"Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da Gezi olayları adı verilen bazı hadiseler yaşanmıştı" />
Türkiye Kamu-Sen'e bağlı Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal, Dolmabahçe Camii müezzini Fuat Yıldırım'ın, görev yerinin usulsüzce değiştirilmesine karşı çıkarak, aşağıdaki basın açıklamasını yaptı: "Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da Gezi olayları adı verilen bazı hadiseler yaşanmıştı Türkiye Kamu-Sen'e bağlı Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal, Dolmabahçe Camii müezzini Fuat Yıldırım'ın, görev yerinin usulsüzce değiştirilmesine karşı çıkarak, aşağıdaki basın açıklamasını yaptı: "Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da Gezi olayları adı verilen bazı hadiseler yaşanmıştı. Çeşitli mekanların olduğu gibi Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camiinin de gösteri yapılan alan içerisinde olması ve camide yaşananlar olaylara farklı bir boyut kazandırmıştır. Gösterici grubun çeşitli vesileler sonucu camiye girmeleri, camide kalmaları ve camideki davranışları üzerinden bugüne kadar ve bugün dahi bir kutuplaşma meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Camide içki içildi içilmedi tartışması üzerine yoğunlaşan bir kampanya başlatılmış, bu durum cami ve caminin müezzin-kayyımı olan görevlimiz üzerinden yürütülmeye çalışılmıştır. Birileri de buradan siyasi rant elde etmenin ve kutuplaşmanın yolunu aramıştır. Cami görevlilerimizin ve bütün Diyanet görevlilerinin unvanı ne olursa olsun sorumlulukları ve yapacakları görevler bellidir. Görüyoruz ki siyasetin malzemesi olarak kullanılan bu olayda ne yazık ki fatura orada hizmet eden din görevlisi müezzin-kayyım olan Fuat Yıldırım’a kesilmiştir. Diyanet’ten sorumlu Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın geçtiğimiz günlerde “Bezmi Alem Valide Sultan camiinde bazı şeylerin yaşandığını da iddia ederek, orada görevli olan kişilerin bunlarla ilgili yapması gerekenler var” açıklaması basına yansımıştır. Şu gerçeği herkes bilmektedir ki; camiler biz Müslümanlar için kutsal mekânlardır. Orada nasıl davranılacağı da bellidir. Camilere ve bütün dini mekânlara karşı aykırı davrananları, orada yapılmaması gereken fiilleri yapanları elbette kınıyoruz. Ancak, olağan dışı bir gösteri neticesinde toplumun can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli birimlerin dahi çaresiz kaldığı bir ortamda, cami görevlisinin yapması gereken var açıklaması ne kadar doğrudur? Değerli Basın Mensupları, Burada asıl olan müezzin-kayyım Fuat Yıldırım’ın görevini en iyi şekilde yapmış olmasıdır. Siyasilerin birbirleri ile olan tartışmalarına bir din görevlimiz kurban edilmiştir. Yerinden, yuvasından ve görevlisi olduğu camiinden geçici görev adı altında sürgüne gönderilmiştir. Valiliğin, il ve ilçe müftülüğünün, emniyet birimlerinin ve bütün kurumların yetersiz ve aciz kaldığı bir ortamda görevini layıkıyla yapmak üzere cefakârca hizmet aşkıyla görevine sarılan, bunun karşılığında kurumu ve amirlerince sahipsiz bırakılan Müezzin-Kayyım Fuat Yıldırım’ın ne suçu vardır? Görevlimizin suçu; soğukkanlı, sağduyulu davranması ve takdir edilecek çabaları neticesinde, cami içerisindeki grubun camiye ve cemaate bir zarar verilmeden dışarıya çıkarılmasını sağlaması mıdır? Yani görevlinin birleştirici ve yatıştırıcı görevini yapması mıdır? Yoksa sayın Başbakan’ın “camide içki içildi” sözünü söylememesi midir? Yalnız olmasına ve yalnız bırakılmasına rağmen müezzin-kayyım en iyi şekilde görevini yapmıştır. Fakat kurumu yani Diyanet İşleri Başkanlığı ve İstanbul İl Müftülüğü onu korumamıştır. Siyasetin ve siyasetçilerin atışmasına kurban etmiştir. Açıkçası bu durum bizi de şaşırtmamıştır. Kurumda adalet ve mensubiyet duygusunu tespit etmek amacıyla düzenlenen anket sonucuna göre kurum çalışanlarınca adalet ve güven duygusunun olmadığı tespit olunun bir kurumda bu gibi sahipsiz bırakılmayı görmek gayet doğaldır. Kurumun kendi personeline bu yanlış bakışını; müftü atamalarında, şef ve din görevlilerinin rotasyonunda, görevlilerin unvan değişikliğinde hep görmekteyiz. Kıymetli Basın Mensupları, Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarının ilkeli, sorumlu ve hakkının korunması için yılmadan mücadele eden, çalışanlarımızın her zaman yanında olan Türkiye Kamu-Sen ve Türk Diyanet Vakıf-Sen olarak, kim olursa olsun ayrım yapılmadan suç işleyenlerin cezalandırılmasını, iyi işleri yapanların da ödüllendirilmesini savunan bir anlayıştayız. Bugün itibariyle, Diyanet İşleri Başkanlığından yapılan açıklamaya göre “teftiş sürecinin selameti bakımından” denilerek Müezzin-Kayyım Fuat Yıldırım, ikamet ettiği, görevlisi olduğu Beyoğlu ilçesinden yaklaşık 40-50 km. uzaklıkta bulunan başka bir ilçeye Başakşehir’e görevlendirilmiştir yani sürgün edilmiştir. Buradan sormak gerekir ki, bu görevlendirme sayesinde hangi ve kaçıncı kez yapılan teftiş selamete erecektir? Görevinin başında olması bu selametliği bugüne kadar nasıl engellemiştir, bundan sonra da nasıl engelleyecektir? Olayların olduğu Mayıs ayının son günlerinden bu güne kadar yaklaşık dört ay geçmiştir. Bu dört ay boyunca İstanbul Valisi, İl Müftüsü başta olmak üzere Diyanet yetkilileri tek başına bırakılan görevliye sahip çıkmışlar mıdır? Bu dört aylık sürede basın yayın organlarında bir çok haber yayınlanmış, bu haberlerle görevlinin ilgisi olmadığı halde suçlu gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Görevliye basına bilgi verme izni verilmediği gibi kurum da kamuoyunu gereği gibi aydınlatmamıştır. Sonucunda da görevlinin suçu varmış gibi değerlendirmeler yapılmaya çalışılmıştır. Değerli Basın Mensupları, "Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” şeklindeki İslamiprensibin unutularak yapılanbu görevlendirmede, görevlinin içinde bulunduğu konumu ve ailevi durumu da hiç dikkate alınmamıştır. Görevlinin kendisinin hastalığının yanı sıra eşi de lösemi hastasıdır. Beyoğlu’ndan Başakşehir’e bu görevlimizin gidiş-gelişi sabah namazı da düşünüldüğünde nasıl sağlanacaktır. Ulaşım, yemek ve diğer giderlerini nasıl karşılayacaktır. Bu görevlendirmenin yani sürgünün vicdanla, insanlıkla ve din hizmeti sunmakla hiçbir bağdaşır yanı yoktur. Şahıs ve aile olarak mağdur ve mazlum olan bir din görevlisine yapılan bu uygulama tam anlamıyla bir zulümdür. Birileri tatmin olsun diye yapılan bu sürgünün kime ne faydası vardır. Bütün bunlar göz ardı edilerek yapılan bu görevlendirmenin çalışma hayatına, barışına ve huzuruna da bir katkısı olmayacaktır. Aksine bütün Diyanet görevlileri nezdinde, her şeyden önemli gördükleri güzide kurum Diyanet İşleri Başkanlığı’nın zedelenmesine, vicdanlarda rahatsızlık duyulmasına ve yaralanmasına sebep olacaktır. Türk Diyanet Vakıf-Sen olarak diyoruz ki; Din görevlilerinin ve bütün Diyanet çalışanlarının en önemli günlerinden birisi olan ve haftaya kutlayacağımız “1-7 Ekim Camiler ve Din Görevlileri Haftası” da fırsat bilinerek, Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarına sahip çıkmalıdır. Yapılan bu yanlıştan vazgeçmelidir. Cami ve görevli üzerinden yürütülen bu anlamsız tartışmaya bir son verilmeli ve yapılan bu haksız görevlendirme derhal iptal edilmelidir." Toplantıya, Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı ve Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri Önder Kahveci, Türk Büro-Sen Genel Başkanı ve Türkiye Kamu-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Fahrettin Yokuş, Türkiye Kamu-Sen Genel Eğitim Sekreteri ve Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Nazmi Güzel, Türkiye Kamu-Sen Genel Mevzuat Sekreteri ve Türk Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Karadavut, Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri ve Türk Enerji-Sen Genel Başkanı Celal Karapınar, Türkiye Kamu-Sen Genel Dış İlişkiler Sekreteri ve Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı Ahmet Demirci, Türkiye Kamu-Sen Genel Sosyal İşler Sekreteri ve Türk Yerel Hizmet-Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu da katıldı.
Paylaş
twittle