sorun olduğunu hepimiz bilmekteyiz. MEB verilerine göre; 2011-2012 eğitim-öğretim yılında derslik başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 30, ortaöğretimde 31’dir. Derslik başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilköğretimde 44, ortaöğretimde 38; Ankara’da ilköğretimde 34, ortaöğretimde 33; Bursa’da ilköğretimde 34, ortaöğretimde 36; Ağrı’da ilköğretimde 38, ortaöğretimde 32; Hakkari’de ilköğretimde 38, ortaöğretimde 50; Gaziantep’te ilköğretimde 43, ortaöğretimde 41; Şanlıurfa’da ilköğretimde 48, ortaöğretimde 38; Diyarbakır’da ilköğretimde 43, ortaöğretimde 45’dir. Geçen yıl bile bu kadar kalabalık sınıflar var iken, yeni sistemle birlikte sınıf mevcutları daha da artmışken, mevcut fiziki imkânlar ve öğrenci sayıları ile nasıl sağlıklı eğitim-öğretim verilecektir? Bu sistemle birlikte özellikle Büyükşehirlerde bazı okullarda sınıf mevcutları 70-80 kişi olmuştur. Bakanlık buna nasıl bir çözüm bulacaktır? Milli Eğitim Bakanlığı 11 bin 536 yeni derslik yapıldığını açıkladı. Eğitim-öğretimin ihtiyaçları ve ilkokula başlayan öğrenci sayısının arttığı düşünüldüğünde, 11 bin derslik hangi yaraya merhem olacaktır?
Öte yandan ikili öğretim yapan okullarda eğitimin başlama ve bitiş saatleri sancılı olacaktır. Ders saatlerinde artış yapıldığı için sabah dersler daha erken saatte başlayıp, akşam daha geç saatte bitecektir. Bu problem için de şu ana kadar üretilmiş bir çözüm yoktur. Şayet bir düzenleme yapılmazsa, sabah okula giden çocuklarımız kör karanlıkta yollara düşecek, öğlen okula giden çocuklarımız ise çok geç saatlerde evlerinde olacaktır.İlkokulların öğlenci olduğunu ve derslerinin 19:00-19:30 saatlerinde biteceğini göz önüne alırsak, minik öğrenciler ne zaman evde olacak, ne zaman yemeklerini yiyecek, ne zaman derslerini çalışacak, ne zaman kendilerine zaman ayıracak ve ne zaman uyuyacaktır? Çocukların yatağı servis köşeleri mi olacaktır? Bu sorunu aşmak için teneffüs saatlerinin kısaltılması da gündemdedir. Peki 1000-1500 öğrencisi olan bir okulda çocuklar 5 dakika içinde hangi ihtiyacını karşılayacaktır? Böylesine bir plansızlık örneği Cumhuriyet tarihinde görülmemiştir.
4+4+4 SİSTEMİ SINIF ÖĞRETMENLERİNİN FELAKETİ OLDU
Bugün geldiğimiz noktada bu sistem sınıf öğretmenleri için büyük bir felaket olmuştur. Bakan Dinçer’in açıklamasına göre 4+4+4 sistemi nedeniyle 42 bin sınıf öğretmeni norm kadro fazlası olmuştur.
Bu süreçte sendikamız defalarca Hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı uyarmış, sınıf öğretmenlerinin yüzde 20’sinin norm kadro fazlası olacağını dile getirmişti. Bakanlık ise ısrarla bir tane bile sınıf öğretmeninin mağdur olmayacağını söyleyerek, 5. sınıflara da sınıf öğretmenlerinin gireceğini iddia etmişti. Hükümete yakın sendika da bu konuda Bakanlığı desteklemişti. Bugün gelinen noktada sendikamızın ne kadar haklı olduğu görülmüştür.
Sınıf öğretmenleri öyle bir mağduriyet yaşamıştır ki, 10 Eylül tarihinde yapılan ilk atamalarda sınıf öğretmenlerine ayrılan kadro sayısı sadece 341’dir. Bu durumun önümüzdeki 4-5 yıl daha süreceğini öngörmekteyiz. Bakan şimdi ne yapacaktır? Sayın Bakan; hani bir tane sınıf öğretmeni mağdur olmayacaktı? Bunu nasıl telafi edeceksiniz? Mağdur bir kitle yaratmanın bedelini nasıl ödeyeceksiniz? İş bilmez, acemi ve tecrübesiz insanların milli eğitimi getirdiği nokta burasıdır. Öngörüsüz bir yaklaşım içinde olanlar, eğitimi kaosa ve bilinmezliğe sürüklemiştir. Üstelik sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olmasının nedeni değişen eğitim sistemidir. Bu noktada öğretmenlere sorumluluk yüklemek, bu sistemin bedelini öğretmenlere ödetmek doğru değildir.
2012 YILI SONUNA KADAR 50 BİN ÖĞRETMEN ATAMASI DAHA YAPILMALIDIR
Yeni sistem nedeniyle sınıf öğretmenleri norm kadro fazlası olurken, ikinci kademe eğitimin 3 yıldan 4 yıla çıkarılmasıyla daha fazla branş öğretmeni ihtiyacı doğmuştur. Öğretmen açığı sorunu çözümlenememişken, yeni sistemin daha fazla öğretmen ihtiyacına yol açması krizi daha da derinleştirmektedir. Dolayısıyla Hükümet bu konuda yeteri kadar branş öğretmeni atama sorumluluğu göstermelidir.
MEB verilerine göre 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16’dır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilköğretimde 26, ortaöğretimde 20; Gaziantep’te ilköğretimde 27, ortaöğretimde 22; Şanlıurfa’da ilköğretimde 32, ortaöğretimde 24; Şırnak’ta ilköğretimde 26, ortaöğretimde 22’dir. OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporunu incelediğimizde; öğretmen başına düşen öğrenci sayısında OECD ülkeleri ortalaması ilköğretimde 15.8, ortaöğretimde 13,8’dir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı Lüksemburg’da ilköğretimde 10.1, ortaöğretimde 9.1; Avusturya’da ilköğretimde 12.2, ortaöğretimde 9.6; İsveç’te ilköğretimde 11.7, ortaöğretimde 12.3; Almanya’da ilköğretimde 16.7, ortaöğretimde 14.4’tür. OECD ülkeleri baz alındığında ise ülkemizde öğretmen açığı ilköğretimde 140 bin 566; ortaöğretimde 40 bin 709 olmak üzere toplam 181 bin 275’dir. Öte yandan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer öğretmen açığının 138 bin 180 olduğunu açıklamıştır. Tüm bu rakamlar eğitimde ciddi bir öğretmen ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Buna karşın yapılan atamalar devede kulak kalmakta, ülkemizin öğretmen ihtiyacını ve atama bekleyen öğretmenlerin beklentilerini karşılamaya yetmemektedir. Bu nedenle 2012 yılı sonuna kadar 50 bin öğretmen ataması daha yapılmalıdır. 2012 yılında ataması yapılan öğretmen sayısı toplamda 100 bin’i geçmelidir. Ayrıca öğretmen atamalarında ciddi dengesizlikler vardır. Bazı branşlarda hiç öğretmen ataması yapılmamış, bazı branşlarda yapılan öğretmen ataması ise çok yetersiz sayıda olmuştur. Şunu da belirtmek isteriz ki; öğretmen atamalarını sadece yılda bir kez yapmak doğru değildir. Emekli olan, vefat eden, başka kurumlara geçen öğretmenler olabilmektedir.Hem bu tür olağanüstü durumları dikkate alarak, hem de atama bekleyen öğretmenlerin sayısının ve ülkemizin öğretmen ihtiyacının fazla olmasını göz önünde bulundurarak, yılda iki kez öğretmen ataması yapılması gerekmektedir.
ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİĞE SON VERİLMELİDİR
Milli Eğitim Bakanlığı ne yazık ki kadro tahsis edilmediğinde, öğretmen ihtiyacını ücretli öğretmenler aracılığıyla gidermektedir. Girdiği ders başına ücret alan bu öğretmenler, ayda 300-500 TL’ye çalıştırılmaktadır ve hiçbir güvenceye sahip değildir.
Hatta açık öğretim ve iki yıllık yüksek okul mezunları bile ücretli öğretmenlik yapabilmektedir. Bu da eğitimin kalitesini, verimini düşürmektedir. Bu nedenle Bakanlık ücretli öğretmenlik gibi çağ dışı bir yönteme başvuracağına, yeterli sayıda kadro tahsis edilmesi için tüm imkânlarını seferber etmelidir. Bakanlığın öğretmen açığını ve yeterli kadro tahsis edilmediğini gerekçe göstererek, ücretli öğretmen istihdam etmesi, ücretli öğretmenliği meşru zemine oturtma gayretinden kaynaklanmaktadır. Ücretli öğretmenlik uygulaması ivedilikle kaldırılmalı, tüm öğretmenler kadrolu olarak görev yapmalıdır.
ÖZÜR GRUBU TAYİNLERİ YILDA İKİ KEZ YAPILMALI, İL EMRİ GERİ GETİRİLMELİDİR
Özür grubu tayinleri ile ilgili sıkıntılar geçtiğimiz eğitim-öğretim yılına damga vurmuştur. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, göreve geldiği zaman Bakanlık Teşkilat Kanununu değiştirerek, özür grubu tayinlerini yılda bir kereye düşürdü. Bununla birlikte tayinler ile ilgili sıkıntılar da baş gösterdi.
Son olarak 4+4+4 sistemi ile birlikte norm kadro fazlalıklarının oluşması, özür grubu tayinlerini çıkmaza soktu. Bakanlığın özel sektör çalışanlarına tayin hakkı vermeyeceğini açıklaması, özel sektör çalışanlarına ikinci sınıf insan muamelesi yapması tansiyonu daha da artırdı. Bu süreçte Bakan Dinçer’in yer değiştirmek isteyen öğretmen sayıları ile ilgili verdiği rakamlar da çok abartılıydı. Kamuoyu bilinçli olarak yanlış yönlendirilerek, sanki çok sayıda öğretmen yer değiştirmek istiyor ve bu nedenle öğrenciler mağdur olacak gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Sonuç olarak yaptığımız etkili eylemler ve kamuoyu baskısı üzerine Bakan Ömer Dinçer bu tayinlerin bir kısmını yapmak zorunda kaldı. MEB özür grubu tayini bekleyen ve yer değiştirme şartlarını taşıyan 26 bin kişinin başvurusunu kabul etmiş, 19 bin kişinin yer değiştirmesini tamamlamıştır. 7 bin kişinin tayini ise hala yapılmamıştır. Bakan Sivas’ın doğusuna gitmek isteyen herkesi göndereceğini taahhüt etmiştir. Peki, Sivas’ın batısına gitmek isteyenlerin durumu ne olacaktır? Bakanlık bölge, il ayrımı yapmadan, tüm özür grubu mağdurlarının tayinini gerçekleştirmelidir. Ailelerine kavuşmayı bekleyen, çocuklarının kokusuna hasret kalan, sağlık sorunları nedeniyle ailesiyle bir arada olmaya çabalayan öğretmenlerimiz daha fazla mağdur edilmemelidir. Bu noktada önümüzdeki yıllarda bu tür sorunlar yaşanmaması ve öğretmenlerin perişan edilmemesi için özür grubu tayinleri yılda iki kere yapılmalı ve il-ilçe emri geri getirilmelidir. Bakanlık bu konuda öğretmenlerle bir inatlaşma içinde girmemeli, öğretmenleri düşman olarak görmemelidir.
Diğer yandan Bakan Dinçer’in norm kadro fazlası öğretmenler üzerinden maliyet hesabı yapması da manidardır. Bakan’ın eğitimin geleceğini ilgilendiren bir konuda böylesine hesap kitap yapması öğretmenlerimizi son derece rahatsız etmiştir. Bakan Dinçer’in özür grubu ataması konusundan duyduğu sıkıntı ve üzüntü nedeniyle bazen kalp krizi geçirecek noktaya geldiğini söylemesi de çok dokunaklı (!) olmuştur. Bu sıkıntıyı yaratan Bakan’ın bizzat kendisidir. Dolayısıyla Bakan değil, öğretmenler yaşadıkları acı ve ızdıraptan dolayı kalp krizi geçirecek noktaya gelmiştir. Aileleri parçalayan, sağlık özrü mağdurlarının acılarına kulak vermeyen, öğrenim özrünü özür grubu tayinleri arasından çıkararak, öğretmenlerin kendini geliştirmesini istemeyen bir Milli Eğitim Bakanlığı bugün eğitimi bataklığa sokmuştur.
OKUL ÖNCESİNDE OKULLAŞMA ORANLARI DÜŞECEK
2011-2012 eğitim-öğretim yılında okullaşma oranları okul öncesinde yüzde 3-5 yaş yüzde 30,87, 4-5 yaş yüzde 44,04; ilköğretimde yüzde 98,67, ortaöğretimde yüzde 67,37’dir. Okullaşma oranları okul öncesinde 4-5 yaş grubunda kızlarda yüzde 43,50, erkeklerde yüzde 44,56; ilköğretimde kızlarda yüzde 98,56, erkeklerde yüzde 98,77; ortaöğretimde kızlarda yüzde 66,14, erkeklerde yüzde 68,53’tür. Ülkemizde okullaşma oranlarının yeterli olmadığı görülmektedir. Özellikle okul öncesi eğitimde ve ortaöğretimde okullaşma oranları çok azdır. Okul öncesi eğitimde yeni yeni atılım yapan ülkemizde, okul öncesi eğitimin zorunlu olmaktan çıkarılması, bu alanda geriye bir gidişe neden olacaktır.
Ailelerin çocuklarını okula gönderme noktasında esnek bırakılması, okul öncesi eğitime ilgiyi azaltacaktır. Türkiye’nin okul öncesi eğitimde uzun yıllarda aldığı mesafeyi ne yazık ki çok kısa sürede kaybedecek olması acıdır. Ayrıca açık liseye kayıt için öngörülen 18 yaş şartı kaldırılmıştır. Bilindiği gibi Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı bu konuda farklı açıklamalar yapmış, ancak bugün geldiğimiz noktada Başbakan’ın açıklamasının esas alındığı görülmüştür. Sayın Bakan açıklamasının arkasında duramamıştır. Bu durumda ailelerin bir kısmı çocuklarını okula göndermeyecek, onların okul havası solumalarına izin vermeyecek, çocuklarını yüz yüze eğitimden mahrum bırakacaktır. Bu da liselerde okullaşma oranlarının bir hayli düşmesine, özellikle kız çocuklarının eve kapatılmasına, çocuk işçiliğinin artmasına neden olacaktır. Kısacası eğitimde yeni bir facia kapıdadır.
EĞİTİM ÇALIŞANLARI DÜNYADAKİ MESLEKTAŞLARINA GÖRE DAHA AZ KAZANIYOR. ÜLKEMİZDE ÖĞRETMENLER YILDA 11 BİN 800 İLE 13 BİN 800 DOLAR ARASINDA MAAŞ ALIYOR
Eğitimcilerin sosyo-ekonomik durumları da içler acısıdır. Dünyadaki meslektaşlarına göre çok daha az kazanan eğitim çalışanları, ay sonunu getirmekte zorlanmakta; bu nedenle ek iş yapmaktadır. OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporuna göre; Türkiye’de öğretmenlerin yıllık toplam çalışma saati 1816 iken, OECD ülkelerinin ortalaması 1678 saattir. Buna rağmen ülkemizde öğretmenlerin aldığı ücretler dünyadaki meslektaşlarına oranla daha düşüktür. OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporunu göz önüne aldığımızda, OECD ülkeleri ortalamasına göre ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 28 bin 523 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 45 bin 100 dolar kazanmaktadır. Kanada’da da ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 34 bin 443 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 54 bin 978 dolar; Danimarka’da ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 43 bin 393 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 50 bin 253 dolar; İngiltere’de ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 30 bin 204 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 44 bin 145 dolar kazanmaktadır. Aynı raporda Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yılda 23 bin 130 dolar, en üst derecedeki bir öğretmenin yılda 26 bin 587 dolar kazandığı belirtilmektedir. Ancak bu rakamlar satın alma gücü paritesine göre hesaplanmıştır. Dolayısıyla ülkemizde öğretmenlerin eline geçen ücretler bu şekilde değildir. Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişmektedir.
Türkiye’de öğretmen maaşları düşük olmasına rağmen, ülkeyi yönetenler, öğretmen maaşlarının fazla olduğuna dair kamuoyunu yanıltıcı bilgiler vermektedir. Öğretmenlerin az çalışıp, çok maaş aldığını dillendirenler, üç kuruşluk ek ders ücretlerini malzeme konusu yapanlar öğretmenler ile diğer kamu görevlilerini karşı karşıya getirmek istemektedir. Oysa bugüne kadar öğretmenlere hiçbir iyileştirme yapılmadığı gibi, ek ödemelerine de artış yapılmamış, öğretmen maaşları bugün kamudaki en düşük memur maaşı seviyesine gerilemiştir. Sadece öğretmenler değil, hizmetlisi, memuru, teknisyeni, daktilografı kısacası tüm eğitim çalışanları maddi ve sosyal yönden ihmal edilmiştir. Yüzde 4+4 zam oranına mahkûm edilen eğitim çalışanları yıldan yıla yoksullaşmaktadır. Kredi kartıyla ayakta duran, borç üstüne borç yapan, hatta borçları dolayısıyla maaşına haciz gelen eğitim çalışanlarının Maliye Bakanlığı’nın insafına bırakılması çok acıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim çalışanlarının hakları için hiçbir şey yapmadığını görmek ise üzüntü vericidir. Görüldüğü üzere 2012-2013 eğitim-öğretim yılı büyük sıkıntılarla başlamaktadır. Yeni dönemde eğitimde ciddi kazaların yaşanmaması en büyük temennimizdir. Bu vesileyle; tüm eğitim çalışanlarımızın yeni eğitim-öğretim yılını tebrik ediyor, öğrencilerimize başarılar diliyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.