Normal 0 21 MicrosoftInternetExplorer4 Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen 60. Sosyal Siyaset Konferansına katıldı. Konferansta, anayasa değişikliklerinin çalışma hayatına etkileri ele alındı. Çalışan ve İşveren temsilcilerinin bulunduğu konferansta, Genel Başkanı Bircan Akyıldız aşağıdaki konuşmayı yaptı:
ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNİN MEMURLARIN ÇALIŞMA HAYATI ÜZERİNE ETKİLERİ
24 Aralık 2010 İstanbul
Anayasa, bir devletin temel kurumlarının işleyişini belirleyen, vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, toplumun tüm kesimleri tarafından kabul görmüş, yazılı ya da yazısız kurallar bütünüdür.
Zaman içinde değişen toplum ve ilerleyen demokrasi anlayışı; daha özgürlükçü, daha çağdaş bir Anayasa ile desteklendiği taktirde toplumsal gelişme sağlanabilir.
Anayasaların değiştirilmesi ya da yeniden düzenlenmesinin, toplumun bir kesiminin değil tamamının onayı ile katılımcı bir anlayış içinde gerçekleşmesi zorunluluktur.
Aksi takdirde yapılacak düzenlemelerin bir Anayasa metninden çok bürokratik, aristokratik ya da oligarşik bir uygulama haline gelme tehlikesi bulunmaktadır.
Toplumumuzun büyük bir kesimi 1982 Anayasası’nın toplumsal ihtiyaçlarına cevap veremediğini ve Anayasanın değişmesi gerektiğini düşünmekteyken; 12 Eylül 2010 günü Anayasanın yalnızca belli maddelerinde değişiklik içeren bir kanun için halkoylaması yapıldı.
Ancak yapılması gereken, sorunun yalnızca bir ucundan tutarak, belli bir alanda düzenleme yapmak değil, bütüncül bir yaklaşımla, toplumumuzun oluru ile milletimizi ve devletimizi gelecek yüzyıllara taşıyacak, çağdaş, demokratik, katılımcı, çevreci ve insan odaklı bir Anayasa metnini baştan yazmak olmalıydı.
Anayasa metninin tamamı baştan yazılmayacaksa da yapılacak değişikliklerin, toplumun temel ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte olması gerekmekteydi.
Anayasa değişikliği, toplum kesimlerinin mümkün olan en geniş katılımı ile gerçekleştirilmeli; değişikliklerin yasalaşma süreci, demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmayacak şekilde işlemeliydi.
Anayasa, memurların, işçilerin, çiftçilerin, tarım kesiminde çalışanların, işsizlerin, sendikaların, sendikasız çalıştırılanların, emeklilerin, dul ve yetimlerin, işverenlerin, kadınların, çocukların, engellilerin, öğrencilerin, küçük esnafın, yargının, basın çalışanlarının, gazilerin ve bu ülke için canını vermiş şehit ailelerinin hassasiyetlerini yansıtmalıdır.
Dolayısı ile bu kesimlerin tamamının tek tek görüşlerinin alınması, taleplerine cevap verilmesi gerekmektedir.
Oysa bu değişiklikler hazırlanırken, Anayasanın milli bir and olduğu gerçeği unutulmuş, değişikliklerde toplumsal mutabakat aranmamış, sosyal tarafların görüşlerine değer verilmemiştir.
Yalnızca iktidar partisi tarafından hazırlanarak, teklif metninin değişmez ya da vazgeçilemez olduğunu çağrıştıracak bir şekilde, “taslak metnin tamamının TBMM’de kabul edilmesi ya da tamamının halkoyuna sunulması” uygulaması, taslak metin üzerinde müzakere yapılmasını da toplumsal mutabakatı da neredeyse imkânsız hale getirmiş, Anayasa’da değişiklik içeren metni, adeta bir dayatmaya dönüştürmüştür.
Hazırlanış aşamasında sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin görüşlerine itibar edilmeyişi, içeriğinin son derece kısıtlı, taraflı ve belli bir amaca yönelik olması ve toplumumuzun beklentilerini karşılamayışı, TBMM görüşmelerinde siyasi partilerin, her maddenin ayrı ayrı oylanması önerisinin kabul görmeyişi, referandumda vatandaşlarımızdan 26 maddenin tamamı için yalnızca bir değerlendirme istenmesi gibi unsurlar göz önüne alındığında, siyasal iradenin bu süreci gerektiği gibi yönetemediği ve vatandaşlarımızı bir emri vakiye zorladığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Bu süreçte, yalnızca bir partinin siyasi kaygılarıyla hazırlanan Anayasa değişikliğinin toplumumuza hayır getirmeyeceği inancını taşıdığımızı dile getirmiştik.
Türkiye Kamu-Sen olarak, bu değişikliğin onaylanması durumunda, mevcut Anayasanın milletimizin talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda değiştirilmesi yolunda tarihi bir fırsatın kaçırılacağını düşünmekteydik.
Anayasada yapılması planlanan değişikliklerin yeterli olmadığını, daha geniş çaplı düzenlemelerle daha ileri demokratik uygulamalara geçilmesi gerektiğini belirttik.
Özellikle sendikal özgürlük adı altında, çalışanların pek çok hakkının geriletildiğini, bazı maddelerin göz boyamadan ibaret olduğunu ortaya koyduk.
Diğer taraftan, uluslar arası literatürde temel insan hakkı olarak kabul gören siyaset yapma ve grev hakkının memurlar tarafından kullanılması yolunda getirilen kısıtlamaların, toplu sözleşme hakkının ise referandum sürecine bağlanmasının usulen yanlış olduğunu vurguladık.
Bu kaygılarımız dolayısıyla da Anayasa değişikliği için yapılacak referandumda görüşümüzü “Hayır” olarak belirledik.
Nitekim gelinen noktada kaygılarımızın yersiz olmadığını görüyoruz.
Bugün milletimiz arasında 1982 Anayasasının tamamının değiştirilmesi ile ilgili olarak ortaya çıkan mutabakat ne yazık ki, 12 Eylül 2010 günü yapılan referandum ile yok edilmiştir.
Ancak bu referandum ile de Anayasa değişikliği son derece sınırlı kalmıştır.
Önümüzdeki genel seçim dönemi sonrasında yeniden Anayasa değişikliği yapılacağının Hükümet tarafından dile getirilmesi, haklılığımızı ortaya koymaktadır.
Bugün ülkemiz gündeminin sürekli aynı konu ile meşgul edilmesi ve Anayasa değişikliği tartışmalarının hala gündemden kalkmamış olması ise ayrı bir gerginlik yaratmakta ve Hükümetin niyetinin sorgulanmasına neden olmaktadır.
Bununla birlikte yapılan değişikliklerde milletimizin çözüm beklediği ve hükümetin en çok şikâyet ettiği başörtüsü sorunu ele alınmamış, milletvekili dokunulmazlığı konusuna yer verilmemiş, YÖK konusu düzenlenmemiş, Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ile ilgili konular gündeme alınmamıştır.
Çalışma hayatı ile ilgili olarak yapılan değişiklikler de beklentileri karşılamaktan, kabul görmüş evrensel değerlerden son derece uzaktır.
Değişiklik ile 1982 Anayasası’nın “Sendika Kurma Hakkı” başlıklı 51. maddesinden “aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz” hükmü çıkarılmıştır.
Bu hüküm, bir Anayasa metninde düzenlenmeyecek, gereksiz bir ayrıntıdır.
Buna karşın çalışanların sendika kurma hakkına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
2821 Sendikalar Kanunu ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda da Anayasa değişikliğine uygun değişiklikler yapıldığında, işçilerin ve kamu görevlilerinin aynı anda birden fazla sendikaya üye olabilmelerinin yolu açılacaktır.
Bunun iki büyük sakıncası vardır:
Birincisi, işyerinde yetkili sendikanın belirlenmesinde, birden fazla sendikaya aynı anda üyeliğin yetki sürecini tam bir çıkmaza sokacağıdır.
Öyle bir tıkanıklık yaşanacaktır ki, sendikalar toplu sözleşme imzalayamayacak hale gelecektir.
Bunun yanında bu uygulamanın ikinci bir sakıncası da etnik ya da dini kökenli sendikacılığın önünün açılacak olmasıdır.
Yasa değişiklikleri süreci tamamlanır ve birden fazla sendikaya aynı anda üyelik imkanı tanınırsa, dini ya da etnik temelli sendikalar kurulabilir.
Çalışanlar hem toplu sözleşme yapma hakkı elde eden sendikaya hem de etnik kökenli bir sendikaya aynı anda üye olabilirler.
Çalışanlar, bir sendikanın imzaladığı toplu iş sözleşmesinden yararlanırken; Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı mücadele araçlarından biri olabilecek yeni ve yerel sendikalara aynı anda üye olabileceklerdir.
Nitekim, 1980’li yıllarda birden fazla sendikaya üye olma serbestisi vardı.
Yetki tespiti sürecinde yaşanan aksaklıklar ve görülen tehlike üzerine böyle bir yasak getirilmiştir.
Yapılan bu değişiklik ile işyeri ve meslek sendikacılığının önü açılmaya çalışılacak ise, bu gelişme olumsuz sonuçlar meydana getirecektir.
Oysa bu hükmün Sendikalar Kanunu ile aynı işkolunda olmamak şartıyla birden fazla sendikaya üyelik sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerekirdi.
Ancak yasağın kaldırılmasının aynı işkolunda da birden fazla sendikaya üye olunabileceği şeklinde bir serbesti getirdiği görülmektedir.
Bu nedenle önümüzdeki dönemde özellikle yetki tespiti noktasında büyük bir karmaşa yaşanacaktır.
İktidarın bugüne kadarki uygulamalarına bakıldığında Türkiye’de sendikal alanda yaşanan en ciddi sorunun, aynı iş kolunda birden çok sendikaya üye olamamak değil; iktidar yandaşı olmayan bir sendikaya üye olunduğunda yaşanan sürgün, kıyım, tehdit ve işten çıkarmalar olduğu görülecektir.
Bununla birlikte Anayasa’nın 53. maddesinden “sendikaların üyeleri adına yargıya başvurabilmelerini” sağlayan hükmün çıkarılmış olması, örgütlenme özgürlüğü getirdiği iddia edilen değişikliğin, aslında var olan hakları da geri götürdüğünün bir göstergesidir.
Ayrıca yine Anayasanın 53. maddesinde yapılan değişiklikle kamu görevlilerine toplu görüşme yerine toplu sözleşme hakkı getirilmiştir.
1982 Anayasası’nın 90. maddesi, ülkemizin imzaladığı uluslar arası sözleşmeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konu ile ilgili kararları zaten kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkı olduğunu kabul etmekte ve bu hakkı güvence altına almaktadır.
Yapılması gereken, kamu görevlilerinin grev ve toplu sözleşme hakkının bir arada ele alınarak, ilkesel olarak iktidar tarafından tanınması ve uygulamaya konulmasıdır.
Oysa iktidar bu hakkı kısıtlayan bir düzenleme yapmak istemiş ve toplu sözleşme ile ilgili olarak ayrıntılı ve sınırlayıcı bir çerçeve çizmiştir.
Mevcut durumda toplu görüşme; kamu görevlileri için uygulanacak katsayı ve göstergeler, aylık ve ücretler, her türlü zam ve tazminatlar, fazla çalışma ücretleri, harcırah, ikramiye, lojman tazminatı, doğum, ölüm ve aile yardımı ödenekleri, tedavi yardımı ve cenaze giderleri, yiyecek ve giyecek yardımları ile bu mahiyette etkinlik ve verimlilik artırıcı diğer yardımları kapsar.
Ancak 1982 Anayasası’nın 128. maddesinde yapılan değişiklikle kamu görevlileri için yalnızca mali ve sosyal haklara ilişkin hususların toplu sözleşmenin konusu olabileceği, bunun dışında kamu çalışanlarının tüm hak, görev ve yetkilerinin yasa ile belirleneceği öngörülmüştür.
Dolayısı ile toplu sözleşmelerde kamu sendikalarına, memurların çalışma şartları, terfileri, sicil, disiplin uygulamaları, işe alınışları, işten çıkarılmaları gibi hayati konularda pazarlık yapma hakkı tanınmamakta, toplu sözleşmenin kapsamı yalnızca mali ve sosyal haklarla sınırlı tutulmaktadır. Görüldüğü gibi bu uygulama şu andaki toplu görüşmenin kapsamını dahi daraltacaktır.
Anayasa değişikliği ile “uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir” denmektedir.
Bu kurul, büyük ihtimalle bürokratlardan oluşacak ve memurlar idare ile anlaşamazlarsa, memurların haklarını idare’nin kurduğu “hakem kurulu” kararlaştıracaktır.
Memurlar, Kurulun kararlarını beğenmezlerse, yargıya gitme hakları da bulunmamaktadır.
Çünkü değişiklikte “kurulun kararları kesindir” denmektedir.
Dolayısı ile grev hakkı verilmeyerek kısıtlanan toplu sözleşme ve toplu pazarlık hakkına bir darbe de Kamu Görevlileri Hakem Kurulu ile vurulmaktadır.
Buna göre memurlara ne uzlaşmazlık durumunda grev hakkı ne de yargıya gidebilme hakkı tanınmaktadır.
ILO’nun 151. sayılı sözleşmesinin 8. maddesi, toplu pazarlık esnasında uzlaşma sağlanamaması durumunda uzlaştırma kurulu, hakem, arabulucu gibi araçların kullanılmasını önermektedir.
Ancak uzlaştırma mekanizmasının mutlak surette tarafsız, bağımsız ve bağlantısız olması gerektiği üzerinde ısrarla durulmaktadır.
Dolayısı ile anlaşmazlıkları karara bağlayacak olan kurulun oluşumu, bizler açısından hayati bir önem taşımaktadır.
Bu noktada kurulun tarafsızlığı, toplu pazarlıklarda herhangi bir kesimi temsilen yer almayan kimselerin vereceği kararlar doğrultusunda sağlanabilir.
Kurulda her iki taraf temsilcilerinin karar verici konumunda bulunması, toplu pazarlıklarda yaşanan uzlaşmazlığın kurula da aynı şekilde yansımasına neden olacak ve kurulun tarafsızlığına gölge düşürecek bir etken olarak karşımıza çıkacaktır.
Nitekim Asgari Ücret Tespit Komisyonunda da taraflar temsil edilmekte ancak alınan hiçbir karar, çalışanlarımızı tatmin etmemekte, asgari ücret artışlarının objektif ölçütler doğrultusunda yapıldığına kimse inanmamaktadır.
Bu nedenle tarafsız bir kurul için mutlak surette toplu pazarlık heyeti dışından, bağımsız, bağlantısız ve tarafsız olabilecek bir heyet oluşturulmalıdır.
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na dönüştürülmemeli, gerçek görevini yerine getirecek uzlaştırıcı özellikler taşımalıdır.
Demokratik bir toplumun en temel özelliklerinden biri de vatandaşlarına siyasete katılma, seçme ve seçilme özgürlüğü tanımasıdır.
Ülkemizin en eğitimli kesiminden biri olan kamu görevlilerinin siyasete yapacakları katkı da son derece önemlidir.
Ancak Anayasa değişikliğinde memurlara siyaset serbestisi getirilmemiş olması büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Daha demokratik bir sistem getireceğini iddia eden siyasi irade, kamu görevlilerinin siyasete katılma, siyasi partilere üye olma gibi en demokratik hakkını dahi vermemiş, yaklaşık 2,5 milyon kişilik eğitimli, tecrübeli ve birikimli kesimi siyasetin dışında tutmayı yeğlemiştir.
Kaldı ki, ülke içinde bir grubun siyaseten yasaklanması, en ilkel demokrasi anlayışıyla dahi bağdaşmayan bir tutumdur.
Anayasa değişiklik paketinde bu hususa yer verilmemiş olması son derece büyük bir eksikliktir.
Hiçbir uluslar arası sözleşme hükmüne uymayan bu maddelerin, evrensel nitelikte hak ve özgürlük sağladığı söylemi de bir aldatmaca olarak kalmaktadır.
Ancak bu düzenleme, vatandaşlarımıza toplu sözleşme hakkı olarak anlatılmaktadır.
Toplu sözleşme hakkı ancak grev hakkı ile anlam kazanır. ILO uzmanlar komitesi grev hakkının; sendika hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulamaktadır.
Dolayısı ile grev hakkı olmayan bir uygulama, tam anlamıyla bir sendikal özgürlük değildir.
Yıllardır mücadelesini verdiğimiz toplu sözleşme ve grev hakkının ikiye bölünmesi; grev hakkının görmezden gelinerek, toplu sözleşme hakkının Anayasal değişikliklerin oylanacağı bir referandum sürecine bağlanmış olması da kamu görevlilerine yapılan büyük bir haksızlık olmuştur.
Yeni değişiklik, kamu görevlilerinin grev yasağını kaldırmamakta, tersine grev yasağını daha da derinleştirmektedir.
Bu haliyle kamu görevlilerinin uluslar arası hukuka dayanarak kullandıkları grev hakkı, Anayasaya yerleştirilen grev yasağıyla tamamen oradan kaldırılmak istenmiş, kamu görevlileri sendikalarının uyuşmazlık durumunda mahkeme yolu da kapatılmıştır.
Anayasa değişikliğinde grev hakkının kullanımı ile ilgili bazı düzenlemeler olmasına rağmen, Anayasanın 54. maddesindeki “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptir” hükmünün korunması, grevin yalnızca işçiler için bir hak olduğunu, memurların kesinlikle grev yapamayacağını; ayrıca işçilerin de yalnızca toplu iş sözleşmesi esnasında uyuşmazlık çıkması durumunda grev hakkını kullanabileceğini; hak grevi, dayanışma grevi gibi hakların kullanılmasının imkânsız olduğunu ortaya koymaktadır.
Bütün bu çekincelerimizin yanında asıl üzerinde durulması gereken konu; grevsiz toplu sözleşme hakkının uluslar arası sözleşmelere ve yerel ve uluslar arası yargı organlarının verdiği kararlara aykırı olmasıdır.
Ortada birçok yargı kararı varken, daha 1 yıl önce, 25 Kasım 2009’da ülkemizde milyonlarca kamu görevlisi bir günlük iş bırakma eylemi yapmış ve hukuken hiçbir yaptırıma tabi tutulamamışken, yargının bu kararlarını yok sayan bir Anayasa değişikliği, başka bir kargaşayı çağırmaktadır.
Son olarak Danıştay 12. Dairesi, 9 Şubat 2009 tarih, 2004/4643 Esas, 2005/313 No.lu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 21 Nisan 2009 tarihli kararları ile memurların grev yapmaları nedeniyle herhangi bir hukuki işleme tabi tutulamayacağını karara bağlamıştır.
Dolayısı ile hem yargı kararlarıyla hem evrensel sözleşmeler yoluyla hem de fiili uygulamayla sabit bir hak haline gelmiş olan grev hakkının, kanunlarla yasaklanması kabul edilemez.
Artık yargı kararları ve uluslar arası sözleşmeler aracılığıyla kesinleşmiş bir hak haline gelen grev hakkının Anayasa değişikliğine konu edilmeyişi, iktidar tarafından mutlaka açıklanması gereken bir konudur.
Bununla birlikte Anayasa değişikliğinde memurların Kamu İşveren Kurulu ile anlaşması durumunda toplu sözleşme hükümlerinin hayata geçirileceği öngörülmüştür ancak bugüne kadar imzalanan mutabakat metinlerini yok sayan hükümetin, toplu sözleşme hükümlerini uygulayacağına dair bir güvence de bulunmamaktadır.
Toplu görüşme mutabakat metinlerinin hayata geçirilmesi de mevcut yasal mevzuata göre bir zorunluluk olmasına rağmen Hükümet, kanunları çiğnemiş ve bugüne kadar üzerinde anlaşma sağlanan birçok konuyu hasıraltı etmiştir.
Bu nedenle idarenin toplu sözleşme hükümlerini uygulayacağı konusunda da ciddi şüpheler bulunmaktadır.
Bu şüpheleri ortadan kaldıracak olan uygulama; toplu sözleşme, uzlaştırma mekanizması, grev gibi konuların yasal mevzuatta nasıl ele alınacağıyla yakından ilgilidir.
Bu açıdan bakıldığında Anayasa değişikliğinin yanında, memurlar açısından toplu sözleşme hakkının kullanımı ve Uzlaştırma Kurulu kararlarının bağlayıcılığı noktasında, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılacak değişiklikler daha büyük önem taşımaktadır.
Anayasada yapılacak değişikliklere uygun bir yasal yapılanma sağlanamazsa, mevcut sendikal sorunların artarak devam etme tehlikesi, her zamankinden daha fazladır.
Ancak son günlerdeki gelişmeler bizlere bundan sonraki süreçte de değişen fazla bir şey olmayacağını göstermektedir.
Gerek 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gerekse, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda değişiklik içeren çalışmaların sendika temsilcilerinin görüşüne başvurulmadan gerçekleştirilme gayretleri vardır.
Dokuz yıllık toplu görüşme sürecinde keyfi olarak uygulanmayan mutabakat metinleri ve uzlaştırma kurulu kararları vardır.
Anayasa değişikliğinde evrensel değerlere uymayan ve mevcut sendikal hakları dahi gerileten maddeler vardır.
Dolayısı ile önümüzdeki süreç, memurlar açısından örgütlenme mücadelesinin biraz daha çetin hale geleceği bir dönem olacaktır.
Ancak eğer iktidar, kamu görevlilerine hak ettiği değeri ve evrensel hakları vermek isterse, hazırlayacağı kanunlarla bu iradeyi ortaya koyma gücüne ve fırsatına sahiptir.