Türkiye Kamu-Sen olarak gündemde yer alan emeklilik yaşının yükselmesiyle ilgili neler olup bittiğine açıklık getirerek, görüşlerimizi ortaya koyduk
Türkiye Kamu-Sen olarak gündemde yer alan emeklilik yaşının yükselmesiyle ilgili neler olup bittiğine açıklık getirerek, görüşlerimizi ortaya koyduk.
Son günlerde basın yayın organlarında emeklilik yaşının yükseltileceği ile ilgili birçok haber yer almaktadır. Bu haberler üzerine kamu görevlileri de sosyal güvenlik sisteminde emeklilik durumlarını etkileyecek yeni bir değişiklik yapılacağı ve emekli olma yaşının yükseltileceği korkusuna kapılmışlardır.
Bilindiği gibi sosyal güvenlik sisteminin bütçeye yük getirdiği gerekçesiyle 8 Eylül 1999 tarihinde 4447 sayılı ve 30 Nisan 2008’de 5510 sayılı kanunlarla sosyal güvenlik sisteminde iki köklü değişiklik yapılmış, emeklilik yaşı yükseltilmiş, emekli olmak zorlaştırılmış, emekli aylığı bağlama oranı düşürülmüş, sağlık hizmetlerinden ve ilaç bedelleri üzerinden katkı payı alınmaya başlanmış ve Zorunlu Genel Sağlık Sigortası uygulamasına geçilmiştir. Bu yapılan değişikliklerin ardından yetkililerce sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilir bir yapıya kavuşacağı, sistemin açıklarının kapatılacağı iddia edilmişti.
Yapılan değişiklikler öncesinde ise; 8 Eylül 1999 tarihine kadar emeklilikte yaş şartı aranmıyordu. 18 yaşında işe girerek 20 yıllık sigortalılık süresini dolduran kadınlar 38, 25 yıllık sigortalılık süresini dolduran erkekler 43 yaşında emekli olabiliyordu. 1999 yılında yapılan düzenleme ile yaş şartı kademeli olarakkadınlar için 58, erkekler için ise 60 olarak değiştirildi. Ancak emekli olmak için aranan yaş şartının kademeli olarak artırılması nedeniyle bu uygulamaya zaman içinde geçilecekti.
Daha sonra çıkarılan 5510 Sayılı Kanunla, 30 Nisan 2008 tarihinden sonra ilk defa sigortalı olacaklarda emeklilik yaşı 2035’ten sonra prim gün sayısını dolduracakları tarihe göre kademeli olarak artırıldı ve 2048’den itibaren 65’e çıkarıldı.
Bu yapılan değişikliklerle birlikte Türkiye’de emekli olmak için 3 farklı uygulama ortaya çıktı. Kanun değişiklikleri, 1999 öncesi ilk defa sigortalı olanlar, 1999-2008 arasında ilk defa sigortalı olanlar ve 2008’den sonra ilk defa sigortalı olanlar açısından farklı emeklilik yaşları getirdi. Buna göre 1999 yılından önce ilk defa sigortalı olan bir çalışan, teorik olarak 48 yaşında emekli olabiliyorken; bu tarihle 2008 arasında ilk defa sigortalı olan çalışanın 58-60, 2008’den sonra ilk defa sigortalı olan bir çalışanın ise 65 yaşında emekli olması hükme bağlandı. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile amaç, daha geç emeklilik ve daha az emekli aylığı ödeme sistemini getirmekti.
Sosyal Güvenlikte yapılan bu reformlarla birlikte sosyal güvenlik açıklarının azaltılması amaçlanmış ancak, atılan ciddi adımlara rağmen açıkların sürmesi, emeklilik yaşıyla ilgili ciddi arayışları beraberinde getirmiştir.
Edindiğimiz bilgilere göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, tüm bakanlara 2008 yılında çıkarılan 5510 sayılı Kanunun dördüncü yılı nedeniyle bir sunum yapmıştır. Sunumda 2008 yılında gerçekleştirilen reformla ilgili gelinen noktalar izah edilmiştir. 5510 sayılı Kanunun 81 inci maddesinde; “…Devlet, Kurumun ay itibarıyla tahsil ettiği malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile genel sağlık sigortası priminin dörtte biri oranında Kuruma katkı yapar. Devlet katkısı olarak hesaplanacak tutar talep edilen tarihi takip eden 15 gün içinde Hazinece Kuruma ödenir.” hükmüne be bu hüküm çerçevesinde sosyal güvenlik sistemine devletçe yapılan katkıya rağmen sosyal güvenlik açıklarının artarak sürmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.
Yine gelen bilgilere göre toplantıda diğer bakanlar, konunun çözümü için gerekli tedbiri Bakan Çelik’e sordu; Bakan Çelik de halen yapılan reformlara rağmen bazı çalışanların genç denebilecek yaşlarda emekli olabildiğini ve bu yaşın 53’e çekilmesiyle açığın duracağını belirtti. Yani, halen 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52 yaşlarında emekli olanların emeklilik yaşının 53’e çıkarılmasını teklif etti. Diğer bakanlar da bu konuda çalışma yapılmasının yerinde olacağını ifade ettiler. Ancak, böyle kritik bir konuda son sözün Başbakan’da olacağını belirttiler.
Dolayısıyla şu anda gelinen noktada emeklilik yaşının yükseltilmesi ile ilgili olarak başlatılmış bir çalışma olmamasına rağmen yakın bir zamanda bu konu ile ilgili girişimlerin başlayacağını söylemek mümkündür. Buna göre başlatılacak çalışma ağırlıklı olarak 1999 öncesi ilk defa sigortalı olup, diğer gruplara göre nispeten daha erken yaşlarda emekli olma hakkı bulunan kesimi etkileyecektir. Çünkü hem 1999’dan sonra hem de 2008’den sonra ilk defa sigortalı olanlar zaten 58-60 yaş uygulamasına tabidir ve 2035 yılından sonra da emeklilik yaşı kademeli olarak 65’e yükselecektir.
Dolayısıyla yapılması planlanan değişiklik en iyi ihtimalle 1999 yılından önce ilk defa sigortalı olan çalışanların emekli olabilmeleri için gerekli yaş sınırının yine kademeli olarak 60’a çıkarılması olacaktır.
Görüldüğü üzere 8 yıl içerisinde 2000 ve 2008 yıllarında yapılan sözde reformlarla çalışanlara acı reçete dayatılmış, emeklilik yaşı yükseltilmiş, emekli maaşı bağlama oranı düşürülmüş, sağlıkta katkı payı uygulaması başlatılmıştır. Bu uygulamalar yapılırken her iki reformda da sosyal güvenlik açıklarının kapatılacağı söylenmiştir. Ancak gelinen noktada çalışanların haklarının kısıtlanmasıyla, mezarda emeklilik yasalarıyla sosyal güvenliğin sorunlarının çözülemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Sosyal güvenlik, toplumsal hayatımızın en önemli yapı taşlarından biridir. Toplumun tüm fertlerinin gelecek kaygısı taşımadan yaşlılık, hastalık, sakatlık ve işsizlik gibi durumlarda, mensubu olduğu devleti tarafından korunup gözetilmesi ve güvence altına alınması, o devletin vatandaşına verdiği değeri ortaya koyması açısından önemlidir.
Sosyal güvenlik sistemine yapılan devlet katkısını kara delik olarak gören anlayışı şiddetle reddediyoruz. Sosyal devlet olmanın gereği, milletin sosyal güvenlik ve sağlık yükünü karşılamaktan geçer. Sosyal güvenliğe yapılan devlet katkısı sosyal devlet olmanın bir gereğidir ve Avrupa’da ve dünyada pek çok ülke bu şekilde sosyal güvenlik sistemine katkıda bulunmaktadır. Avusturya, bütçesinin yüzde 26’sını, Belçika yüzde 27’sini, Fransa yüzde 28’ini ve Danimarka yüzde 29’unu sosyal güvenliğe ve sosyal yardımlara ayırırken; Türkiye’de bütçenin yüzde 20’si sosyal güvenlik ve sosyal yardımlara ayrılmaktadır. Dünyadaki en düşük oranlardan biri olan bu rakam bile toplumumuza kara delik olarak yansıtılmakta ve sosyal güvenlik sistemi adeta ülkemizdeki bütün sorunların nedeni gibi gösterilmektedir.
Elbette sosyal güvenlik sisteminin açık vermemesi arzu edilen bir durumdur. Ancak bunun yolu sistem içindeki vatandaşları cezalandırmak değil, prim ödeyen ve sisteme katkıda bulunanlara her türlü kolaylığı sağlayıp, sistemin dışına kaçanları kayıt altına almaktır. Ülkemizde çalışan her iki kişiden biri sosyal güvenlik sistemine kayıtlı değilken, sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını kapatmak mümkün değildir. Bu nedenle sosyal güvenlik sisteminde yapılacak her türlü değişiklik, kayıt dışı istihdamı kayıt altına almak üzerine olmalıdır.
Çalışanların ve emeklilerin haklarının kısıtlanmasına dayanan tedbirlerle, sosyal güvenlik açıklarını kapatmayı amaçlayan bu tür çalışmalara Türkiye Kamu-Sen olarak karşı çıkıyoruz. Bu tarz yaklaşımlar sosyal güvenlik sisteminin bütün yükünü memura, işçiye, çiftçiye, emekli, dul ve yetime yüklemek üzerine kurgulanmıştır. Suç işleyen, vergi kaçıran, kayıt dışı işçi çalıştıranları ödüllendiren anlayış, ülkemizin sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu açmazın temel sebebidir. Şu anda Başbakanın inisiyatifine bırakılan sorunun çözümü için daha önce yaptığı yanlışlardan ders alınmalı ve bu konuda sağduyunun sesi dinlenerek bir kez daha yanlışa düşülmemelidir.