Anayasanın 51" />
İşte Anayasada memurların Çalışma hayatı ile ilgili olarak yapılmasını istediğimiz değişiklikler:
Emeklilere De Sendika Kurma Hakkı Tanınmalı, Sendikaların Her Şartta Üyelerinin Ekonomik ve Sosyal Haklarını Geliştirebilmesi Sağlanmalıdır
Anayasanın 51
İşte Anayasada memurların Çalışma hayatı ile ilgili olarak yapılmasını istediğimiz değişiklikler:
Emeklilere De Sendika Kurma Hakkı Tanınmalı, Sendikaların Her Şartta Üyelerinin Ekonomik ve Sosyal Haklarını Geliştirebilmesi Sağlanmalıdır
Anayasanın 51. maddesi “Çalışanlar, emekliler ve işverenler, üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir.” şeklinde değiştirilmelidir.
Toplumsal değişimlerin, topluma rağmen değil, sosyal paydaşların talepleri doğrultusunda belirlendiği, kararların ortak bir mutabakat ile alındığı demokrasiler, kuşkusuz tüm dünyada arzu edilen yönetim şe-eridir.
Demokrasi, eski Yunanca “halk” anlamına gelen demos ve “yönetmek” anlamına gelen kratein sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve bu anlamıyla “halkın yönetimi” demektir. Demokrasi sadece “halk tarafından yönetim” olarak değil, “halk için yönetim” olarak da tanımlanmalıdır. O hâlde bu anlamda demokrasi, Abraham Lincoln’ün meşhur ifadesiyle “halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” olarak tanımlanabilir.
19.yüzyılla birlikte sıklıkla görülmeye başlayan demokrasi rejimi, teorik anlamıyla birçok ülkede geçerli olsa da, birçok ülkede pratikte, yalnızca çoğunluğun istediği idarecilerin seçimi konusunun ötesine geçememiştir. Oysa gerçek anlamda demokrasi, toplumların yöneticilerini seçebilme özgürlüğünün yanında devletin yönetilmesinde, toplumun değişmesinde, halkın kaderinin belirlenmesinde toplumun ortak duygu ve düşünceleri doğrultusunda kararlar alınmasının sağlanmasıdır.
Demokrasinin teorideki bu önemli tanımının pratikte nasıl hayata geçirileceği, iktidarda bulunan güç sahiplerinin, toplumun ortak hassasiyetleri konusunda nasıl fikir sahibi olacağı, onları bu değişime hangi gücün yönlendireceği konusunda ise toplumun ortak bir amaç doğrultusunda biraraya gelerek, yönetim üzerinde toplumsal ve barışçıl bir güç unsuru oluşturması gündeme gelmiştir. Bu noktada ortaya çıkan sivil toplum örgütü kavramı, toplumsal bir amaç ve fayda doğrultusunda kar amacı gütmeksizin bir araya gelen insanların organize bir hareket oluşturmasıdır.
Bu nedenle günümüze uygun anlayış çerçevesinde bir demokratik sistemin sağlanması, o toplum tarafından oluşturulan sivil toplum örgütlerinin çokluğu ve etkinliği ile mümkündür. Sivil toplum örgütlerinin karar alma sürecine dahil olması, teorik demokrasi anlayışının pratikte uygulanması için bir zorunluluktur. Özellikle ekonomik uygulamalarda, sendikaların toplu görüşme ya da toplu pazarlıklar yoluyla kararlara etki etmesi ve paylaşım sorununda söz sahibi olması, önemli bir adım olmaktadır.
Avrupa başta olmak üzere, dünyanın gelişmiş ülkelerinde nüfusun hızla yaşlanması, ülkelerde hatırı sayılır bir emekli kitlesinin varlığını ortaya koymaktadır. Bugün itibarı ile ülkemiz toplam nüfusunun yaklaşık %10’luk bir kesimi emeklilerden oluşmaktadır. Halen yürürlükte olan yasal mevzuatımıza göre emeklilerin sendika kurması mümkün değildir. Yönetime katılma ve karar alma sürecine dahil olma noktasında türlü nedenlerle toplumun bazı kesimlerinin dışlanması, demokrasi adına kabul edilemez bir durumdur. Kaldı ki, bu kesim toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturuyorsa, paylaşım sorununun çözülmesi daha da zora girmektedir.
Anayasamızın 51. maddesi, yalnızca çalışan ve işverenlere sendika kurma hakkı tanımış ve emeklileri kapsam dışında bırakmıştır. Bununla birlikte sendikaların üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini yalnızca çalışma ilişkileri çerçevesinde korumasını öngörmektedir. Bu da sendikaların etkinliğini zayıflatırken, sendikaların çalışma ilişkileri dışında üyelerinin hak ve menfaatlerini koruma hakkını elinden almaktadır.
Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesinin 23/4. maddesinde; “Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.”İbaresi yer almış,19.03.1954 tarihli İnsan Haklarını ve Ana hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşmenin 11/1 maddesinde ise; “Herkes asayişi ihlal etmeyen toplantılara katılmak, sendika tesis etmek, sendikalara girmek hakkına sahiptir.”Hükmüne yer verilmiştir. Belirtilen uluslar arası sözleşmelerin ortak paydası, sendikal özgürlüklerin kullanılması örgütlülüğün sağlanması noktasında hiçbir ayrıma yer vermemesidir.
Bu nedenle Anayasamızın 51. maddesi hükmünde yer alan ifadenin “Çalışanlar, emekliler ve işverenler, üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir.”şeklinde değiştirilerek, emeklilerin de sendika kurma hakkına sahip olması ve sendikaların her alanda üyelerinin ekonomik ve sosyal haklarını geliştirmek için faaliyet yürütmeleri sağlanmalıdır.
Sendikaların ve Konfederasyonların Üyeleri Adına Mahkemelere Dava Açma Hakkı Anayasa Metninde Yer Almalıdır
Anayasanın 53. maddesine sendikaların ve konfederasyonların üyelerin hak ve menfaatlerini ilgilendiren bireysel işlemler ile genel düzenleyici işlemlere karşı üyeleri adına yargıya başvurabilmelerini sağlayacak hükmün, açıklayıcı bir biçimde düzenlenerek yeniden anayasa metnine eklenmesi gerekmektedir.
12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandum sonucuna göre gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinde, 53. maddeden “sendikaların ve konfederasyonların üyeleri adına yargıya başvurabilmelerini” sağlayan hükmün çıkarılmış olması, örgütlenme özgürlüğü getirdiği iddia edilen değişikliğin, aslında var olan hakları da geri götürdüğünün bir göstergesidir.
Sendikaların ve konfederasyonların üyelerinin hak ve menfaatlerini koruması noktasında kullanabilecekleri yasal yollardan en önemlisi kuşkusuz yargıya başvurmaktır. Bu noktada üyeleri adına yargı yoluna başvurma hakkının kaldırılması, vatandaşların en temel demokratik hakkının kısıtlanması anlamı taşımakta, evrensel hukuk ilkelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Bu aksaklığın giderilmesi için Anayasanın 53. maddesine sendikaların ve konfederasyonların üyelerin hak ve menfaatlerini ilgilendiren bireysel işlemler ile genel düzenleyici işlemlere karşı üyeleri adına yargıya başvurabilmelerini sağlayacak hükmün, açıklayıcı bir biçimde düzenlenerek yeniden anayasa metnine eklenmesi gerekmektedir.
Kamu Görevlilerine Grev Hakkı Tanınmalıdır
Anayasanın 54. maddesinde yer alan “Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler.” hükmündeki “işçiler” ifadesinden sonra “memurlar ve diğer kamu görevlileri” ibaresi eklenmelidir.
Türkiye, çalışma hayatının düzenlenmesi ve sendikal özgürlüklerin istenilen seviyeye getirilmesi amacıyla ILO tarafından benimsenen 87 No.lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması, 98 No.lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı ve 151 No.lu Kamu Hizmetlerinde Çalışma İlişkilerini düzenleyen sözleşmeleri kabul ederek, bu sözleşmelerin şartlarına uymayı taahhüt etmiştir. Ülkemizde kurulmuş olan memur sendikaları uluslar arası sözleşmelerin kabul edilmesiyle elde edilen bu hakkı kullanarak örgütlenmişlerdir.
Ülkemiz kamu çalışanlarının da gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yönetime katılma, adil bir ücret alma, sendikalaşma ve grev yapabilme gibi sosyal ve demokratik argümanlarla donatılması artık bir zorunluluk halini almıştır. Bu zorunluluk hem Türkiye’nin onayladığı sözleşme ve kabul ettiği anlaşmaların hem de demokrasinin bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
18 Haziran 2003 tarih ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 4867 sayılı kanunla BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme onaylanmıştır. Bu sözleşme, 21 Temmuz 2003 tarih ve 25170 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Bakanlar Kurulunun 2003k/5851 sayılı kararı ile yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 8. maddesi sendikal hakları düzenlemiş olup, 8. maddenin (d) bendi özel olarak grev hakkını düzenlemiştir. Buna göre; kullanılma şartları her bir ülkenin yasaları ile düzenlenmiş olan bir grev hakkının tanınacağı ifade edilmiştir. Maddenin 2. bölümünde bu maddenin silahlı kuvvetler veya polis mensuplarının veya devlet ifadesinde görevli olanların bu hakları kullanmalarına hukuken öngörülen sınırlamalar koymalarını engellemeyeceği belirtilmiş olup, maddenin 3. bölümünde bu maddenin hiçbir hükmünün ILO’nun 98 sayılı sözleşmesine taraf olan devletlere o sözleşmede yer alan güvencelere aykırı düşebilecek bir tarzda bir yasa çıkarma ve uygulama imkânı verecek şekilde tasarruflarda bulunma yetkisi vermeyeceği ifade edilmiştir.
BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi ile ILO’nun 98 sayılı sözleşmesi birlikte değerlendirildiğinde, Silahlı Kuvvetler ve polisler dışında kalan ve doğrudan devlet erki kullanmayan kamu görevlilerinin grev hakkının düzenlenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
11 Aralık 1992 tarih ve 21432 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 3847 sayılı kanunla ILO’nun sendika özgürlüğüne ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin 87 sayılı sözleşmesi onaylanmıştır. Bu sözleşme 25.02.1993 tarih ve 21507 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Bakanlar Kurulunun 1993/3967 sayılı kararname ekinde yayınlanmıştır. Bu sözleşmenin 3. maddesinde yer alan sendikalara etkinliklerini düzenleme ve eylem programlarını oluşturma hakkı, 8. maddenin 2. fıkrasında yer alan ulusal mevzuatın sözleşmede öngörülen güvencelere zarar vermemesini ya da zarar verecek biçimde uygulanmamasını, 10. maddede çalışanların ve işverenlerin çıkarlarını savunmayı ve geliştirmeyi amaçlayan örgütleri düzenleyerek, grev hakkının dayanağını oluşturmuştur. ILO uzmanlar komitesi de 87 sayılı sözleşmeyi grev hakkının dayanaklarından biri olarak göstermiştir.
ILO'nun sendikal hak ve özgürlüklerin uygulanmaması ile ilgili şikâyetlerini inceleyen Standartların Uygulanması Konusunda Uzmanlar Komitesi ve Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi vardır. Bu komiteler tarafsız uzmanlardan oluşmuştur ve ülkelerin şikâyetlerini inceleyip, karara bağlamaktadır. Komitelerin verdiği kararlar ILO için bağlayıcı kararlardır. ILO'nun Standartların Uygulanması Konusunda Uzmanlar Komitesi ve Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi tüm ücretli çalışanlar için grev hakkını genel bir ilke olarak ortaya koyarken, bu hakkın yalnızca "temel hizmetler veya faaliyetlerde" kısıtlanabileceğini belirtmektedir. ILO komitelerine göre "temel hizmetler" olarak kastedilen, "yalnızca aksaması durumunda nüfusun tümünün veya bir bölümünün hayatını, kişisel güvenliğini veya sağlığını tehlikeye sokacak hizmet ve faaliyetlerdir.”
Bir başka kararda da; "sendikalar özellikle bir hükümetin ekonomik ve toplumsal politikalarını eleştirmek amacıyla protesto grevlerine başvurabilmelidirler. Ayrıca dayanışma grevlerinin genel olarak yasaklanması istismara yol açabilir ve grev hakkının kullanılmasına ilişkin yöntemler söz konusu olduğunda, kurallara tamı tamına uyarak işin yavaşlatılması, işyerlerinin işgal edilmesi ve işbaşında oturma grevleri yapılması konularında kısıtlama getirilmesi, ancak bu eylemlerin barışçıl olmaktan çıkması durumlarda haklılık kazanır." denilmiştir.
ILO Uzmanlar Komitesi 1994 yılında yayınlanan raporunda şöyle demektedir. "Komite kamu hizmetlerinde grev hakkının yasaklanmasının yalnızca devlet adına yetki kullanan memurlarla sınırlı tutulması gerektiği görüşündedir.
ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, Türkiye hakkında yapılan bir şikayet başvurusu üzerine bu konuda şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Uzmanlar Komitesinin de belirttiği gibi, grev hakkı, çalışanların ve örgütlerinin kendi ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak ve geliştirmek için sahip oldukları temel araçlardan biridir. Bu çıkarlar yalnızca daha iyi çalışma koşullarının elde edilmesi ve mesleki nitelikteki toplu istemlerin peşinden koşulması değil, fakat aynı zamanda ekonomik ve toplumsal sorunlarına ve çalışma hayatının çalışanları doğrudan ilgilendiren her türlü sorunlarına çözümler aranması ile ilgilidir. Komite sendikaların, hükümetin ekonomik ve toplumsal politikalarını eleştirmeyi amaçlayan protesto eylemlerine başvurabilme olanağına sahip olmaları gerektiğini düşünmektedir.”
Kaldı ki; Danıştay 12. Dairesi, 9 Şubat 2009 tarih, 2004/4643 Esas, 2005/313 No.lu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 21 Nisan 2009 tarihli kararları ile memurların grev yapmaları nedeniyle herhangi bir hukuki işleme tabi tutulamayacağını karara bağlamıştır.
12 Eylül 2010 tarihinde halk oylamasına sunularak gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinde, grev hakkının kullanımı ile ilgili bazı düzenlemeler olmasına rağmen, Anayasanın 54. maddesindeki “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptir” hükmünün korunması, grevin yalnızca işçiler için bir hak olduğunu, memurların kesinlikle grev yapamayacağını; ayrıca işçilerin de yalnızca toplu iş sözleşmesi esnasında uyuşmazlık çıkması durumunda grev hakkını kullanabileceğini; hak grevi, dayanışma grevi gibi hakların kullanılmasının imkânsız olduğunu ortaya koymaktadır.
Asıl üzerinde durulması gereken konu; grevsiz toplu sözleşme hakkının uluslar arası sözleşmelere ve yerel ve uluslar arası yargı organlarının verdiği kararlara aykırı olmasıdır. Ortada birçok yargı kararı varken, 25 Kasım 2009’da ülkemizde milyonlarca kamu görevlisi bir günlük iş bırakma eylemi yapmış ve hukuken hiçbir yaptırıma tabi tutulamamışken, yargının bu kararlarını yok sayan bir Anayasa değişikliği, başka bir kargaşayı çağırmaktadır.
Dolayısı ile hem yargı kararlarıyla hem evrensel sözleşmeler yoluyla hem de fiili uygulamayla sabit bir hak haline gelmiş olan grev hakkının, kanunlarla yasaklanması kabul edilemez. Hukuk devletinin en büyük özelliği, kural haline gelmiş yargı kararlarının yasa haline getirilmesidir.
Yargı kararları ve uluslar arası sözleşmeler aracılığıyla kesinleşmiş bir hak haline gelen grev hakkının Anayasa değişikliğine konu edilmeyişi, mutlaka açıklanması ve en kısa zamanda düzeltilmesi gereken bir konudur. Bu noktada Anayasanın 54. maddesinde yer alan “Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler.” hükmündeki “işçiler” ifadesinden sonra “memurlar ve diğer kamu görevlileri” ibaresi eklenmelidir.
Kamu Görevlilerinin Siyasete Katılma Hakkının Önündeki Engeller Kaldırılmalıdır
Anayasanın siyasi partilere üye olamayacakların belirlendiği 68. madde metninden “…kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri” ibaresi çıkarılmalıdır.
Demokratik bir toplumun en temel özelliklerinden biri de vatandaşlarına siyasete katılma, seçme ve seçilme özgürlüğü tanımasıdır. Ülkemizin en eğitimli kesiminden biri de hiç kuşkusuz ki kamu görevlileridir. Mesleğe alınma şartları, yapılan sınavların zorluk derecesi ve yürüttükleri hizmetler göz önüne alındığında, ülkemizin en hassas görevlerini yürüten kesimlerinden olan kamu görevlilerinin siyasete yapacakları katkı da son derece önemlidir. TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe konulan ILO'nun 151 Sayılı Kamu Hizmetlerinde Sendika Hakkının Korunması ve istihdam Koşullarının Saptanması Yöntemlerine ilişkin Sözleşmenin 9. maddesi; “Kamu görevlileri, diğer çalışanlar gibi yalnızca görevlerinin niteliğinden ve statülerinden kaynaklanan yükümlülüklerine bağlı olarak örgütlenme özgürlüğünün normal olarak uygulanması için gerekli kişisel ve siyasi haklardan yararlanacaklardır.” ifadesiyle; kişisel ve siyasal haklar arasındaki bağlantıyı düzenlenmiş, kamu çalışanlarına siyaset hakkını tanımıştır.
Ancak Anayasanın 68. maddesinde “…kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri… siyasi partilere üye olamazlar.” denilerek, kamu görevlilerinin siyasete katılmaları engellenmiştir. Ülke içinde bir grubun siyaseten yasaklanması, en ilkel demokrasi anlayışıyla dahi bağdaşmayan bir tutum olmakla birlikte, vatandaşlık haklarının kısıtlanması anlamı da taşımaktadır.
Bu nedenle Anayasanın 68. madde metninden ilgili ifadeler çıkarılarak, kamu görevlilerinin siyasi partilere üye olabilmeleri ve siyasete katılmaları sağlanmalıdır.
Kamu Görevlilerini İlgilendiren Her Konu Toplu Sözleşmenin Kapsamı Dâhilinde Olmalıdır
Anayasanın 128. madde metni “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, bu konulara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” şeklinde düzenlenmelidir.
Anayasanın 53. maddesinde yapılan değişiklikle kamu görevlilerine toplu görüşme yerine toplu sözleşme hakkı getirildiği belirtilmektedir. Oysa iktidar bu hakkı kısıtlayan bir düzenleme yapmak istemiş ve toplu sözleşme ile ilgili olarak ayrıntılı ve sınırlayıcı bir çerçeve çizmiştir. Mevcut durumda toplu görüşme; kamu görevlileri için uygulanacak katsayı ve göstergeler, aylık ve ücretler, her türlü zam ve tazminatlar, fazla çalışma ücretleri, harcırah, ikramiye, lojman tazminatı, doğum, ölüm ve aile yardımı ödenekleri, tedavi yardımı ve cenaze giderleri, yiyecek ve giyecek yardımları ile bu mahiyette etkinlik ve verimlilik artırıcı diğer yardımları kapsar.
Ancak 1982 Anayasası’nın 128. maddesinde yapılan değişiklikle kamu görevlileri için yalnızca mali ve sosyal haklara ilişkin hususların toplu sözleşmenin konusu olabileceği, bunun dışında kamu çalışanlarının tüm hak, görev ve yetkilerinin yasa ile belirleneceği öngörülmüştür.
Dolayısı ile toplu sözleşmelerde kamu sendikalarına, memurların çalışma şartları, terfileri, sicil, disiplin uygulamaları, işe alınışları, işten çıkarılmaları gibi hayati konularda pazarlık yapma hakkı tanınmamakta, toplu sözleşmenin kapsamı yalnızca mali ve sosyal haklarla sınırlı tutulmaktadır. Görüldüğü gibi bu uygulama şu andaki toplu görüşmenin kapsamını dahi daraltmaktadır. Bu durumun önüne geçilmesi için mevcut 128. madde metni “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, bu konulara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” şeklinde düzenlenmeli ve toplu sözleşmenin kapsamı, kamu görevlilerini ilgilendiren her türlü konuyu içine alacak şekilde genişletilmelidir.
Devletin Asli Ve Sürekli Görevleri Yalnızca, Memurlar Ve Kadrolu Kamu Görevlileri Eliyle Gördürülmelidir
Anayasanın 128. madde hükmü “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve kadrolu diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” şeklinde değiştirilmelidir.
Anayasanın 128. maddesi, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” hükmüne amirdir.
Ancak son yıllarda yaygın sözleşmeli personel çalıştırılması ve taşeronlaşma nedeniyle devletin asli ve sürekli görevleri taşeron işçileri eliyle gördürülmeye başlanmıştır. Hükümetin son yaptığı açıklamaya göre kamuda üst düzey yöneticilerin de sözleşmeli hale getirileceği belirtilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında uygulama, performansa dayalı ödeme, profesyonelliğe verilen önemin artması, kamu hizmetlerinde müşteri satıcı anlayışının yerleşmesi, rekabet ve diğer pazar ekonomisi unsurlarının getirilmesi, iş güvencesinin yok edilmesi, sendikasızlaştırma ve kamu çalışanlarının sayısının azaltılması gibi sonuçlar getirmektedir.
Özellikle esnek çalışma olarak nitelendirilen çalışma şe-erinin, iş güvencesini yok etmesi, sosyal devlet ilkesine aykırı olması, örgütlü çalışma imkânını ortadan kaldırması ve devletin devamlılığı ilkesine aykırı olması, kamu yönetimi, sendikalar ve çalışanlar adına kabul edilemez niteliktedir.
Küresel etkiler altında yürütülen bu uygulamanın çeşitli sorunları vardır:
1. Ulusal Çıkar Sorunu: Personel çalıştırma üzerindeki küresel etkiler, egemenlik hakkının korunması bakımından sınırlandırılması zorunlu hale gelmiş bir hacim ve etki gücüne ulaşmıştır. Bu kurumların devletin yeniden örgütlenme süreci üzerindeki kabul edilemez etkileri sınırlandırılmalı ve ortadan kaldırılmalıdır.
2. Toplumsal Çıkar Sorunu: Azgelişmişlik koşulları, yaygın eşitsizlik ve adaletsizlik, özel sektörün küresel sermaye karşısındaki zayıflığı açık ve katı gerçeklerdir. Bu koşullarda kamu hizmetleri alanı üzerinde değişikliğin, dünyanın genel gidişatına uyma dürtüsüyle değil, ülkemizin durumu ve gereksinmeleri odak alınarak yapının çok yönlü irdelenmesiyle yapılması gerekir.
3. Kamu Yararı Sorunu: Devlet hizmetleri, uzmanlık ve süreklilik gerektirir. İçte ve dışta, şu ya da bu kesimin çıkarları üzerinde etkiler yaratan bu hizmetler, anayasal ve yasal güvencelerden yoksun, esnek, şahsa, performansa ve takdire bağlanmış, kendi içinde rekabetçi personel sistemiyle yürütülemez.
4. Emek Hakları Sorunu: Kamu istihdamı, çalışanlar açısından görece ileri haklar sağlar. Bu rejimi özel veya sözleşmeli istihdama dönüştürmek, kazanılmış hakların kaybına ve toplumsal çatışmaların derinleşmesine yol açacaktır.
Bu nedenle asli ve sürekli kamu hizmetlerinin memurlar eliyle gördürülmesi için anayasanın 128. madde hükmünün “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve kadrolu diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” şeklinde değiştirilmesi uygun olacaktır.