MEMURLAR ARTAN REFAHTAN PAY ALMADI
Son üç yıllık ekonomik gelişmeler ve 2006 bütçesini değerlendiren Türkiye kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, "Aralık 2002 itibarı ile 375 milyon TL dolayında olan en düşük memur maaşı % 44,2 oranında artışla, 541 milyon TL'ye; 531 milyon TL olan ortalama memur maaşı da % 42'lik bir artışla 754,8 milyon TL'ye yükselmiştir
MEMURLAR ARTAN REFAHTAN PAY ALMADI
Son üç yıllık ekonomik gelişmeler ve 2006 bütçesini değerlendiren Türkiye kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, "Aralık 2002 itibarı ile 375 milyon TL dolayında olan en düşük memur maaşı % 44,2 oranında artışla, 541 milyon TL'ye; 531 milyon TL olan ortalama memur maaşı da % 42'lik bir artışla 754,8 milyon TL'ye yükselmiştir. Rakamları alt alta koyduğumuzda memur maaşlarının, ülke ekonomisinde yaşanan büyümeden hiç pay alamadığını, en düşük memur maaşının enflasyon karşısında ilerleme kaydedemediğini görüyoruz. Ortalama memur maaşı ise 3 yıllık sürede, ekonomide yaşanan bütün olumlu gelişmelere rağmen % 2,2 oranında erimiştir" dedi.
Akyıldız'ın açıklaması şöyle:
Geride bırakmak üzere olduğumuz yıl, tüm dünyada çalışanlar, dar gelirliler ve işsizler adına büyük güçlüklerle dolu geçti. Dileğimiz önümüzdeki yılın bu kesimler adına daha güzel, daha umut dolu geçmesinden yanadır.
Küresel güçlerin dünyadaki hakimiyet alanlarını genişletmesi ve tüm toplumlar üzerindeki etkisini artırması, 2006 yılının bir çok olumsuz gelişmeye gebe olduğunu göstermektedir.
Bizler, 2006 yılı için güzel temennilerde bulunurken, tüm gelişmeler ne yazık ki önümüzdeki yılın, bu kesimler açısından daha da zor geçeceğini işaret etmektedir.Geçtiğimiz dönemde yaşadığımız özelleştirmeler, işten çıkarmalar, yüksek işsizlik oranları ve geçim sıkıntısına rağmen, aynı ekonomik programın ısrarla uygulanmaya devam dilmesi; ekonomik gelişmelerin, milletimize olumlu yansıması yolundaki umudumuzu azaltmaktadır.
Değerli basın mensupları;
Küresel sermaye, dünyanın her yerinde siyasi ve ekonomik gelişmeleri kontrol altında tutmakta ve ekonomik programları yönlendirmektedir. Nitekim ülkemizde de özellikle son yıllarda uygulanmakta olan ekonomik programların tamamında küresel sermayenin etkilerini görmekteyiz. Bu doğrultuda hükümetin 2006 yılına ilişkin bütçe planı ve 3 yıllık mali programı incelendiğinde, bunların küresel sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlandığı izlenimi uyanmaktadır. Öncelikli olarak hükümetin uyguladığı programın, kamuoyuna duyurulan taraflarını gözden geçirmekte fayda bulmaktayız.
Açıklamalara göre, hükümetin ilk 3 yılında Gayri Safi Milli Hasıla büyümüş, enflasyon tek haneli rakamlara düşmüş, dış ticaret hacmi genişlemiştir. 2006 yılı ekonomik planında da yıllık büyümenin % 5 olacağı, kişi başına düşen milli gelirin 4981 dolara kadar çıkacağı ve enflasyondaki düşüşün devam ederek % 5 olarak gerçekleşeceği varsayılmaktadır.
Bu rakamlara baktığımızda, toz pembe bir tabloyla karşılaşmaktayız. Ancak; bir de madalyonun öbür yüzü var ki küresel sermayenin izlerini işte burada bulmak mümkündür.
Son 3 yılda enflasyon, Gayri Safi Milli Hasıla ve milli gelir konusunda bazı iyileşmeler görülmüştür. Ancak bu iyileşmeler, daha fazla işsizliği, dar gelirli, küçük esnaf, çiftçi, memur, işçi ve istihdam sağlayan üreticinin üstüne bir karabasan gibi çöken vergi artışlarını, dolaylı vergileri ve ek vergileri de beraberinde getirmiştir.
Yatırımlardaki daralma, tarihin en büyük tutarındaki borçlanma, bütçe açıkları, enflasyon karşısında ezilen emekli, dul, işçi ve memur ve gelir dağılımındaki adaletsizlik neticesinde artan terör olayları ve suçlar ile toplumda baş gösteren güvensizlik ve çözülme, bir anlamda geçtiğimiz yıllarda yaşanan, ancak hiçbir dar gelirlinin hissedemediği büyümenin de bedeli olarak karşımıza çıkmıştır.
Hükümet IMF'nin hiçbir sosyal tarafı olmayan politikalarını aynen uygulayarak ne 2001 yılındaki krizin nedenlerini yok edebilmiş, ne de vatandaş üzerinde krizin etkilerini ortadan kaldırabilmiştir.
Borçlanma, tüketim ve ithalattaki artış ne ekonomik anlamda ne de ticari anlamda bir başarı olarak kabul edilemez. Üstelik bu orandaki dış ticaret açığı, cari açık ve borçlanmayla, sıcak paranın ülkemizden çıkması ile dolar kurunda oluşacak ani bir artış sonucunda ülkemizin yeni bir krize girmeyeceğini de kimse iddia edemez. Yatırım harcamalarının kısıldığı, vergi oranlarının, dolaylı vergilerin ve istihdamdan alınan vergilerin sürekli artırıldığı bir ortamda, her şey yolunda gitse bile gelir dağılımı konusunda bozukluklar yaşanılması kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim uygulanan ekonomik programlar, ekonomide oluşan bu olumsuzlukların yükünü, vergisini peşin ödeyen ve vergi kaçırma ihtimali olmayan ücretlilere yıkmaktadır. Tüm dünyadaki gelişmelerin aksine, son 3 yılda dolaylı vergilerin oranının % 66'lardan
% 73'e yükselmiş olması, bütçenin yükünün ücretlilere yıkıldığının en açık göstergesidir.
Bu tür vergi uygulamaları, bir "Deli Dumrul" hikayesinde, bir de ortaçağ derebeylerinin tebaasına yaptığı zulümlerde mevcuttur.
Değerli basın mensupları;
2006 yılı programına göre yıllık büyümenin % 5 olması öngörülmektedir.
Dış ticaretin önümüzdeki yıl da 38,5 milyar dolar açık vermesi beklenmektedir.
İşsizlik oranı ile ilgili beklentilerin % 10 olması, uygulanan ekonomik programın özellikle sosyal ayağının eksikliğini ortaya koymaktadır. Bütün bunlara ek olarak 2005 yılı hedefi 106,6 milyar YTL olan vergi gelirlerinin, 2006 yılında % 22,2 oranında artışla 130,3 milyar YTL'ye çıkarılması; 2006'nın da önceki 3 yılda olduğu gibi özellikle çalışanlar ve dar gelirliler açısından zor geçeceğinin açık bir göstergesidir.
Çünkü, bu artışın vergilere yapılacak zamlarla sağlanacağı açıktır. Bunun yanında 2006'da başta telefon olmak üzere KİT ürünlerine ortalama % 16,4 zam yapılması ön görülmektedir.
Yıllık enflasyon hedefinin % 5 olduğu bir ortamda, devletin topladığı vergilere % 22, ürettiği mal ve hizmetlere % 16 oranında zam yapması anlaşılmaz bir tutumdur.
Bütçesini IMF hedeflerine uydurabilmek için, vergilere ve kamu ürünlerine yapılacak zamlarda bu denli cömert olan hükümetin, çalışanlara ve emeklilere zam yaparken gösterdiği cimrilik, milletimizin ayakta kalma direncini kırmakta ve başta adam kaçırma, gasp, hırsızlık ve kapkaç olmak üzere, kişilere ve mala dönük suçlarda büyük artışlara sebebiyet vermektedir. Sosyal tarafı eksik ekonomik programın toplumumuza ve özellikle memurlara yansıması, son derece olumsuz olmakta; milli gelirin yükselmesine rağmen, çalışanlarımız bu büyümeden yeteri kadar pay alamamaktadır.
Hükümetin ortaya koyduğu rakamlar ve kamuoyuna sunulan olumlu tablo, vatandaşlar tarafından günlük hayatta bir türlü hissedilmemektedir. Vatandaşın bu eleştirisi karşısında artık suskun kalamayan yetkililer ise ekonomideki gidişatı ekmek, simit gibi bazı harcama kalemlerindeki alım gücü hesaplarıyla açıklamakta, kendilerince vatandaşın cebinde de iyileşme meydana geldiğini anlatmaktadırlar.
Hatta öyle ki Sayın Başbakan "Üç yıl öncesinden az ekmek alıyorsanız bana beddua edin" diyerek; bizlerin de uzun süre hafızalarımızda tutacağımız ve unutturmayacağımız bir ifade kullanmış, ekonomik iyileşmenin sokağa yansıdığını iddia etmiştir. Görüyoruz ki Sayın Başbakan vatandaşın yalnızca ekmek yediğini sanmaktadır ya da öyle istemektedir.
Oysa Sayın Başbakan kira, ısınma, tüp, ulaşım gibi giderlerde ortaya çıkan olumsuzlukları gündeme hiç getirmemektedir. Söz konusu diğer harcamalara ilişkin hesaplamalar ortaya konduğunda AKP'nin iktidara geldiği günden bu yana vatandaşın cüzdanında bir rahatlama olmadığı açıkça görülecektir.
Değerli basın mensupları;
Türkiye Kamu-Sen AR-GE Merkezi, hükümetin açıklamalarında kullandığı son üç yıllık ekonomik verilere dönük bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu çalışmadan ortaya çıkan sonuca göre 2002-2005 yılları arasında Gayri Safi Milli Hasıla % 98 oranında artmıştır. Buna bağlı olarak kişi başına düşen milli gelirin de 2 bin 608 dolardan, 2005 yılı sonunda 4 bin 950 dolara çıkması beklenmektedir.
12 aylık ortalamalara göre TÜFE ise sırasıyla 2003 yılında % 25,3 - 2004 yılında 10,6 ve 2005 yılı Kasım ayı itibarı ile % 8,31 oranında artmıştır. Bu rakamları topladığımızda son 3 yıllık enflasyonun % 44,21 olduğunu görüyoruz.
Memur maaşlarındaki gelişme ise şöyle olmuştur:
Aralık 2002 itibarı ile 375 milyon TL dolayında olan en düşük memur maaşı % 44,2 oranında artışla, 541 milyon TL'ye; 531 milyon TL olan ortalama memur maaşı da % 42'lik bir artışla 754,8 milyon TL'ye yükselmiştir. Rakamları alt alta koyduğumuzda memur maaşlarının, ülke ekonomisinde yaşanan büyümeden hiç pay alamadığını, en düşük memur maaşının enflasyon karşısında ilerleme kaydedemediğini görüyoruz. Ortalama memur maaşı ise 3 yıllık sürede, ekonomide yaşanan bütün olumlu gelişmelere rağmen % 2,2 oranında erimiştir.
Bu rakamlar, memurların arttığı iddia edilen refahtan pay alamadığını çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Yalnızca memurlar değil, ücretli kesimin tamamı bu sürede aynı sorunla karşılaşmıştır. Milli geliri 3 yılda % 98 oranında büyüyen bir ülkede, ücretlere yapılan artışlar, enflasyon artışlarını bile karşılamıyorsa, bu ülkede paylaşım konusunda bir sorun var demektir. Vergi toplanırken yükün büyük çoğunluğunu üstlenen ücretli kesim, ne yazık ki, yaptığı fedakarlığın meyvelerini toplayamamakta, ekonomideki büyümenin aslan payını sermaye ve rant çevresi kapmaktadır.
Bütün bunlara ek olarak her geçen yıl yeni vergilerle, zamlarla karşı karşıya kalınmaktadır.
Hükümet iktidara geldiğinde kişi başına düşen gelirin onda biri kadar aylık alan en düşük ücretli memur; AKP iktidarının üçüncü yılında, kişi başına düşen milli gelirin ancak on ikide biri kadar maaş alabilir hale getirilmiştir.
Hükümet ısrarla refahın arttığını iddia etmektedir.
Ancak; milli gelirdeki artışın memurun maaşına yansımadığı açıktır.
Son 3 yılda milli gelirde yaşanan artışla kıyaslandığında, en düşük ücretli memurun maaşı % 18 oranında erimiştir. Ortalama memur maaşındaki erime ise % 20'yi bulmuştur.
Değerli basın mensupları;
Kabul etmek gerekir ki; son 3 yılda Türk ekonomisi büyümüştür. Ancak, bu büyüme dar gelirliye, ücretli çalışana ve işsize yansıyacak tarzda gerçekleşmemiştir.
Bu sürede ülkemizde, gelir dağılımda yaşanan adaletsizlik hızla artmış, zengin daha zengin, fakir daha fakir hale gelmiştir.
Gelir dağılımında yaşanan adaletsizliği önleyecek olan vergi sistemi de bu haliyle toplumun alt kesimlerini mağdur etmekten öteye gidememektedir.
Türkiye Kamu-Sen olarak itirazımız ekonomik program hazırlanırken, sosyal ayağının eksik bırakılmasınadır. Böyle bir büyümenin memleketimize fayda sağlamaktan çok, zarar getireceği açıktır.
Küresel sermayenin taleplerine göre hazırlanan bu tür ekonomik programlar, sermayeyi büyütürken; başta kamu çalışanları olmak üzere dar ve sabit gelirlileri ezmektedir.
Görülmektedir ki, son üç yılda kamu çalışanlarının kayıpları, simit-ekmek hesabının ötesindedir. Bütün bu verileri göz önünde bulundurarak "Üç yıl öncesinden az ekmek alıyorsanız bana beddua edin" diyen Sayın Başbakan'a soruyorum; "Siz bizim yerimizde olsanız bu hükümete dua mı ederdiniz, yoksa beddua mı?"