Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un, 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılının ilk yarıyılının sona ermesi dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un, 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılının ilk yarıyılının sona ermesi dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır.
2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılının ilk yarıyılı sona eriyor. Her eğitim-öğretim yılı başında eğitimin sorunlarını, eksiklerini tespit ediyor ve kamuoyuna duyuruyoruz. Ne yazık ki tüm uyarılarımıza rağmen her yıl yine benzer manzaralarla karşı karşıya kalıyoruz. Öğretmen açığı, ücretli öğretmen istihdamı, derslik açığı, okullarda alt yapı yetersizlikleri, araç-gereç ihtiyacı eğitimin öncelikli sorunlarındandır.
Torpilli yapılan yönetici atamaları eğitimin kalitesini düşürmüştür. Siyasetin eli Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerindedir. Uygulanmayan mahkeme kararları ile hukuk iğdiş edilmiştir. Müfredat tartışmaları son sürat devam etmektedir. MEB yeni müfredatı taslak olarak kamuoyuna açıklamış, paydaşların katkılarını beklemektedir. Tabi burada en önemli husus, daha iyiye ulaşmak için eleştirilerin göz ardı edilmemesidir.
Sözleşmeli ve mülakatlı öğretmen alımı ile alın teri, emek göz ardı edilmekte, mülakat komisyonlarının sübjektif değerlendirmeleri ile haksızlık yapılmakta, torpil meşru zemine oturtulmakta, güvencesiz öğretmen profili oluşturulmakta, biat kültürü ön plana çıkarılmaktadır.
Ailelerin bir kısmı hala birleştirilememiştir, eşler, çocuklar birbirinden ayrı yaşamaktadır. Performans sistemi getirilmesi için çalışma yapılarak, sözüm ona kamuda verimliliği sağlamak hedeflenmektedir. Bize göre asıl amaç, kamu çalışanlarının, öğretmenlerin iş güvencesini elinden almaktır.
Diplomaya bağlı alan değişikliği ile ilgili sona gelindiği ifade edilse de, kamuoyuna resmi ağızlardan bir açıklama yapılmamıştır. Dolayısıyla öğretmenlerin tedirgin bekleyişi sürmektedir.
4+4+4 sisteminin açtığı derin yaralar kapatılamamıştır. Nitekim bu sistemin istenen hedefleri gerçekleştiremediği MEB tarafından görüşmüştür ki şu anda 5’inci sınıfların hazırlık sınıfı yapılması gibi yeni çalışmalar tartışılmaktadır.
2017 yılı Türkiye’sinde hala eğitimde sistem tartışması yapıyoruz; üniversite sınavının, liselere girişin nasıl olması gerektiği hakkında ihtiyacı karşılayacak sistemi bulamamış ve nasıl bir uygulama gerektiği hakkında fikir yürütüyoruz. Son olarak LYS’de açık uçlu sorular sorulacağı açıklanmıştır. Açık uçlu soruların hangi sonuçları doğuracağını, bu şekilde sağlam bir ölçme-değerlendirme yapılıp, yapılamayacağını bile bilmiyoruz. Kısacası eğitim sistemine adeta deneme-yanılma yöntemiyle karar veriyoruz.
İşte bu ve bunlar gibi birçok sorun, 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılının ilk yarıyılına damga vurmuştur.
Torpilli yapılan yönetici atamaları: Ülkemizde ne yazık ki sağlam bir yönetici atama sistemi oluşturulamamıştır. Okul yöneticiliğinde kabiliyet, bilgi, donanım bir kenara atılmış; mülakat sistemi getirilerek, liyakat hiçe sayılmıştır. Böylece okul müdürü olmak için torpil arama dönemi başlamıştır. Yandaş sendika üyesi değilseniz, ağzınızla kuş tutsanız da okul müdürü olamıyorsunuz. Bundan büyük bir yanlış var mı? Aynı zamanda bu durum ne yazık ki insanların sırtını siyasete, birtakım vakıflara, cemiyetlere yaslaması anlayışını da ortaya çıkarmaktadır. İnsanlar bilgisini artırmak yerine, bu tür yapılardan torpil bularak okul yöneticisi olmaya çabalamaktadır. Oysa şu unutulmamalıdır ki; torpilin pirim yaptığı bir düzen eğitim açısından hiç kimseye hiçbir fayda sağlamaz.
Bilindiği gibi haksız, hukuksuz yere görevden alınan okul yöneticileri dava açmıştır. Bu davaların bir kısmı okul yöneticilerinin lehine sonuçlanmış, bir kısmı da hala devam etmektedir. Bazı yöneticiler mahkeme kararına rağmen görevlerine döndürülmemektedir. Türk Eğitim-Sen, bununla ilgili de yargıda hak arama mücadelesini sürdürmektedir.
Daha önce şube müdürlüğü atamalarında yazılı sınav sonuçları es geçilmiş, sadece mülakat sonuçları dikkate alınmıştır. Bunun üzerine sendikamız sadece mülakat sonuçlarına göre yapılan şube müdürlüğü atamalarının iptal edilmesi için yargıya başvurmuş, yargı da lehimizde karar vermiştir. Buna rağmen MEB yargı kararlarına uymamıştır. MEB’in yargı kararlarına uyması eğitimimizin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu minvalde bir kez daha tekrarlamakta fayda görüyoruz: Kaliteli, sağlıklı, başarılı, PISA’da ya da başka uluslararası öğrenci değerlendirme programlarında olumlu yönde fark yaratan bir eğitim sistemi arzu ediyorsak, öncelikle yönetici atama sistemimizi kariyer ve liyakate uygun şekilde hukuk üzerine kurulu hale getirmek zorundayız.
Sözleşmeli, mülakatlı öğretmen alımı: 2011 yılında kaldırılan sözleşmeli öğretmenlik alımı geri getirilmiş, üstelik bu kez bir de mülakat öğretmenlerin önüne konulmuştur. Sözleşmeli öğretmenlerin en büyük sorunu 6 yıl boyunca hiçbir yere kıpırdayamayacak olmalarıdır. Sözleşmeli öğretmenlere ‘4 yıl sözleşmeli çalışacaksın, performansa göre kadroya alacağız, 2 yıl da kadrolu çalışacaksın, toplam 6 yıl sonra tayin isteyeceksin’ demek çok büyük bir haksızlıktır. Dolayısıyla sözleşmelilerin özlük hakları savunulduğu gibi kadrolu öğretmenlerle aynı değildir. Sözleşmeli öğretmenlik; insanları iş güvencesiz çalıştırmaktır, öğretmen üzerinde baskı kurmaktır, köle pazarına adam bulmaktır.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez öğretmenler mülakatla atanmaya başlamıştır. ‘Nitelikli öğretmen alacağız’ diye yola çıkanlar, maalesef nitelikli torpil dönemini başlatmıştır. Oysa; mülakat ne nitelikli öğretmen atama sonucunu doğurur ne de öğretmenlerin Fetö ya da PKK v.b. terör örgütlerine üye olup olmadığını ortaya çıkarır. 3 kişiden oluşan bir komisyon 3 dakikada hangi ferasetle bir öğretmenin niteliğini ölçebilir ki? Dolayısıyla mülakatla nitelikli öğretmen alımının hedeflendiğine ilişkin açıklamalar tamamen gerçek dışıdır. Öğretmenlerin niteliği zaten KPSS ve Öğretmen Alan Bilgisi Sınavı ile ölçülmekteydi. Ayrıca bunların yanı sıra öğretmenlerin adaylıklarının kaldırılması için performans değerlendirmeleri yapılıyor; bu kapsamda yazılı ve sözlü sınava da giriyorlar.
Şu anki sözleşmeli ve mülakat sisteminde ise KPSS puanının etkisi azaltıldı. KPSS’de 50 ve üzerinde puan alan öğretmenler mülakata başvurabiliyor, en yüksek KPSS puanına sahip 3 katı aday sözlü sınava alınıyor. Bu durum da elbette kaliteyi düşüren bir uygulamadır.
Üstelik mülakatlarda ciddi haksızlıklar yaşanmaktadır. Eylül ayında yapılan sözleşmeli öğretmen alımlarında KPSS’den 97 puan alan bir kişiye mülakatta 47 puan verilmiştir. Niteliği bu şekilde mi ölçeceksiniz?
Mülakat sübjektif bir yöntem olduğu için istediğiniz kadar adil bir mülakat yaptığınızı iddia edin, yine de adil olamazsınız. Hem Ankara hem İstanbul’da aynı puanı alan iki öğretmen düşünün. Ankara’daki komisyon üyeleri öğretmene 100 tam puan verirken, İstanbul’daki komisyon üyeleri 95 puan verebilir. Dolayısıyla KPSS’den aynı puanı almalarına rağmen Ankara’daki öğretmen, İstanbul’daki öğretmenin önüne geçebilir. Hal böyleyken mülakat sistemi asla ve asla doğru sonuç vermeyecektir. Bu durumda Bakan Yılmaz’ın ‘Sözleşmeli öğretmenlikte kimseyi mağdur etmedik’ şeklindeki açıklaması gerçeği yansıtmamaktadır. Bir defa mülakat uygulamasının kendisi bile başlı başına eşitsizlik ve mağduriyet yaratmaktadır. Bu minvalde yukarıda da söz ettiğimiz gibi sözleşmeli ve mülakatlı öğretmen alımında hak gaspları yaşanmış, mülakat komisyonlarının KPSS’den aynı puanı alan öğretmenleri bile değerlendirme usulleri farklı olmuştur. Dolayısıyla Bakan Yılmaz belki farkına varamamıştır ama bu uygulama öğretmenlerimizi mağdur etmiştir.
Bu nedenle sendikamız sözleşmeli ve mülakatlı öğretmen alımının iptali için dava açmıştır. Yargının haksızlıklarla dolu, öğretmenleri bölük pörçük eden, çalıma barışını bozan bu öğretmen istihdamı ile ilgili vereceği kararı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Öğretmen atamaları: 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılına öğretmen ihtiyacı ile başladık. Fetö soruşturmasıyla birlikte açığa alınan ya da meslekten ihraç edilen öğretmenler nedeniyle zaten var olan öğretmen açığı daha da arttı. MEB Ekim ayında 18 bin 506 öğretmen ataması yaptı. Ancak bu atamalar elbette devede kulak kaldı. Öte yandan MEB, norm kadro fazlası öğretmenleri okullarda görevlendirdi. Ancak bu da öğretmen ihtiyacının giderilmesine çözüm olmadı. Bakan Yılmaz, son yaptığı açıklamada ülkemizin net 96 bin 68 öğretmen ihtiyacı olduğunu açıkça belirtmiştir. Üstelik ülkemizde 70 bin civarında ücretli öğretmen görev yapmaktadır. MEB’i yönetenler ücretli öğretmenlerle eğitim-öğretimde başarı yakalamayı düşünüyorsa, bu konuda çok yanıldıklarını söylememiz gerekir.
Öte yandan atama bekleyen öğretmenler Şubat ayında alım yapılması yönünde bir beklenti içine girmiştir. 2017 yılı içindeki 60 bin sözleşmeli memur kadrosunun yarısının MEB’e tahsis edileceği, Şubat ayında 10 bin atama yapılacağı söylense de, 2017 yılında ne kadar atama yapılacağı, Şubat’ta atama olup, olmayacağı, Şubat’ta atama olursa nasıl, ne şekilde yapılacağı konusunda yetkili ağızlardan henüz bir açıklama yapılmamıştır.
Kulağımıza gelen bilgilere göre ise Maliye Bakanı Naci Ağbal Şubat’ta atama yapılmasına karşıdır. Şayet bu bilgi doğruysa, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın yapması gereken sadece talep etmek değil; Şubat’ta atama yapılması için Maliye Bakanlığı’na bastırmaktır, diretmektir. Bakan Yılmaz, bu konuda Başbakan ve Maliye Bakanı’na durumu çok net anlatmalı, öğretmen açığının ülkemizi getirdiği nokta konusunda bilgilendirmeli ve ısrarla atama talep etmelidir. Maliye Bakanlığı işi yokuşa sürmemelidir, atama yapılmaması için bahaneler arkasına sığınmamalıdır. Üstelik dağılım yapmak çok zor bir iş değildir. Bu atamalar Şubat’a yetişebilir. Atama sayısı da asla 10 bin gibi komik bir rakam olmamalıdır.
Türk Eğitim-Sen olarak; 2017 yılı için talebimiz bellidir. Biz, Şubat ayında en az 30 bin atama yapılmasını, 2017 yılının sonuna kadar da öğretmen atama sayısının 100 bine ulaşmasını talep ediyoruz. Ayrıca öğretmen alımları asla ve asla sözleşmeli ve mülakatlı olmamalı, tüm öğretmenlerimiz kadrolu olarak atanmalıdır.
Rotasyon: Bilindiği gibi MEB, rotasyon uygulamasından 2015 yılının Ağustos ayında vazgeçmişti. Ancak geçtiğimiz aylarda Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz rotasyonu getireceklerini açıklamıştı.
Sendikamızın şiddetle karşı çıktığı rotasyon uygulamasının fayda getirmeyeceğini, aksine büyük bir öğretmen göçünü başlatacağını; şu an itibariyle rotasyonun il içi mi il dışı mı yapılacağının belli olmadığını, il içi olsa bile önümüzdeki yıllarda MEB’in ‘iller arası rotasyon yapacağız’ diyebileceğini, rotasyonun merkeze gelmenin yolu olarak görülemeyeceğini, yer değişikliğinin ilçe grupları arasında yapılacağını söylemiştik.
Hatırlarsanız 2015 yılının Ağustos ayında vazgeçilen rotasyon uygulamasına göre; Ankara'ya neredeyse bitişik olan Kazan ilçesinde görev yapan bir öğretmen 60 kilometre uzaklıktaki Çamlıdere ilçesine gitmek zorunda kalabilecekti. Nallıhan ilçesinde görev yapan bir öğretmen de 92 km uzaklıktaki Güdül'e ya da Polatlı'da görev yapan bir öğretmen 129 km uzaklıktaki Bala ilçesine gitmek durumuyla karşı karşıya kalabilecekti.
Dolayısıyla rotasyon sanıldığı gibi öğretmenlerin merkez okullara gelmesi sonucunu doğurmayacak, aksine öğretmenler sadece ilçe grupları arasında yer değişikliği yapabilecektir. Yani Nallıhan’daki öğretmen Çankaya’ya gelemeyecektir. Hatta Bakanlık, rotasyona il içi ile başlayıp, ileriki yıllarda il dışı rotasyon da yapacağız diyebilir. O halde ne olacaktır?
Tüm bunların yanı sıra rotasyon, öğretmenlerin önemli haklarından bir tanesi olan, zorunlu hizmet görevini tamamladıktan sonra bulunduğu okulda istediği kadar çalışma hakkını da elinden almaktadır. Öte yandan öğrenci profilinin de her yıl değiştiği göz önüne alındığında şu anki sistemin işletme körlüğüne yol açtığı iddiaları gerçek dışıdır.
Şunu da bir kez daha dile getirmek istiyoruz: Elbette Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, mahrumiyet bölgelerinde belirli bir çalışma süresini dolduran öğretmenlerin tayinleri mutlaka gerçekleştirilmelidir. Bu öğretmenlerimizi en temel haklarından mahrum edersek, eğitimde beklenen değişimi, dönüşümü, öğretmen başarısını, verimliliğini, huzurunu yakalamamız mümkün olmayacaktır.
Türk Eğitim-Sen olarak, dün ne diyorsak, bugün de aynı şeyi söylüyoruz: Rotasyon hiçbir şekilde fayda sağlamaz, aksine öğretmenlere ve ailelerine büyük zararlar verir. Dolayısıyla rotasyon uygulamasından vazgeçilmelidir.
Diplomaya bağlı alan değişikliği: Diplomaya bağlı alan değişikliği talebinin yerine getirilmesi konusunda çok sayıda girişimimiz olmuştur. MEB’e yazılı olarak başvuruda bulunduk, MEB yetkilileri ile yaptığımız görüşmelerde diplomaya bağlı alan değişikliği yapılmasını istedik. Bilindiği gibi diplomaya bağlı alan değişikliği yönetmelikte olmasına rağmen bir takvime bağlanmamıştır. Bu nedenle sendikamız bu eksik düzenleme nedeniyle dava açmıştı. Dava henüz sonuçlanmadı. Öte yandan bu konuyla ilgili getirdiğimiz teklifte “Tüm alan değişikliği taleplerini hemen yerine getirmeyin. Alan değişikliği taleplerini aşama aşama yerine getirin” demiştik. Şu anda diplomaya bağlı alan değişikliği ile ilgili bir çalışma olduğunu biliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, görüşmelerimizde, alan değişikliğinin yapılacağını belirtseler de hala kamuoyuna resmi bir açıklama yapılmadı. Bu konuda ne bekleniyor? Milli Eğitim Bakanlığı bu konuyu neden bu kadar uzatıyor? İnsanların başarılı, verimli, mutlu, huzurlu olabilecekleri alana geçmesi neden engelleniyor? Alan değişikliği bir sistemle, ihtiyaçlarımız doğrultusunda her yıl yapılmalıdır. Ancak bu şekilde talep tamamen ortadan kalkabilir. MEB’in artık bu işi daha fazla uzatmaması ve alan değişikliğini diplomaya bağlı yapması gerekmektedir.
Performans sistemi: Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz öğretmenlere performans sistemi getireceklerini açıklamıştır. Zira Hükümetin genel olarak kamuda performans sistemi üzerinde çalıştığını biliyoruz. Biz gerek Türkiye Kamu-Sen, gerekse Türk Eğitim-Sen olarak performans sistemine karşıyız. Ülkemizde performans sisteminin sübjektif yöntemlerle yapılacağını bildiğimizden, bu konuda sağlam, doğru, adil kriterler getirilmeyeceğinden birçok hak gaspına yol açacağını düşünüyoruz.
Performans da tıpkı mülakat gibi; kişisel ilişkileri, torpili, siyasi, ideolojik görüşleri esas almak demektir. Dolayısıyla performans sistemi eğitime fayda sağlamak yerine, adeta kaosa neden olacaktır. Üstelik başarı; aile, bölge imkânları, öğrenci düzeyleri gibi kriterlere endekslidir. Bir öğrenci özel ders alıyor, diğeri almıyorsa, ikisinin başarısının aynı olmasını bekleyemezsiniz. Bırakın bölgeler arası farklılıkları, aynı mahallenin okulları arasında bile derin uçurumlar bulunabilmektedir. Dolayısıyla siz bir öğretmenin performansına yüksek puan verip, veremeyeceğinizi nasıl anlayacaksınız? Sonuçta öğretmenler bir fabrikada parça başı iş üretmiyorlar, insan yetiştiriyorlar, onları bilgiyle donatıyorlar. Hal böyle olunca; performans gibi belli kriterlerle ölçülemeyecek bir uygulamayı öğretmenleri başarılı ve başarısız olarak kategorilendirmek için getiremezsiniz. Hele ki performansı cezalandırıcı bir mekanizma olarak öğretmenlerin önüne koyarsanız huzursuz, mutsuz öğretmenler ordusu oluşturursunuz.
Özür grubu tayinleri: 2016-2017 Eğitim-Öğretim yılı başlarken, iller arası tayin isteyen öğretmenlerimizin tayin talepleri gerçekleşmiş ancak Bakanlık ilçe emrini uygulamadığı için il içi tayin isteyen öğretmenlerimizin bir bölümünün tayin talepleri yerine getirilmemişti. Bu durum her fırsatta ailenin kutsallığını dilinden düşürmeyen hükümet yetkililerinin açıklamalarıyla çelişmektedir. Düşünün ki; bazı ilçeler arasında 150-200 kilometre vardır ve bu mesafe iki il arasındaki mesafeden daha fazladır. Dolayısıyla bu öğretmenler her gün o kadar kilometre gidip gelemeyeceklerine göre zorunlu olarak ailelerinden ayrı yaşamak zorunda kalmaktadır.
MEB’in ikinci yarı yılda ilçe emri getireceğini umut ediyorduk, hatta konuyla ilgili Bakanlığa yazı da yazdık. Buna rağmen MEB’in yayınladığı 2017 Ocak Ayı özür durumuna bağlı yer değiştirmelerinde ilçe emri uygulamasına yine yer verilmedi. Sadece boş kadro olan yerlere tayin talebinde bulunabildiler. Bu da elbette ki, özrü bulunan öğretmenlerimizin mağduriyetinin devam etmesine yol açacaktır. Bu minvalde Bakanlık, iller arasına il emri uygulaması yapmalı, il içi tayin taleplerine kayıtsız kalmamalı ve aileleri birleştirmelidir. Aklı, fikri eşinde, çocuğunda, evinde olan bir öğretmenin başarılı, iç huzura sahip olmasını bekleyemezsiniz.
MEB müfredat taslağı: Türkiye’de eğitimin yap-boz tahtasına döndüğünü zaman zaman dile getiriyoruz. Hatta bu eleştiriyi toplumun değişik kesimlerinden de duyuyoruz. Sık sık değiştirilen eğitim sistemi, reform adı altında sunulan bazı taslakların, uygulamaların aslında eğitimimizi daha da geriye götürdüğüne yıllar içinde şahitlik ediyoruz. Bunun en büyük örneğini de 4+4+4 sisteminde yaşadık.
Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı müfredatta bir düzenlemeye gidiyor. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, müfredat taslağını kamuoyunun görüşlerine sundu. Müfredata paydaşların görüşlerinin alınmasının ardından son şeklinin verileceği söyleniyor. Türk Eğitim-Sen olarak, müfredatın yenilenmesi, çağın şartlarına uygun düzenlenmesi, eğitimde başarı getirmesi, bilime öncülük etmesi gerektiğini dile getiriyoruz. Ancak bu noktada kaygımız, MEB’in toplumun görüşlerini alacağız demesine rağmen, yine kendi bildiğini okuyabilecek olmasıdır. Zira MEB daha önceleri de bazı taslakları paydaşların görüşlerine sunmuş ancak eleştirileri kulak ardı etmiş, tamamen ‘ben yaptım oldu’ anlayışıyla hareket etmiştir. Sendikamız müfredatı ayrıntılı incelemek üzere akademisyen ve öğretmenlerimizden oluşan bir komisyon kurmuş, bir çalıştay marifetiyle oluşturacağı görüşlerini en kısa zamanda MEB’e iletecektir. Bakalım MEB bu kez görüşlerimizi, eleştirilerimizi dikkate alacak mıdır?
Müfredat taslağı ile ilgili en büyük tartışma Atatürk konuları ile ilgili olmuştur. Yeni müfredatta sözde bir sendikanın T. C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin kaldırılmasına yönelik bir talebi vardı. MEB, Atatürkçülük konularının muhafaza edildiğini söyledi, hatta bu değerlerin sadece İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde değil, her vesile ile öğrencilere verilmesi gerektiğinin altını çizen bir açıklama yaptı. Bu açıklama doğrudur ve sevindiricidir. Demek ki bu konuda MEB belli bir yere gelmiş diye düşünebiliriz. Dileriz Bakanlık bu anlayışını muhafaza eden ve kendi ideolojik saplantılarını müfredata sızdırmak amacındaki yapıların etkisi altında kalmaz.
Atatürk döneminin, Atatürk ilke ve inkılaplarının, Cumhuriyet değerlerinin çocuklarımıza en iyi şekilde anlatılması çok önemlidir. Bilindiği Türk Eğitim-Sen Atatürkçü, milliyetçi, vatanına sadakatle bağlı insanlardan kurulmuş bir sendikadır. İlkemiz, önce ülkemiz düsturuyla hareket eden sendikamız, Atatürk ilke ve inkılaplarının, Atatürk’ün mirasının, kurduğu Cumhuriyetin, millet ve vatan sevgisinin, Atatürk ve silah arkadaşlarının yurdumuzu emperyalistlerden, işgalcilerden nasıl temizlediğinin anlatılmasının çok önemli olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Bu noktada Atatürk ile ilgili öğrencilere aktarılacak bilgiler azaltılmamalıdır.
Şunu da belirtmem gerekir ki, müfredattan daha önemli olan öğretmen yetiştirmektir. Eğitim fakülteleri sürecinden başlayan kaliteli öğretmen yetiştirme sistemimiz var mı? Atandıktan sonra öğretmenleri hizmet içi eğitimlerle çağın ihtiyaçlarına uygun donatıyor muyuz? Atadığınız öğretmenleri belirli periyodlarla sağlıklı bir hizmet içi eğitime tabi tutmazsanız, eğitimde kaliteyi, verimi sağlayamazsınız. Öte yandan bir diğer önemli husus da öğretmenlerin huzurlu kılınmasıdır. Siz en kamil müfredatı hazırlasanız da öğretmenlere kıymet vermiyorsanız, onları mutlu etmiyorsanız, itibarlarını artırmıyorsanız eğitimde başarı şansınız olmaz. Ayrıca okulların nasıl yönetildiği de eğitimde sağlanacak başarı için çok önemlidir. Okul müdürleriniz kabiliyetli mi? Sağlam bir yönetici atama sistemi oluşturdunuz mu? Okullarımız becerikli yöneticilerin elinde mi? Tüm bunlar müfredattan önce gelen ve acil tedbir alınması gereken hususlardır.
Şunları da ifade etmeliyim ki; müfredat konuları hem bilimsel, hem milli olmalı hem de geçmişteki müfredat hatalarından ders alınarak hazırlanmalıdır. Siyasi öncelikleri gündeme getiren değil, ülkemizin dünyayla yarışmasını sağlayacak, ilmi temelleri olan bir müfredat yapılmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.