2013-2014 eğitim-öğretim yılı yarın sona eriyor
2013-2014 eğitim-öğretim yılı yarın sona eriyor. Eğitim-öğretim bu yıl birçok açıdan sancılı geçti. Özellikle MEB Yasası ile eğitimde tüm dengeler alt üst edildi, 76 bin yöneticinin görevine son verildi, adeta bundan sonra siyasi erke biat etmeyenlere adeta ‘bertaraf olun’ denildi. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir kadrolaşma operasyonu yapıldı, dershanelerin kapatılması yasalaştı. MEB çalışanları fişlendi, askeri darbe dönemlerini hatırlatan fişlemelerin üzeri örtüldü. Öte yandan okullaşma oranlarında beklenen ilerleme sağlanamadı, derslik açığı, öğretmen açığı yine giderilemedi, ücretli öğretmenlik uygulaması devam etti, okullarda fiziki alt yapı yetersizlikleri öncelikli sorunlar arasında yer aldı. Geride bıraktığımız yıl içerisinde özür grubu tayinlerinde Bakanlığın inadı sürdü. Özür grubu tayinlerinin yılda iki kez yapılmasını, öğrenim özrünün özür grubu tayinleri içinde yer almasını ve il-ilçe emrinin geri getirilmesini talep etmemize rağmen Bakanlık uyarılarımızı göz ardı etti. Bölgeler arası ve okullar arası farklılıklar giderilemedi. Şimdi eğitimde yaşanan öncelikli meselelere göz atalım.
MEB’DE YÖNETİCİLİKTE KRİTER; SİYASİ PARTİ YANDAŞLIĞI, KİŞİSEL İLİŞKİLER VE TORPİL OLACAKTIR.
Milli Eğitim Bakanlığı öyle bir yasa ihdas etti ki, eğitim camiasında infial yarattı. Dershaneleri kapatıyoruz diye yol açan iktidar, bir baktık ki, adeta milli eğitimin kökünü kazımaya ant içmiş. Bütün itirazlarımıza, yasanın sakıncalarını anlatmamıza rağmen siyasi erk ve MEB inadından vazgeçmedi.
Siyasi erk, MEB Yasasını çıkararak milli eğitimin temel taşlarını yerinden oynattı. Bu yasayla birlikte 4 yılını dolduran okul müdürleri, müdür başyardımcıları, müdür yardımcıları görevden alındı; il milli eğitim müdürleri, ilçe milli eğitim müdürleri, il milli eğitim müdür yardımcıları, MEB’de üst düzey yöneticilerin görevlerine son verildi. 4 yılını dolduran okul yöneticilerinin görevi yarın itibariyle hukuken sona erecektir.
Sayıları 76 bini bulan yöneticinin kazanılmış hakları ve sosyal statüleri hiçbir gerekçe gösterilmeden bir yasayla ellerinden alınmıştır. Bundan sonra MEB’de iktidara biat etmeyen, yapılan yanlışlara ses çıkaran, farklı dünya görüşüne sahip olanlara yaşama hakkı tanınmayacak, bu kişiler MEB’de yönetici olamayacaklardır.
Yönetici Atama Yönetmeliği de yayınlanmıştır. Hazırlanan yönetmeliğin milli eğitime fayda getirmeyeceği ve beklentilerimizi karşılamayacağı aşikârdır. Gerek ilk defa müdürlüğe başvuracaklar gerekse görev süreleri uzatılacak yöneticiler için objektif kriterler getirilmemiştir. Yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda her ne kadar başarılı kişilerin okul yöneticisi olarak devam edeceği açıklanmış ve okul yöneticileri için objektif kriterler getirileceği söylenmişse de, yayınlanan yönetmelikle bu sözlere sadık kalınmadığı ve sendikamızın yönetici görevlendirmeleri kriterleri ile ilgili getirdiği tekliflerin yeteri kadar dikkate alınmadığı görülmüştür.
Görev süresi uzatılacak müdürler; ilçe mili eğitim müdürleri, ilçe milli eğitim şube müdürleri, öğretmenler, okul aile birliği başkanı ve başkan yardımcısı ile öğrenci meclisi başkanı tarafından değerlendirilecektir. Bu noktada değerlendirmeye etki eden puanlar çok önemlidir. En kıdemli ve en kıdemsiz öğretmenin değerlendirmesi (aritmetik ortalaması) 10 puan, öğretmenler kurulunca seçilecek iki öğretmenin değerlendirmesi (aritmetik ortalaması) 10 puan, okul aile birliği başkan ve başkan yardımcısının değerlendirmesi (aritmetik ortalaması) 10 puan, öğrenci meclis başkanının değerlendirmesi 10 puan iken; ilçe milli eğitim müdürünün değerlendirmesi 25 puan, insan kaynaklarından sorumlu ilçe milli eğitim şube müdürünün değerlendirmesi 20 puan, değerlendirilecek eğitim kurumundan ilçe milli eğitim şube müdürünün değerlendirmesi 15 puan ise balık baştan kokmuş demektir. Anlaşılmıştır ki; okul müdürünün görev süresinin uzatılmasında öğretmenin sadece göstermelik bir etkisi olacak, asıl değerlendirmeyi büyük bir kısmının hak ederek o makamlara gelmediğini bildiğimiz siyasetin ve yandaş bürokrasinin kumandası altında olan kişiler yapacaktır. Bir ilçe milli eğitim müdürü ya da şube müdürü neye göre değerlendirme yapacaktır? O müdürün yöneticilik vasıflarına sahip olup olmadığını nasıl bilecektir? İlçe milli eğitim müdürü, şube müdürü o yöneticiyle uzun yıllar çalışmış mıdır? Burada kişisel ilişkiler, siyasi parti yandaşlığı, torpil, sempati v.b. faktörler devreye girecek, kariyer ve liyakat, ehliyet tamamen ortadan kaldırılacak ve korkarız ki, okullarda iş bilmez müdür dönemi başlayabilecektir.
Ayrıca müdür başyardımcısı ve müdür yardımcılarının müdür tarafından belirlenmesi de kabul edilemezdir. Objektif değerlendirme, sınav kazanmış olmak bunun neresindedir? Bu şekilde hak edenler değil, okul müdürü ile iyi ilişkisi olanlar, aynı dünya görüşüne sahip olanlar, siyasi ve sendikal tercihleri örtüşenler müdür yardımcısı, müdür başyardımcısı olacaktır. Artık müdür yardımcısı olmak için bileğinin hakkı, alnının teri değil; okul müdürünün, hatta siyasi parti teşkilatlarının referansı yeterli olacaktır.
Sözlü sınavın ise ne anlama geldiğini bilmeyen yoktur. Kimlerden oluştuğu çok belli olan bu komisyon bir yöneticinin analitik düşünebilme ve analiz yapabilme yeteneğini, temsil kabiliyeti ve liyakat düzeyini, muhakeme gücü ve kavrayış düzeyini, iletişim becerilerini, özgüveni ve ikna gücünü, genel kültürünü nasıl ölçecektir? Yandaş olmak mı komisyon üyelerinin ikna olmasını sağlayacaktır? Ya da bir yerlerden gelen talimatlarla işaret edilen adayların mı muhakeme gücünün ve kavrayış düzeyinin yüksek olduğuna karar verilecektir?
Şunu da belirtelim; mevcut tabloya bakıldığında ilçe milli eğitim müdürlüğüne yapılan görevlendirmelerin bir sendikanın üyeleri olduğu görülmektedir. Hatta işi öyle ilerletmişler ki, örneğin İstanbul’a yapılan 21 ilçe milli eğitim müdürü görevlendirmesi bir sendikanın ya şube başkanı ya yönetim kurulu üyesi ya da temsilcisidir. Hal böyleyken müdür, müdür yardımcısı, müdür başyardımcısı görevlendirmelerinde hangi başarıdan söz edilecektir? Başarı ve performans ancak ölçülebilir objektif kriterler getirilirse değerlendirilebilir. Okullar, kendisine kıyak geçilen, siyasi iktidardan icazet alan yöneticiler tarafından mı yönetilecektir? Bakanlık bu konudaki tekliflerimizi, yazılı sınav sonuçlarını hiçe saymıştır. Başarıya, performansa kriter getirilmemiş, tek kriter yandaşlık olmuştur. Artık okulları siyasi referansla getirilen kişiler yönetecektir.
MEB’in son dönemde yaptığı uygulamalara baktığımızda; MEB’de artık mesleki bilgi, tecrübe, liyakat hiçe sayılmakta; adı torpil ile özdeşleşen sözlü sınavlar merkeze alınmakta ve kendi oluşturdukları sözde komisyonlar tarafından yandaşlara havadan koltuk dağıtılmaktadır. MEB BUNDAN SONRA TORPİL VE YANDAŞ CENNETİ OLARAK ANILACAKTIR.
Şunu da belirtmek istiyoruz ki; AKP iktidarında her bakan değişikliğinde kadrolar yenilenmektedir. Bakanların yakın çalışma arkadaşlarını seçmesi elbette yadırganamaz ama bu değişim, Bakanlığın tüm birimlerine yansıyorsa, kadrolaşmaya yol açıyorsa, keyfi uygulamalarla hak yeniliyorsa, Merkez ve Taşra Teşkilatı’nın lağvedilmesiyle sonuçlanıyorsa, Bakanlığın hafızası siliniyorsa, tek suçu MEB’i doğru bir şekilde yönetmek olan insanlar cezalandırılıyorsa bunu da kabul etmemiz mümkün değildir.
MEB bunu hep yapmaktadır. MEB hep hukuksuz uygulamalarıyla infial yaratmaktadır. Şube müdürlüğü görevlendirmelerinde de sendikamızın açtığımız dava ile görevde yükselme çerçeve yönetmeliğinin yürütmesi durdurulmuştu. Dolayısıyla yakın bir zamanda MEB’in bu çerçeve yönetmeliğe göre hazırladığı yönetmeliğin de yürütmesi durdurulacak ve şube müdürlüğü atamaları iptal edilecektir. Şube müdürü görevlendirmelerinin sayısı şu anda 650’nin üzerindedir. Şube müdürlüğü görevlendirmelerinde de hiçbir kriter aranmamakta, mülakatla iktidara yakın kişiler şube müdürü yapılmakta; emek, alınteri, liyakat, kul hakkı hiçe sayılmaktadır. MEB’de Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir ADAM KAYIRMACILIK, KADROLAŞMA DEVRİ yaşanmaktadır.
ÖĞRETMENLERİN STAJYERLİKLERİ AHBAP-ÇAVUŞ İLİŞKİSİYLE KALDIRILACAK.
DERSHANE ÖĞRETMENLERİNİN KPSS’SİZ KADROYA ALINMASI İSE EMEK HIRSIZLIĞIDIR.
MEB Yasasının sakıncalarından ve atama bekleyen öğretmenlerin en büyük rahatsızlıklarından birisi de dershane öğretmenlerinin KPSS’siz MEB kadrolarına alınmasıdır. Bu uygulama KPSS’ye yıllardır hazırlanan, atanmak için bekleyen, emek, alın teri, gözyaşı döken gençlerimize yapılan büyük bir haksızlıktır. Bunun adı tam anlamıyla emek hırsızlığıdır. Bir yandan 350 bin evladımız gece gündüz çalışacak, KPSS’ye hazırlanacak, yüksek puan almasına rağmen atanamayacak; diğer yandan dershane öğretmenleri KPSS’ye girmeden, hiçbir çaba göstermeden, alın teri dökmeden MEB’e kadrolu öğretmen olarak atanacak. Ayrıca dershane öğretmenlerinin tamamıda MEB kadrosuna alınmayacak. Sözlü sınav yapılacak, sözlü sınavda başarılı (!) olanlar öğretmen olarak atanacak. Bu; AKP iktidarının kendi yandaşlarını, sırdaşlarını, can yoldaşlarını MEB kadrolarına ataması demektir. Bu; torpille öğretmenliğe zemin hazırlamak demektir.Bu; başarıyı, liyakati, alın terini yerle yeksan etmek demektir.Bu; MEB’de var olan torpil ve adam kayırma furyasının bugüne kadar şaibesiz yapılan öğretmen atamalarına da sıçrayacağı anlamına gelmektedir.
Bu yasanın en tartışmalı yönlerinden bir diğeri aday öğretmenlere getirilen düzenlemedir. KPSS’yi kazanarak öğretmen olanlara ‘Yetmez. Performans değerlendirmesinden başarılı olacaksın, daha sonra yazılı ve sözlü sınava gireceksin’ denilmektedir. Performans kriterleri ise belli değildir. Sınavda başarılı olamayan öğretmenler bu kez başka bir ilçeye atanacak ve aynı uygulamalara yeniden tabi olacaktır. Öğretmen, tekrar başarısız olursa meslekle ilişiği kesilecektir. Bunu hazırlayan nasıl bir zihniyettir? Performans, sözlü sınav gibi adam kayırmaya, biat kültürü oluşturmaya, siyasi yandaşlığa zemin hazırlayan uygulamalar asla kabul görmez. Öğretmenlere engel üzerine engel koyan, üstelik konulan engellerde objektif olmayan yöntemleri uygulayan MEB, anlaşılan o ki öğretmenlerin stajyerliklerini de ahbap-çavuş ilişkisiyle kaldıracaktır.
Dershanelerin kapatılması bu yıla damga vuran konularından biri olmuştur. Dershanelerin kağıt üzerinde kapatılmasıyla fiili olarak da kapatılacağını zanneden siyasi erk tüm uyarılarımızı göz ardı etmiştir. Sınav devam ettiği sürece öğrenciler takviye yöntemlere başvuracak, bu kez denetimden, kontrolden uzak dershanecilik faaliyetleri yapılacak, hücre dershaneler türeyecektir. SBS’nin kaldırılıp, yeni liselere giriş sistemine geçilmesiyle birlikte nasıl dershanelerin ihtiyaç ortadan kalkmadıysa, üniversiteye giriş sistemi de değiştirilse dershanelere olan ihtiyaç ortadan kalkmayacaktır. Pedagoji ilmi doğrultusunda hareket etmeden, siyasi hezeyanlara kapılarak dershaneleri kapatanlar, bunun ağırlığı altında ezilecektir. Ayrıca MEB, dershane sahipleri tarafından açılacak davalara da enerji sarfetmek zorunda kalacaktır.
Öte yandan, bilindiği üzere bu yasa iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştı. Ancak Anayasa Mahkemesi 11 Haziran’da gerçekleştirdiği kurul toplantısında yasanın okul yöneticileri ile ilgili maddesi hakkında yürütmeyi durdurma talebini reddetmiştir. Oysa Yüce Mahkeme’nin bu maddenin yürütmesini durdurmamış olması, gerek kazanılmış haklar bakımından gerekse hukuk devleti ilkesinin çiğnenmemesi adına ciddi bir sıkıntı oluşturacaktır. Yöneticilik; insanların bileğinin hakkı ile, emek vererek, alın teri dökerek kazanmış olduğu bir statüdür, bunun sadece bir görevlendirme olarak değerlendirilmesi kabul edilemez. Yüce Mahkemenin bu son kararı, Bakanlığın yayınladığı yönetici görevlendirme yönetmeliğinin kusurlu ve ucube hükümlerinin uygulanmasına imkân verecek ve okullarımızı büyük sıkıntılara mahkûm bırakacak, eğitim kurumlarımızın ehil olmayan ve yandaşlıkla prim yapan kişilere teslim edilmesine neden olacaktır. Dileriz Anayasa Mahkemesi, davanın esastan görüşülmesi aşamasında eğitim çalışanlarının hak gaspına ve eğitimin bir bilinmeze sürüklenmesine engel olacak ve iptal kararını verecektir. Bunun aksi bir durumda sendikamızın hukuk mücadelesini gerekirse AİHM’e kadar taşıyacağının bilinmesini istiyoruz.
2014 YILINDA 100 BİN ATAMA İSTİYORUZ.
Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilmesi, eğitimde çağ atlaması, tüm çocuklarımızın sağlıklı bir eğitim-öğretim görmesi öğretmenlerimize bağlıdır. Çocuklarımız eğitimin kilometre taşı olan öğretmenlerimiz sayesinde ufkunu genişletir, hayata atılır, meslek edinir ve en önemlisi de iyi ve ahlaklı bir birey olur. Ancak bizim ülkemizde ne yazık ki öğretmenlere yeteri kadar değer verilmemektedir. Öğretmen istihdamı da sanki eğitimin dördüncü, beşinci meselesi gibi görülmektedir. Öğretmen açığını sorun olarak görmekten uzak bir MEB anlayışıyla karşı karşıyayız. MEB Ağustos ayında 40 bin öğretmen ataması yapacaktır. Bununla ilgili tasarı hazırlanmıştır. Oysa her yıl yapılan 40 bin, 50 bin atama ile öğretmen açığı sorunun giderileceğini, öğretmensiz okul kalmayacağını, çocuklarımızın donanımlı bir eğitim-öğretim göreceğini düşünmek safdilliktir.
Ülkemizde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilkokulda 19, ortaokulda 18, ortaöğretimde de 16’dır. Bu rakam tabii ki, matematiksel açıdan ülke ortalamasını göstermektedir.Biliyoruz ki, Büyükşehirlerde ve bazı bölgelerimizde inanılmaz mevcutlu okul ve sınıflarımız bulunmaktadır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilkokulda 24, ortaokulda 23, ortaöğretimde 22; Ağrı’da ilkokul’da 28, ortaokulda 30, ortaöğretimde 23; Van’da ilkokul ve ortaokulda 27, ortaöğretimde 21; Hakkari’de ilkokulda 30, ortaokulda 23, ortaöğretimde 24; Şırnak’ta ilkokulda 34, ortaokulda 23, ortaöğretimde 24, Şanlıurfa’da ilkokulda 29, ortaokulda 32, ortaöğretimde 25’dir.
OECD ülkeleri ile kıyasladığımızda öğretmen başına düşen öğrenci sayısında büyük bir uçurum vardır. OECD ülkeleri ortalamasına göre öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilkokulda 15,4, ortaokulda 13,3, ortaöğretimde ise 13,9’dur. Bu standartlardan hareket edildiğinde ülkemizde öğretmen açığı ilkokulda 82 bin 867, ortaokulda 116 bin 461, ortaöğretimde ise 32 bin 163’tür.Bu koşullarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen atama politikasını gözden geçirmesi bir mecburiyet haline gelmiştir.
350 bin öğretmen atanmak için yıllardır beklemektedir. Öğretmen ihtiyacı da rakamlardan da görüldüğü üzere gün gibi ortadadır. Buna rağmen Bakanlığın bir dişin kovuğunu doldurmayacak sayıda atama yapması inanılır gibi değildir.Bu tam anlamıyla göz boyamaktır.
Atama bekleyen öğretmenlerin ciddi sayıda beklentisi bulunmaktadır. Başbakan atama bekleyen öğretmenlerin bu talebine ‘Biz devlet yönetiyoruz, bakkal dükkânı yönetiyorlar’ şeklinde cevap vermişti. Eğitim ciddi ve milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir alandır. Dolayısıyla Başbakan’ın bu konuda verdiği cevap çok yaralayıcıdır, küçümseyicidir. Sayın Başbakan; elbette devlet yönetiyorsunuz. Ama devlet yönetmek kendi ülkesindeki milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir sorunu görmezden gelmek demek değildir. Devlet yönetmek haklı taleplerin önüne set çekmek değildir. Devlet yönetmek bildiğimi okurum demek değildir. Eğitimde zaten ne bakkal dükkânı ne de tuhafiyeci işletmeye benzer. Dolayısıyla bu talebi görmezden gelmek devlet adamı ciddiyetine yakışmamaktadır.
Buradan sesleniyoruz: Memleket evlatlarını kahvehane köşelerine mi terk edelim? Sokaklarda işsiz güçsüz gezmelerine göz mü yumalım? Gözümüzün önünde travma yaşamalarına, hayata küsmelerine seyirci mi kalalım?37 öğretmen ataması yapılmadığı için intihar ederken, elimizi kolumuzu bağlayıp mı oturalım? Devlet imkânları bu mu diyelim? Oysa ülkeyi yönetenler güçlü bir ekonomiye sahip olduğumuzu sürekli vurguluyor. Her şeyi geçtik, yolsuzluklar yerine bu gençlerin istihdamına ağırlık verilseydi, bugün Türkiye bambaşka bir ülke olurdu. Bu noktada talebimiz Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu kararın yeniden gözden geçirilmesi, Başbakan’ın inadından vazgeçmesidir. Talebimiz şudur: Ağustos ayında yapmayı planladığınız 40 bin atamaya 50 bin öğretmen ataması daha ilave edin. Böylece geçtiğimiz Şubat ayında yapılan 10 bin atama ile 2014 yılında ataması yapılan öğretmen sayısı 100 bin olacak ve bu da eğitim-öğretim hayatımıza ilaç gibi gelecektir.
MODERN KÖLELİK OLAN
ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİKLE NEREYE KADAR?
Ücretli öğretmenlik, eğitim hayatımızı 90 yıl geriye götüren bir uygulamadır. Devletin öğrencilerin kaderini belirleyen öğretmenleri, yevmiye usulü yani girdiği ders başına ücret vererek çalıştırması utanılacak bir durumdur. Bakanlık, aylık geliri 600-700 TL olan, iş güvencesi, sağlık ve sosyal güvencesi olmayan öğretmenlerle öğretmen açığını kapatmaya çalışmaktadır. Bu şekilde öğretmen çalıştırarak kar elde eden devlet ne yazık ki eğitim-öğretimin kalitesini düşürmektedir. Sendikamızın, geçtiğimiz yıl yaptığı araştırmaya göre; 68 ilde ücretli öğretmen sayısı 55 bin 987’dir. Ücretli öğretmenlerin 23 bin 117’si eğitim fakültesi mezunu, 23 bin 248’i lisans mezunu, 9 bin 622’si ön lisans (iki yıllık meslek yüksek okulu) mezunudur. İki yıllık yüksek okul mezunları bile bu ülkede ücretli öğretmen olarak derslere giriyorsa, vay eğitimin haline… Ücretli öğretmen istihdamı, ne yazık ki asıl istihdam haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Milli Eğitim Bakanlığı bu kadar mı acizdir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kadar mı yoksuldur? Eğitimde kısıtlama yapamazsınız. Eğitimde nitelikli öğretmen istihdam etmek zorundasınız. İki yıllık okul mezunları, açık öğretim mezunlarıyla bu iş olmaz. Doğru bir istihdam politikası oluşturamazsanız eğitimin kalbine ok saplamış olursunuz. Gelin modern kölelik düzeni olan ücretli öğretmenlik uygulamasına son verin ve tüm öğretmenleri kadrolu istihdam edin.Aksi takdirde geleceğimizi kaybederiz.
ÇOCUKLARIMIZIN YERİ TERÖRİST YUVALARI DEĞİL, OKULLARDIR!
Son dönemde PKK tarafından kaçırılan çocuklar meselesine de dikkat çekmek istiyoruz. Terör örgütü günlerdir Bingöl karayolunu kapatmış durumdadır. PKK kimlik kontrolü yapmakta, kendi mahkemelerini kurmaktadır. Son olarak da terör örgütü mensupları rengini şehitlerimizin kanından alan, bağımsızlığımızın sembolü, şerefimiz, kutsalımız olan ay yıldızlı al bayrağımızı indirme ahlaksızlığını göstermiştir.Şu anda bölgede devlet etkinliğini kaybetmiştir. Bölge, adeta tamamen PKK tarafından kontrol edilir hale gelmiştir. Bu süreçte çocuklarımız da PKK tarafından kaçırılmakta, kandırılmakta ve dağa götürülmektedir. Hem eğitime engel olmak isteyen, hem ‘bu bölgede hala ben güçlüyüm’ mesajı veren, hem de kadrosunu genişletmek isteyen terör örgütünün çocukları kaçırması ibret vericidir. Bu noktada Hükümetin elinin kolunun bağlı olması, sözde bir siyasi partiden yardım istemesi acı ve utanç vericidir. PKK ile pazarlık masalarına oturanların, terör bitti diyerek caka satanların, hatta bu şekilde oy devşirmeye talip olanların düştüğü durum çok düşündürücüdür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni böylesine aciz duruma düşürenler, teröristlerin eteklerinde gezinenler yaptıkları hataların farkına varmalıdır. Daha da acı olanı AKP’nin bir milletvekilinin, kaçırılan çocuklar meselesine yaklaşımıdır. Zat-ı muhterem çocukların kaçırılmasının sorumluluğunu öğretmenlere yüklemeye çalışmış ve ‘öğretmenler mülakatla alınsın’ şeklinde ucube bir öneri getirmiştir.
Bu zat-ı muhterem, bu ülkede öğretmen açığını gidermek için ücretli öğretmen çalıştırıldığından habersizdir. Eski Bakan Ömer Dinçer’in ‘Oraya gönderdiğimiz öğretmenler ayrıldıkları zaman ücretli öğretmen almak durumunda kalıyoruz. Ve PKK'nın yönlendirdiği ücretli öğretmenleri almak durumunda kalıyoruz’ şeklindeki sözlerinden habersizdir. Kürtçe bilen öğretmenler olmadığı için seçmeli Kürtçe derslerinin ücretli öğretmenler tarafından verildiğinden, dolayısıyla bölücü faaliyetlerin okul çatısı altında hayat bulmasının kaçınılmaz olduğundan, PKK’nın bu şekilde okul bile yönetebileceğinden habersizdir. Ücretli öğretmenliğin, MEB tarafından neredeyse asıl istihdam haline getirildiğinden habersizdir. Dolayısıyla sorun ücretli öğretmen istihdamıdır. Ücretli öğretmenlik kaldırılıp, tüm öğretmenler kadrolu olarak atanırsa ve yıllardır dile getirdiğimiz Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile diğer illerin mahrumiyet bölgelerinde öğretmen açığını kapatmak için buralarda görev yapan öğretmen ve eğitim çalışanlarına “mahrumiyet tazminatı” olarak bir ay tek, bir ay çift maaş uygulaması veya bölgenin mahrumiyet derecesine göre bir brüt asgari ücret tutarı ile üç brüt asgari ücret tutarı arasında değişen miktarlarda ilave ücret ödenmesi uygulaması getirilirse o bölgedeki öğretmen açığı sorunu da ortadan kalkacaktır.
Çocukların kaçırılmasını bahane ederek, öğretmenlerin mülakatla atanmasını istemek sorunun kaynağını bilmemek, gerçekleri görmemek demektir. Devlet, PKK’lıların yol kesmesine engel olamazken, siz kandırılan, kaçırılan çocuklar için öğretmenleri nasıl suçlayarak kendi sorumluluğunuzu ortadan kaldırırsınız? Kaldı ki, terör örgütüne öğrenci gönderen varsa, bunları tespit etmek ve milli eğitim ile ilişkisini de sizin sorumluluğunuz da değil midir?
Türk Eğitim-Sen olarak bu çocuklarımızın en kısa zamanda geri getirilmesini ve Hükümetin bu konuda etkili bir yaklaşım sergilemesini istiyoruz. Hiçbir anne babanın gözü yaşlı kalmamalıdır. Çocuklarımızın yeri terörist yuvaları değil; okuldur, ana-baba kucağıdır. Şu da unutulmamalıdır ki; PKK’yı pazarlık masalarında yok edemezsiniz. PKK’nın kökü kurutulmadıkça Türkiye daha çok acılar yaşayacaktır.
OKULLAŞMA ORANLARINDA HEDEFE NE ZAMAN ULAŞILACAK? DERSLİK AÇIĞI SORUNU NASIL ÇÖZÜLECEK?
2013-2014 eğitim-öğretim yılında okullaşma oranları yine yüzde 100 seviyesinde değildir. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında okul öncesinde okullaşma oranı 4-5 yaşta yüzde 37,46; 5 yaşta 42,54’tür. İlkokulda okullaşma oranı yüzde 99,57’dir. İlkokulda okullaşma oranı erkeklerde yüzde 99,53, kızlarda yüzde 99,61’dir. Ortaokulda okullaşma oranı yüzde 94,52’dir. Ortaokulda okullaşma oranı erkeklerde yüzde 94,57, kızlarda yüzde 94,47’dir. Ortaöğretimde ise okullaşma oranı yüzde 76,65’dir. Ortaöğretimde okullaşma oranı erkeklerde yüzde 77,22, kızlarda yüzde 76,05’dir.Okullaşma oranları yüzde 100 seviyesine ulaşmadığı müddetçe eğitimde koyduğumuz hedeflere ulaşmamız mümkün değildir.
Öte yandan derslik açığı en ciddi meselelerimizden birisidir. OECD ülkelerinde ortalama sınıf mevcudu ilkokulda 21,2, ortaokulda 23,3’tür. Ülkemizde ise derslik başına düşen öğrenci sayısı ilkokul ve ortaokulda 29, ortaöğretimde de yine 29’dur.Bu rakamlar büyükşehirler ile bazı bölgelerimizde daha da fazladır. Derslik başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilkokul ve ortaokulda 39, ortaöğretimde 35; Bursa’da ilkokul ve ortaokulda 34, ortaöğretimde31; Adana’da ilkokul ve ortaokulda 35, ortaöğretimde 31;Van’da ilkokul ve ortaokulda 36, ortaöğretimde 29; Hakkari’de ilkokul ve ortaokulda 39, ortaöğretimde 45; Şanlıurfa’da ilkokul ve ortaokulda 46, ortaöğretimde 35, Diyarbakır’da ilkokulda 42, ortaöğretimde 49, Batman’da ilkokul ve ortaokulda 38, ortaöğretimde 41’dir.
İL-İLÇE EMRİ GERİ GETİRİLMELİDİR.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın özür grubu tayinlerini yılda bir defaya düşürmesi ve il/ilçe emri uygulamasını kaldırması nedeniyle yıllardır aileler parçalanmakta, eşler ayrılmak zorunda kalmaktadır. Aklı fikri ailesinde olan öğretmenlerimizin motivasyonları bozulmakta, bu durum eğitim-öğretimi de etkilemektedir. Sendikamız konuyla ilgili Bakanlığa sayısız talepte bulunmuş ancak taleplerimiz dikkate alınmamıştır. Bakanlık her yıl eş durumu özrü mağdurlarına çözüm üretmek zorunda kalmaktadır. Bir kez daha belirtmek istiyoruz ki; aile bütünlüğü son derece önemlidir. MEB ailenin kutsallığına saygı duymalıdır. Bu noktada il-ilçe emrinin geri getirilmesi ve özür grubu tayinlerinin yılda iki kereye çıkarılması gerekmektedir.
Öte yandan öğrenim özrünün özür grubu tayinleri arasından çıkarması nedeniyle mağduriyetler yaşanmıştır. Sendikamızın açtığı dava sonucunda Danıştay ikinci dairesi öğrenim özrünün kılavuzda yer almamasına ilişkin eksik düzenlemenin iptali kararı vermiş, bu nedenle MEB, 2013 yılında özür durumuna bağlı yer değiştirmelerde öğrenim özrüne de yer vermiştir. Sendikamızın talebi öğrenim özrünün yeniden özür grubu tayinleri içinde yer almasıdır. Öğretmenler önlerine engel konulmadan yüksek lisans yapabilmeli ve kendilerini geliştirebilmelidir.
Bilindiği üzere, görev yerinde 3 yılını doldurmamış öğretmenler il içi ve iller arası yer değiştirme talebinde bulunamamaktadır. Mağduriyetleri önlenmek adına öğretmenlerimizin il içi ve iller arası isteğe bağlı yer değişikliği yapabilmesi için çalışılması gereken süre hesabında geçen yıl yapıldığı gibi 31 Aralık tarihinin baz alınmasını talep etmiştik. Ancakbu yıl yayınlanan il içi ve il dışı yer değiştirmelerde 31 Aralık 2014 tarihi baz alınmamıştır. Bu nedenle;
2010 yılında KPSS’nin iptal edilmesi dolayısıyla öğretmenlerimiz Eylül ayı yerine, Aralık ayında görevine başladığı için 2013 yılında yer değiştirme talebinde bulunamayacaklardır.2011 yılında Van’da yaşanan deprem nedeniyle 800 öğretmenin göreve başlaması 26 Kasım 2011 tarihinden sonra yapılmıştır. Asker öğretmenler de tayin haklarını 6-7 günle kaybetme riski ile karşı karşıyadır.
Şu konulara da dikkat çekmek istiyoruz: Bazı bölgelerde, uzun süredir tayin istemelerine rağmen bu talebi gerçekleşmeyen öğretmenlerimiz vardır. Özellikle mahrumiyet bölgelerinde görev yapan öğretmenlerimiz 10-15 yıl aynı yerde çalışmakta, tayin talepleri dikkate alınmamaktadır. Bu noktada öğretmen ve personel temininde güçlük çekilen il ve ilçelerde 5 yıldan uzun süredir görev yapmış olan öğretmenlerin, memurların istekleri halinde başka yerlere atanmaları herhangi bir şart aranmaksızın sağlanmalıdır. Öte yandan norm açıklarının tamamı da bir an önce ilan edilmeli ve öğretmenler tercihlerini buna göre yapmalıdır.
Ayrıca 4+4+4 eğitim sistemi nedeniyle norm kadro fazlası olan öğretmenlerin sorunu da hala giderilebilmiş değildir. MEB, bu öğretmenlere alan değişikliği çözümünü hayata geçirmiş, ancak bu da başka sorunları beraberinde getirmiştir. Zorunlu olarak alan değiştiren öğretmenlerimizin bir kısmı alanlarında verimli ve başarılı olmadığını düşünmekte ve alan değiştirdiği için pişmanlık duymaktadır. Hatta öğrencilerine yeterli olamadığını düşünen bazı öğretmenlerimizin psikolojileri bozulmuştur. İsteyen öğretmenlerimize, bulundukları yerde eski alanlarına dönme imkânı tanınmasını ve gerekli şartları taşımadığı için alan değişikliği iptal edilen ve bunun üzerine MEB tarafından açılan 540 saat kursa tabi tutulan Zihinsel Engelliler Öğretmenlerine verilen sözün yerine getirilmesini istiyoruz.
TÜRKİYE’DE ÖĞRETMEN MAAŞLARI YERİNDE SAYIYOR, YARDIMCI HİZMETLER SINIFI KAN AĞLIYOR.
Türkiye ile OECD ülkelerini öğretmen maaşları açısından kıyasladığımızda derin uçurum görmekteyiz. OECD Bir Bakışta Eğitim Raporu’na göre; OECD ülkelerinde ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 28 bin 854 dolar, en yüksek derecedeki öğretmen yılda brüt 45 bin 602 dolar kazanmaktadır. İngiltere’de ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 30 bin 289 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 44 bin 269 dolar; Portekiz’de ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 30 bin 946 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 52 bin 447 dolar; Lüksemburg’da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 64 bin 043 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 112 bin 997 dolar; Kore’de göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 27 bin 581 dolar, en üst düzeydeki öğretmen yılda brüt 76 bin 528 dolar kazanmaktadır. Aynı araştırmada Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yılda brüt 23 bin 494, en üst düzeydeki bir öğretmenin yılda brüt 27 bin 201 dolar kazandığı ifade edilmektedir. Ancak bu rakamlar satın alma gücü paritelerine göre hesaplanmış rakamlardır. Türkiye’de öğretmen maaşları yılda 12 bin dolar ile 15 bin 435 dolar arasında değişmektedir. Dolayısıyla OECD Bir Bakışta Eğitim Raporu’nda yer alan bu araştırma Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki öğretmen maaşlarını kıyaslamak adına önemlidir.
Öte yandan bu yıl öğretmenlerimiz, diğer eğitim çalışanları ve tüm memurlar yılda 123 TL zamma mahkûm kalmıştır. Sarı sendika sayesinde toplu sözleşme apar topar imzalanmış ve çalışanlar 2014 ve 2015 yıllarını kayıpla geçirmek zorunda kalacaktır. Merkez Bankası enflasyon hedefini artırmıştır. Buna rağmen çalışanlar enflasyon farkı alamayacak, ek derslere zam yapılmayacak, aile ve çocuk yardımında artış olmayacaktır. Mayıs ayı itibariyle açıklanan yıllık enflasyon oranı % 9,66’dır. Oysa ki, 2014 yılı için memura yapılan 123 TL’lik maaş zammının ortalama memur maaşına oransal yansıması nişe % 5.2’dir. Dolayısıyla kıt kanaat evini geçindiren hizmetliler, memurlar, teknisyenler v.b. tüm eğitim çalışanları yeni hak kayıplarına maruz kalacaktır.
Yardımcı Hizmetler sınıfında görev yapanların tek sorunu düşük ücretler değildir. Hizmet sınıflarında görev yapan personelin atama ve yer değiştirmelerine ilişkin işlemlerin "Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik" çerçevesinde değerlendirileceği belirtilmesine rağmen henüz bir gelişme olmamıştır.Genel İdari Hizmetler, Teknik Hizmetler ve Yardımcı Hizmetler Sınıfında görev yapanların atama ve yer değiştirme yönetmeliği olmadığı için tayin isteyememektedirler.
Bu arkadaşlarımızın görev tanımı da yoktur. Bu nedenle yöneticiler tarafından verilen her işi yapmak durumundadırlar. Ne yazık ki Milli Eğitim Bakanlığı'nda üç senedir görevde yükselme sınavları da yapılmamaktadır.
İşte tüm bu sorunlar eğitimde kanayan bir yaradır. Bakanlık, problemleri çözmekte atak davranmamakta ve sürüncemede bırakmaktadır. Bu nedenle 2013-2014 eğitim-öğretim yılına baktığımızda başarısızlık görüyoruz. Bu başarısızlığın sorumlusu MEB’i yönetenler ve Hükümet ettiği yaklaşık 12 yıllık dönem içerisinde beş kez Milli Eğitim Bakanı değiştiren, eğitimde tutarlı ve istikrarlı icraat sergileyemeyen AKP iktidarıdır. Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı da sorunları çözmede yetersiz kalmaktadır. Özellikle son olarak MEB Yasasının ihdas edilmesiyle birlikte eğitim-öğretim hayatımız büyük bir darbe almıştır. Bir yıllık performansını değerlendirdiğimizde Bakan Nabi Avcı sınıfta kalmıştır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.