Konfederasyonumuza bağlı Türk Eğitim-Sen'in Şube Başkanlar Kurulu Toplantısı, 04-06 Kasım 2016 tarihleri arasında Antalya’da yapılıyor" />
Konfederasyonumuza bağlı Türk Eğitim-Sen'in Şube Başkanlar Kurulu Toplantısı, 04-06 Kasım 2016 tarihleri arasında Antalya’da yapılıyor
Konfederasyonumuza bağlı Türk Eğitim-Sen'in Şube Başkanlar Kurulu Toplantısı, 04-06 Kasım 2016 tarihleri arasında Antalya’da yapılıyor. Toplantıda Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, İlksan Yönetim Kurulu Başkanı Tuncer Yılmaz ve İlksan Yönetim Kurulu Üyeleri, Genel Merkez Yöneticileri ve tüm şubelerimizin şube başkanları hazır bulundu.
Genel Başkan, yaptığı konuşmada “Terörle mücadele topyekûn, her alanda yapılması gereken bir mücadeledir. Bu mücadelenin bu şekilde, kararlılıkla devam etmesi, Türkiye Kamu-Sen tarafından ama’sız ve şüphesiz desteklenecektir” dedi.
Toplantı saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Daha sonra Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk kürsüye gelerek bir konuşma yaptı. Konuşmasına Diyarbakır’da yaşanan terör saldırısıyla başlayan Koncuk, terör olaylarını kınadı. Genel Başkan, “terörle mücadele topyekûn, her alanda yapılması gereken bir mücadeledir. Bu mücadelenin bu şekilde, kararlılıkla devam etmesi, Türkiye Kamu-Sen tarafından ama’sız ve şüphesiz desteklenecektir” dedi.
Genel Başkan şunları kaydetti: “ Diyarbakır’da hain bir saldırı gerçekleşti. Bu terör eylemini gece saat 02:00’de yapılan gözaltı kararları ile beraber değerlendirmez lazım. Bunlara tepki amacı ile yapılan alçak, hain bir eylemdir. Tabi bu gözaltılar bize göre geç kalınmıştır. Sadece dağdaki teröristi öldürmekle terörle mücadele yapılamayacağını biz yıllardır söylüyoruz. Ama bugüne geldik. Milli hassasiyeti olan kişilerin eleştirileri, değerlendirmeleri ne yazık ki dikkate alınmadı, bugüne geldik, ‘buna da şükür mü?’ demek lazım, açıkçası bilemiyorum. Bugün bu yanlışlardan dönmek de önemli diye düşünüyorum. Sadece dağdaki teröristle mücadele etmek yetmez, sivil uzantılarını da mutlaka halletmek gerekir. Bunu hukuka, insan haklarına bağlayamayız. Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını Türkiye Kamu-Sen’den daha çok ciddiyetle ele alan bir sivil toplum kuruluşu yoktur. Ama bu millete, kendi öz vatanında yaşama hakkına saldırılması, ülkemizin bağımsızlığına saldırılması kabul edilemez.
Saldırıda ölenler kim? Diyarbakır’daki Kürt vatandaşlarımızdır. Kürtleri temsil ettiği iddiasındaki bölücü örgüte soruyorum: Siz kimi temsil ediyorsunuz, alçak herifler! Bunların kanı bozuk. Bunlar ne Kürt, ne de Türk, ne de başka bir şeydir. Cibilliyeti bozuk adamın etnik kökeni olmaz. Bunlar insanlık düşmanıdır. Biz bunu yıllardır ifade ediyoruz.
Dolayısıyla terörle mücadele topyekûn, her alanda yapılması gereken bir mücadeledir. Terörle mücadelenin bu şekilde, kararlılıkla devam etmesi, Türkiye Kamu-Sen tarafından ama’sız ve şüphesiz desteklenecektir.”
12 Eylül’ün o acı günlerinin üzerimizden adeta silindir gibi geçtiğini düşündüğümüzde, herhangi bir darbeyi mantığı, gerekçesi ne olursa olsun desteklememiz ya da bunun yanında olmamız zaten mümkün değildir.
Genel Başkan 15 Temmuz gecesi yaşananlara da değinerek, “15 Temmuz’da yaşadıklarımızı hepimiz çok iyi hatırlıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, alçakça bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Kime karşı yapılırsa yapılsın, demokrasi dışı her türlü uygulamanın karşısında olduğumuz malumunuzdur. Çünkü bunu bizden daha iyi bilen insanlar yoktur. 12 Eylül’ün o acı günlerinin üzerimizden adeta silindir gibi geçtiğini düşündüğümüzde, herhangi bir darbeyi, mantığı, gerekçesi ne olursa olsun desteklememiz ya da bunun yanında olmamız zaten mümkün değildir. 15 Temmuz gecesinde gerçekten çok kötü şeyler yaşadık. Darbeler kabul edilemezdir. Özellikle 241 vatandaşımızın şehit olduğu, 2 binden fazla vatandaşımızın yaralandığı ve tarihinde ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bombaların atıldığı böyle bir alçaklığın hududunu, sınırını izah edebilmek, anlatabilmek mümkün değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde, bir takım hainlerin, ihanet odaklarının, bu milleti adeta katletmeye yönelik bir davranış içerisine girmesi ne adına olabilir, ne adına desteklenebilir? Asla desteklenemez” dedi.
Genel Başkan 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımızın önemli olduğunu ama 15 Temmuz’dan sonra da kamuda yaşananlara mutlaka dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Koncuk; Türkiye Kamu-Sen’in, darbeden sonra ilk ne söylediyse, bugün de aynı şeyi söylediğini vurgulayarak, şöyle konuştu: “Bilindiği gibi 19 Temmuz tarihinde yaptığımız açıklamalar var. O tarihte yaptığımız açıklamalar ile bugün yaptığımız açıklamalar aynı paralelde açıklamalardır. Yani ilk söylediğimiz ile son söylediğimiz arasında mantık ve anlam itibari ile hiçbir fark olmadığı görülmektedir. Türkiye Kamu-Sen’in insan hakları, adalet ve hukuk vurgusu yaptığı o tarihte, birtakım gruplar sözde haber siteleri ve haberciler ‘kesin, asın, yakın, yıkın’ diyordu; bu mantık ile meseleye bakıyorlardı. Ama herkesin yakın, kesin, yıkın dediği tarihte, Türkiye Kamu-Sen ‘adalet ve hukuk’ vurgusu yapmıştı. Zira bunun dışında herhangi bir yaklaşım doğru değildir, insani değildir. Sivil toplum örgütleri, ülkenin yanlış yönetilmesi durumunda önem arz eden kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri yanlışı alkışlamak ya da yanlışın yanında durmak amacıyla varlığını sürdürmezler. Zaten böyle bir sivil toplum örgütüne ihtiyaç da yoktur. Siyaset kurumu yanlış yaptığında, STK’lar doğruyu söylemelidir. İşte biz bunu yaptık. Çok şey yapmadık, yapılması gerekeni yaptık.”
Sendikalar, hukuksuzluk karşında üyesinin yanında olmalıdır ama bu ülkede üyesini satanlar, üyesini adam yerine koymayanlar var. Bu nedenle güvenin kapısı Türk Eğitim-Sen’dir.
Açığa almalarda, meslekten ihraçlarda masum üyelerinin haklarını savunmayan sendikaları eleştiren Koncuk, şunları ifade etti: “Bir sendikadan beklenen nedir? Haksızlığa, adaletsizliğe karşı üyesinin yanında durmaktır. Bu zaten olması gerekendir. Aslında düşünüldüğünde bu çok bir şey değildir. Ama sesini çıkarmaya korkanlar var. Adına ‘sendikayım’ diyor; sesi çıkmıyor, üyesinin yüzüne kapıları kapatıyor. Sendikalar, hukuksuzluk karşında üyesinin yanında olmalıdır ama bu ülkede üyesini satanlar, üyesini adam yerine koymayanlar var. Bu nedenle güvenin kapısı Türk Eğitim-Sen’dir. Ebetteki sendikalar güven kapısı olması gereken kuruluşlardır. Bunun tersi kabul edilemez. Artık bunları söylemeyi dahi önemli görür olduk. Bizim yaptığımız büyük bir şey değil, herkesin yapması gereken bir şeydir. Ama bunları kimse yapmadığında, bizim yaptıklarımız bir anlam ifade ediyor. Keşke bunları herkes ifade edebilseydi. Yanlışların önüne geçilmesinde herkes pay sahibi, sorumluluk sahibi olduğunu ortaya koyabilseydi.”
Bir ülkede hedefi ne olursa olsun, bir takım yapılar hukuku ayaklar altına alıyorsa, hukuk anlamadığımız şekilde eciş bücüş bir hale getiriliyorsa ve buna sendikayım, sivil toplum örgütüyüm diyen bir yapı ses çıkarmıyorsa, vallahi kapısına kilit vursun gitsin.
“ ‘Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Eğitim-Sen hukuki yardım yapıyormuş’ diyorlar. Yapacağız tabi. Biz savcı ya da hâkim değiliz. Kimsenin ne suçsuzluğuna ne de suçluluğuna karar veremeyiz” diyen Koncuk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bakınız; zaman zaman bizim saflarımızda olan insanlardan bile farklı değerlendirmeler görüyorum. Bir ülkede hedefi ne olursa olsun, bir takım yapılar hukuku ayaklar altına alıyorsa, hukuk anlamadığımız şekilde eciş bücüş bir hale getiriliyorsa ve buna sendikayım, sivil toplum örgütüyüm diyen bir yapı ses çıkarmıyorsa, vallahi kapısına kilit vursun gitsin.
Ülkeyi yönetenler zaman zaman açıklamalarında ‘Mağdur edebiyatı yapanlar var’ diyorlar. Nasıl mağdur edebiyatı yapanlar var? Sizin istatistiklerden haberiniz yok mu? Sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nda 5 bin civarında kişi göreve iade edildi. Diğer kurumlarda da göreve iade edilen yaklaşık olarak 2 bin 500 kişi olduğumuzu düşündüğümüzde, şu an 7 bin 500 kişi göreve iade edildi. Daha da göreve iade edilecekler var. Peki bir yanlış yok muymuş? Biz bunları söylediğimizde mağdur edebiyatı mı yapmış oluyoruz. Önümüzde iki yol var: Ya susarsınız, kenara çekilirsiniz, film seyreder gibi yaşananları seyredersiniz ya da yapmanız gereken asgari şeyleri yaparsınız; insan hakları, hukuk, adalet vurgusu yaparsınız. Tıpkı İsmail Koncuk’un aleyhinde haberler yapıldığı gibi, bazı art niyetliler, bozuk zihinliler sizi de bu yapının bir elemanı olarak göstermek isteyecektir. Hiç önemli değil. Onlar havlasın, dursun, biz doğruyu yaparız.”
Biz hiçbir zaman bunların kapısında yatmadık, yaptıklarını tasvip de etmedik. Dolayısıyla bizim Fetöcümüz yok. Bizim vatansever insanlarımız var. Suça bulaşmamış, masum insanlarımız var.
Genel Başkan Koncuk, “Çiğ et yemedik ki karnımız ağrısın” dedi ve suça bulaşmamış, masum insanların bu ülkenin geleceğinin adına korunması gerektiğini ifade etti. Genel Başkan şunları kaydetti: “Binlerce insan görüyorum. Yanıma geliyorlar. Diyorlar ki; “Başkanım benim geçmişim belli hatta çocukluk yıllarım bile belli. Ben bunu hazmedemiyorum.’ Bu doğrudur. Bırakın on bin kişiyi, yüz bin kişiyi, bu durumda bir kişi bile olsa buna sessiz kalmak alçaklığın daniskasıdır. Bilmem ne bankasında hesap açtığı, bilmem ne okulunda çocuğunu okuttu diye benim yıllardır tanıdığım yönetim kurulu üyemi açığa alacaksın, biz de bir şey demeyecek miyiz? Bunları anlattığımız zaman da mağdur edebiyatı yapmış olacağız! Biz edebiyat yapmayız. Her zaman olduğu gibi doğruları söyleriz. Dün ve bugün olduğu gibi yarın da millet olarak varlığımızı bu şekilde devam ettireceğiz. Çünkü insanı kaybettiğimizde, neye sahip olabiliriz ki? Şu anda insanı kaybediyoruz.
Hatta ‘benim Fetöcüm, senin Fetöcünden iyidir’ mantığıyla olaylara yaklaşıyorlar. Misal olarak; bir milletvekilinin kardeşi -devletin mülki amiri tarafından kişinin ne olduğu söyleniyor- göreve iade ediliyor, gariban memur ise ihraç edilmiş. Olur mu değerli arkadaşlarım? Meseleye ‘benim Fetöcüm’, ‘senin Fetöcün’ şeklinde yaklaşamayız. Üstelik biz Fetöcü’leri savunmak durumunda da değiliz. Bu teşkilatın yolu Fetöcülerle hiçbir zaman kesişmedi. Hatırlarsanız 2010 yılında KPSS skandalını ortaya çıkardığımızda bizi recmediyorlardı. Biz hiçbir zaman onlarla koyun koyuna yatmadık. Biraz da rahat konuşmamızın nedeni çiğ yemedik ki karnımız ağrısın hesabındandır. Bu yolsuzlukları, haksızlıkları beraber yapmadık. Dün insanlar birtakım makamlara gelmek için neredeyse bunların kapısında yatıyordu. Biz hiçbir zaman bunların kapısında yatmadık, yaptıklarını tasvip de etmedik. Hep yanlış olduğunu ifade ettik. Dolayısıyla bizim Fetöcümüz yok. Bizim vatansever insanlarımız var. Suça bulaşmamış, masum insanlarımız var. İşte bu insanları bu ülkenin geleceği adına korumamız lazım. Adaletin bittiği yerde her şey biter. Önümüzde iki yol var: Biri susmak, diğeri doğruyu söylemek. Biz her zaman olduğu gibi doğruları seslendirmeye devam edeceğiz.”
Şu yaşadıklarımızdan daha bela olabilecek hangi olayı bekliyoruz? Gözümüzü açmak için, kendimize gelmemiz için nasıl bir belaya daha düçar olmamız lazım ki, kendimize gelelim, ayıkalım ve ne yapacağımıza karar verelim.
Kamu çalışanlarının yaşananlardan bir sonuç çıkarması gerektiğini bildiren Koncuk, şöyle konuştu: “2 milyon 600 bin kamu çalışanı var. Kamu çalışanlarının zor gününde yanında olmayan ne zaman yanında olacak? Bundan herkesin bir ders çıkarması gerekmiyor mu? Şu yaşadıklarımızdan daha bela olabilecek hangi olayı bekliyoruz? Gözümüzü açmak için, kendimize gelmemiz için nasıl bir belaya daha düçar olmamız lazım ki, kendimize gelelim, ayıkalım ve ne yapacağımıza karar verelim. Bu nedenle 2 milyon 600 bin insana seslenmek istiyorum: Nasıl bir sendikal anlayış, sendikal mücadele lazım, sendikaların ne yapması, ne yapmaması lazım, buna sadece biz karar vermeyelim. Hep birlikte karar verelim. Bu olaylar bizi kendimize getirsin. Doğruyu hep birlikte bulalım. İnşallah tüm kamu görevlileri bundan bir sonuç çıkarır ve yapılması gereken neyse kararlılıkla ortaya koyar.”
Ülkemizin normalleşmesi gerektiğinin altını çizen Genel Başkan İsmail Koncuk, OHAL’in uzatılmasını doğru bulmadıklarını da kaydetti. Koncuk konuşmasında şu ifadelere de yer verdi: “Olağanüstü Hal’in uzatılmasını doğru bulmadığımızı çok net olarak söyledik. OHAL’in bundan sonra uzatılmasını da doğru bulmuyoruz. Neden? Çünkü OHAL artık sınırlarını aşan bir hal haline geldi. OHAL terör örgütüyle mücadele amacıyla çıkarıldı. Buna karşın rektör atamasından tutun, mülakatla öğretmen, sağlık çalışanı alımına kadar bir sürü düzenleme yapıldı. Terör örgütleriyle mücadele edecekseniz biz de buna destek verelim. O sınırlar içerisinde kalmak şartıyla doğruyu yapacaksanız biz de destekleyelim. Ama Olağanüstü Hal’i fırsatçılık yaparak değerlendirirseniz, buna ‘dur’ deriz, ‘yanlış yapıyorsunuz’ deriz.
KHK’larla toplumun genelini ilgilendiren düzenlemeler yaparsanız normalleşme olmaz. Kamunun normalleşmesi lazım. Biz bunu söylerken tekrar altını çiziyorum: Terör örgütüyle mücadele etmeyin demiyoruz. Sonuna kadar yanınızdayız diyoruz. PKK ise PKK ile mücadele, Fethullahçı Terör Örgütü ise, Fethullahçı Terör Örgütü ile mücadele. Biz terör örgütleriyle mücadelede yanınızdayız ama normalleşmeliyiz diyoruz. OHAL namuslu insanların acı çektiği bir sistem haline dönüşmesin diyoruz. Bundan daha tabi bir arzu olabilir mi?”
Mülakat sistemi nitelikli öğretmen, memur arama macerasını bitirdi. Şimdi nitelikli torpil arama derdi başlamıştır. Millete hayırlı uğurlu olsun!
Mülakatla öğretmen alımını eleştiren Koncuk, şöyle konuştu: “Tarihte ilk kez mülakatla öğretmen alımı yapılıyor. Mülakatla öğretmen alımını nasıl kabul edebiliriz? Bu konuyu Milli Eğitim Bakanıyla da konuştuk, endişelerimizi kendisine ifade ettik. Mülakatla öğretmen alımı hakkında çok sayıda açıklama yaptık. İsterse iyi niyetle yapılsın, mülakatın doğru matematiksel sonuçlar vermesi mümkün değildir. Bakınız; 3 ayrı komisyon kuralım. 3 komisyonun karşısına da bir adayı çıkaralım. Emin olun 3 komisyon bu kişiye farklı farklı not verir. Mülakattan adaletle değerlendirme sonucu çıkmaz, mülakat asla bilgiyi ölçmez.
Sayın Bakan; ‘Biz mülakatla nitelikli öğretmen tespit ediyoruz’ diyor. Sayın Bakan’a sesleniyorum: Eğitim fakültesini kazanana kadar çocuğun alnının damarı çatlamış, gitmediği kurs kalmamış, eğitim fakültesini kazanmış, 4 yıl okumuş, mezun olmuş, KPSS’ye girmiş, bu sınavı da kazanmış, ardından öğretmen alan sınavına girmiş, bu sınavı da kazanmış. Buna rağmen mülakatla öğretmen alacaklarını söylüyorlar. Bakınız; bir öğretmen KPSS’den 97 puan almış, Türkiye 77’incisi olmuş. Mülakatta bu kişiye 47 puan vermişler. Şimdi mülakat nitelik ölçer mi?
Mülakatla öğretmen alımında kimse çalışmayacak. KPSS’de 50 puan alan mülakata girecek. ‘Emmioğlu siyasi partinin il başkanını tanıyor’ denilerek, herkes torpil peşinde koşacak. Mülakat sistemi nitelikli öğretmen, memur arama macerasını bitirdi. Şimdi nitelikli torpil arama derdi başlamıştır. Millete hayırlı uğurlu olsun! Öğretmenlik toplumda fonksiyonu gereği en önemli mesleklerden birisidir. Öğretmenlik, peygamberlik mesleğidir. Ulu Önder Atatürk, “Muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır’ demiştir.”
Biz 50/d’nin ortadan kaldırılmasının mücadelesini verirken, 33/a’lı insanları 50/d’ye geçirmek üniversitelerin misyonuna yakışmaz.
Genel Başkan Koncuk, KHK ile akademisyenlerin 50/d’li yapılmasına da sert tepki gösterdi. Koncuk şunları kaydetti: “Birileri ‘Bunların hepsi Fetöcü’ demiş. 33/a ile alınanların hepsi fetöcüymüş! Bu anlayışı kınıyoruz. Bu, bilimin merkezi dediğimiz üniversitelerimiz açısından bir kar sağlamayacaktır. Biz 50/d’nin ortadan kaldırılmasının mücadelesini verirken, 33/a’lı insanları 50/d’ye geçirmek üniversitelerin misyonuna yakışmaz. Ne yazık ki buna dava da açamıyoruz.”
Gruplaşmalar oluyor diye seçimleri kaldırmışlar. Güzel, o zaman genel seçimleri de kaldıralım! Genel seçimleri de kaldırırsak, Türkiye’de ne gruplaşmalar, ne de siyasi ayrım olur.
Rektör seçimlerinin kaldırılmasına da karşı çıkan Koncuk, “Rektör seçimleri kaldırıldı. ‘Rektör seçimleri usulen yapılan seçimlerdi. En yüksek oy alan 6 adayın ismi YÖK’e gidiyordu. 3 tanesi de YÖK tarafından Cumhurbaşkanı’na teklif ediliyordu. Cumhurbaşkanı 3 adaydan birini rektör olarak atıyordu. Zaten Cumhurbaşkanı’nda bu yetki vardı’ denilebilir. Bakınız; ben rektörlük seçimlerini hep eksik buldum. Seçim sonuçlarının uygulanmamasını, en yüksek oy alanın atanmamasını eleştirdim. Bölücü kişiler seçildi ise, elbette bunun tedbirini alın. Ama bu yapılmıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı rektörlük seçimleri ile ilgili açıklama yaparken, ‘Rektörlük seçimlerinden dolayı üniversitelerde gruplaşmalar oluyormuş’ diyor. Yani gruplaşmalar oluyor diye seçimleri kaldırmışlar. Güzel, o zaman genel seçimleri de kaldıralım! Genel seçimleri de kaldırırsak, Türkiye’de ne gruplaşmalar, ne de siyasi ayrım olur. Böyle bir yaklaşım olamaz. İşin garibi, Sayın Cumhurbaşkanı bunu söylerken, salondaki bazı akademisyenler alkışlıyor. İşin acı tarafı da budur. Gruplaşma olmasının nedeni rektör yarışındaki seçme hakkı mıdır? Şimdi de başka gruplaşmalar oluyor. Bunu nasıl çözeceğiz?
Dolayısıyla şunu ifade etmek istiyorum: Başka yol bulunabilirdi. Tüm bunlar KHK ile yapılıyor. O nedenle ‘Türkiye normalleşmeli’ diyoruz. Rektör seçimlerinin eski halini de beğenmiyordum ama bu yeni halini hiç beğenmediğimi bir kez daha ifade etmek istiyorum.” diye konuştu.
Konuyla ilgili şu anda bir çalışma var ama kesin olarak diplomaya bağlı alan değişikliği yapılacak diyemiyorum. İnşallah bu çalışma tam somutlaşır ve alan değişikliği konusunda talep sahipleri emellerine ulaşır.
Diplomaya bağlı alan değişikliği ile ilgili de açıklama yapan Koncuk, şunları kaydetti: “Eğer beşikten mezara kadar oku anlayışıyla yetişmiş bir nesil isek, insanların diplomaya bağlı alan değişikliğine zemin hazırlamamız lazım. Diplomaya bağlı alan değişikliği yönetmelikte var ancak bir takvime bağlanmamıştır. Yani yönetmelikte, ‘şu tarihte diplomaya bağlı alan değişikliği yapılır’ denilmemektedir. Eksiklik buradadır. Biz Türk Eğitim-Sen olarak eksik düzenleme nedeniyle dava açmıştık. Öte yandan bu konuyla ilgili şöyle bir teklif getirdik: Tüm alan değişikliği taleplerini yerine getirmeyin. Bu sıkıntı yaratabilir. Alan değişikliği taleplerini azar azar yerine getirin. Göreceksiniz bu talep her yıl zaman içinde en aza inecek hatta ortadan kalkacaktır. Bu teklifimize olumlu baktılar. Konuyla ilgili şu anda bir çalışma var ama kesin olarak diplomaya bağlı alan değişikliği yapılacak diyemiyorum. İnşallah bu çalışma tam somutlaşır ve alan değişikliği konusunda talep sahipleri emellerine ulaşır. Bunu da takip ediyoruz. Bizim teklifimiz üzerinden inşallah bir kapı aralanacak. Bu konuyu Sayın Bakan’a da ifade ettim. Tabi gençler ‘Bizim alanımız dolacak’ diye itiraz ediyor. Bir öğretmen A alanından B alanına geçerse alan dolmaz ki. Bir alan dolar, bir alan boşalır. Bu kadar net. Bir de buraya dikkat etmek gerekir: Ömer Dinçer zamanında yapılan hatalar nedeniyle alan değişikliği talebi daha güçlü hale geldi. Zira 4+4+4 sistemiyle birçok insan kendi alanı dışında başka alana geçmek zorunda bırakıldı. Ne oldu? Alan değiştiren öğretmenlerin bir kısmı mutlu olamadı. Dolayısıyla diplomaya bağlı yeniden değerlendirilmelidir” dedi.
Anne-babanın ayrı olduğu aile bizim anladığımız anlamda aile olmaz, sağlıklı nesiller ortaya çıkmaz. Aile bütünlüğü mutlaka sağlanmalıdır.
Aile bütünlüğünün mutlaka sağlanması gerektiğini de kaydeden Koncuk, “Bunun lami cimi yok. Sadece Milli Eğitim Bakanlığı değil, tüm kurumlar aile bütünlüğünü sağlamalıdır. Anne-babanın ayrı olduğu aile bizim anladığımız anlamda aile olmaz, sağlıklı nesiller ortaya çıkmaz. Bakın anne-babası ayrı olan çocuklar bu durumdan nasıl etkileniyor? Dolayısıyla devleti yönetmek iddiasındaki insanların böyle bir talebi görmezden gelmemesi gerekir” dedi.
5’inci sınıfı yabancı dil hazırlık sınıfı yapmaya neden çalışıyorsunuz? Bu; sadece İngilizce öğrenmenin öneminden mi kaynaklanıyor yoksa 5’inci sınıflarda arzu edilen başarı sağlanamadığından mı kaynaklanıyor?
5’inci sınıfların yabancı dil hazırlık sınıfı yapılması ile ilgili konuyu da gündeme getiren Genel Başkan konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “4+4+4 sisteminin yanlış olduğunu defalarca söyledik. ‘Ülkemize yakışan model, 1+5+3+4 modelidir’ dedik, dinlemediler. 4+4+4 sistemini ihdas ettiler. Bugün 5’inci sınıfların hazırlık sınıfı yapılması gündeme getiriliyor. Geçenlerde bir sendika başkanı bunun uygulanması halinde norm fazlası öğretmenlerin oluşacağını, dengenin bozulacağını söylüyor. Bu tespit doğru ama 4+4+4 sistemi getirilirken bunu niye söylemediniz? Şimdi mi aklınız başınıza geldi?
Benim anladığım, 4+4+4 sisteminden arzu edilen verimin sağlanamadığı ve bundan çark edildiğidir. 5’inci sınıflar hazırlık sınıfı yapıldığında norm kadro konusunda sıkıntıların yaşanacağı doğrudur ama bunun yapılmaması halinde de 5’inci sınıf emanet duruyor. ‘Ara safta kalmak’ diye bir deyim vardır. Siz yüzyıldır ilkokulu 5 yıl olarak dizayn etmişsiniz. Sonra bütün bu tecrübeyi elinizin tersiyle itip, ilkokulu 4 yıla düşürdünüz. Bunun böyle olacağı belliydi.
Şimdi ‘5’inci sınıflar yabancı dil hazırlık sınıfı yapılsın’ diyorlar. Bu tartışılmalıdır. Benim anladığım, bu konuda başarı hedeflerinin tutmadığıdır. Arada kalmış bir 5’inci sınıf var. Öncelikle şunu bilmemiz lazım; o sendika başkanı yorum yapıyor ama MEB’in, buna neden ihtiyaç duyduğunu anlatması lazım. İlkokul 5 yıldan 4 yıla düşürüldüğünde, ortaokul 4 yıla çıkarıldığında bundan aldığınız sonuçlar nelerdir? Şu anda 5’inci sınıfları hazırlık sınıfı yapmanızdaki amaç nedir? Elinizde ölçülmüş bir doküman olması gerekir ki, ona göre yorumlayalım. MEB’in bu konudaki çıktıları elimizde yok. Sadece öğretmen sayısı yönüyle değerlendiremeyiz. Bu eksik olur. O zaman MEB’in bu verileri ortaya koyması gerekir. 5’inci sınıfı yabancı dil hazırlık sınıfı yapmaya neden çalışıyorsunuz? Bu; sadece İngilizce öğrenmenin öneminden mi kaynaklanıyor yoksa 5’inci sınıflarda arzu edilen başarı sağlanamadığından mı kaynaklanıyor?”
Türkiye Kamu-Sen 21 tane madde uygulanmadığı için mahkemeye başvuruyor; senin ise sesin çıkmıyor, yüzün kızarmıyor. Onun yüzü kızarmayabilir, sesi çıkmayabilir; peki bu maddeler toplu sözleşmede yer aldığı için sevinen ancak bugün uygulanmadığı için sükûtu hayale uğrayan insanların da yapması gereken bir şeyler yok mu?
Toplu sözleşme ile ilgili açıklama yapan Genel Başkan Koncuk, şöyle konuştu: “Toplu sözleşme imzalandı. Tarihi başarı elde ettiklerini ilan etiler. Buna rağmen tam 21 madde uygulanmadı. İnsanda yüz lazım. Onlarda yüz lazım da bunu kamu çalışanlarının görmesi, değerlendirmesi de lazım.
Toplu sözleşmedeki bir maddede, ‘Kültür Bakanlığı çalışanlarının ekonomik durumlarının iyileştirilmesi ile ilgili çalışma yapılması’ yazıyor. 21 maddenin neden uygulanmadığını soruyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, ‘Başkanım bunun neyini uygulayım’ diyor. O zaman bu niye imzalanmış? Kültür hizmet kolunun yetkilisi, ‘ Kültür Bakanlığı çalışanları ile ilgili bir şey yazın da, onlara bakacak yüzümüz olsun’ demiş, böyle bir cümle yazmışlar. Kültür Bakanlığı çalışanları enayi mi? Ben Kültür Bakanlığı çalışanı olsam bu sendika başkanının yakasına yapışırım.
Bu madde toplu sözleşmede yazıldı, toplu sözleşmeler de kesin hüküm içerir ama uygulanmıyor. Nasıl uygulayacaksın? Bir Allah’ın kulunun sorduğunu zannetmiyorum. Sormazsan o zaman bugün Ahmet, yarın Mehmet oynatır. Tribünlere oynamak için 21 madde yazılmış, adam o maddelerle övünüyor. Utan, utan! Oraya madde yazdırmakla övünmek olmaz, o maddelerin kaç tanesini hayata geçirdin, sen onu söyle. Bunun mücadelesini Türkiye Kamu-Sen yapıyor, 21 tane madde uygulanmadığı için mahkemeye başvuruyor; senin ise sesin çıkmıyor, yüzün kızarmıyor.
Onun yüzü kızarmayabilir, sesi çıkmayabilir; peki bu maddeler toplu sözleşmede yer aldığı için sevinen ancak bugün uygulanmadığı için sükûtu hayale uğrayan insanların da yapması gereken bir şeyler yok mu?”
Kültür Bakanlığı’nda çalışan bir memur ‘Bizi mi kandırdınız?’ demelidir. 4/C’liler, ‘Kimse bizi aldatamaz’ demelidir. Bunların yaptığı sendikacılık değildir. O zaman neden kendimizi bu kadar paralıyoruz? Doğruyu yapmak adına neden bu kadar uğraşalım, risk alalım? Susalım, alkışlayalım, aldatalım, kandıralım, üye bulalım. Bu mudur sendikacılık?
4/C’lilere kadro konusunda da açıklama yapan Koncuk, “Sayın Bakana, ‘4/C’lilere kadro sorununu çözmek inşallah size nasip olur’ dedim. Yılladır üç cümlemizden bir tanesi bu olmuştur” dedi.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Sayın Maliye Bakanına, ‘4/C’lilere kadro, toplu sözleşme maddesi haline gelmiş. Artık bunun hayata geçmesi lazım’ diyorum. Sayın Bakan da, ‘Çalışma yapılacak demiyor mu, diyor. Biz de yapıyoruz’ şeklinde cevap veriyor. Kim, kimi kandırıyor? Peki sen sendika olarak neden ‘Şu tarihe kadar 4/C’lilerin kadroya alınma işlemi tamamlanacaktır’ şeklinde, tarihi belli olan doğru düzgün bir madde yazdırmadın?
‘Yazdırsa ne olur?’ diyebilirsiniz. Mesela; ‘31 Ocak 2016 tarihine kadar KİT’lerde çalışan insanların ücret gruplarının 5’ten 3’e düşürülmesi’ şeklinde bir madde de var. Bu çalışmanın 31 Ocak 2016 kadar bitmesi gerekiyor. Bunun üzerinden 10 ay geçmiş.
Ben bu kadar pişkin olamazdım. Kimse de ‘Sayın başkan, bu sözleşmenin altına imza attın. Belli tarihe kadar uygulanması gerekirdi’ demiyor. Birçok maddede tarih belirtilmiş fakat çoğu uygulanmıyor. Asıl mesele, bunu sorgulayacak insan meselesidir. Bu ülkede üçkağıtçılar çıkabilir. Bu siyasetçiler içinde de olabilir, sendikacılar içinde de olabilir. Ama Türkiye’nin en okumuş kesimi, en aydın kesimi diye tanımladığımız kamu çalışanlarının bu aldatmacaya karşı söyleyeceği iki cümlesi olmalıdır. Kültür Bakanlığı’nda çalışan bir memur ‘Bizi mi kandırdınız?’ demelidir. 4/C’liler, ‘Kimse bizi aldatamaz’ demelidir. Bunların yaptığı sendikacılık değildir. Bu sendikacılıksa, bundan daha kolay bir sendikacılık yoktur. O zaman neden kendimizi bu kadar paralıyoruz? Doğruyu yapmak adına neden bu kadar uğraşalım, risk alalım? Susalım, alkışlayalım, aldatalım, kandıralım, üye bulalım. Bu mudur sendikacılık?”
Öğretmenlerin en önemli hakkı nedir? Bulunduğu okulda çalışma süresine karar vermesinin kendi iradesine bağlı olmasıdır. Biz kendi irademiz ile olan bir hakkı alıyoruz, ‘Bu iradeyi kullanmak istemiyorum. Milli Eğitim Bakanlığı karar versin’ diyoruz. İpi Milli Eğitim Bakanlığı’nın ellerine veriyoruz.
Rotasyon konusunda da açıklama yapan Koncuk, her türlü rotasyona kökten karşı olduklarını bildirdi. Koncuk şunları kaydetti: “Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, ‘ Biz kanunlara saygılıyız. Bunu uygulayacağız’ diyor. Peki o zaman ben de soruyorum: Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı kanunlara saygısız mıydı? Rotasyon ile ilgili tercihleri aldı ama uygulamadı. Tabi rotasyonun uygulanmamasında bizim de etkimiz oldu.
Bakınız rotasyon konusunda meseleye farklı yaklaşan arkadaşlarımız olduğunu biliyoruz. Buna rağmen biz bildiğimiz doğruları söyleyeceğiz. Başka doğruları söylerken iyiydi de, rotasyon konusunda inandığımız doğruları söylerken neden kötü oluyoruz?
Hatırlanacağı gibi rotasyonda bölgeler oluşturulmuştu. Mesela; Kızılcahamam, Güdül, Bala bir bölge idi. Bazı arkadaşlarımız Kızılcahamam’dan Çankaya’daki bir okula geleceğini zannetti. Ama baktı ki durum bu şekilde değil, Kızılcahamam’daki öğretmen Bala’ya gidecek. ‘Bu rotasyon sizin anladığınız anlamda bir uygulama değil.’ dedik. Herkes kendi grubu içinde yer değiştirecek. Bu nasıl desteklenebilir?
Biraz da empati yapalım. Kendimizi o öğretmen arkadaşlarımızın yerine koyduğumuz zaman rotasyon doğru gibi geliyor. Mesela bir öğretmen taşradan Yenimahalle’deki bir okula gitmek istiyor. Peki bu nasıl olacak? Puanı da yetmiyor, çünkü daha yüksek puanlılar var ya da puanı yetse dahi o okulda norm açığı yok. Dolayısıyla o okuldaki öğretmenlerin gitmesi gerekir diye düşünüyor. Genç arkadaşlarımız kenardan merkeze gelmenin yolu olarak değerlendiriyor. Meseleye pragmatist yaklaştığınızda bu insanlar haklı ama bir şeyi kaybediyoruz. Öğretmenlerin en önemli hakkı nedir? Bulunduğu okulda çalışma süresine karar vermesinin kendi iradesine bağlı olmasıdır. Biz kendi irademiz ile olan bir hakkı alıyoruz, ‘Bu iradeyi kullanmak istemiyorum. Milli Eğitim Bakanlığı karar versin’ diyoruz. İpi Milli Eğitim Bakanlığı’nın ellerine veriyoruz. Bu yönü çok önemlidir. Çünkü diyelim ki; Adana’nın Tufanbeyli ilçesinde çalışan bir öğretmen, Adana merkeze geldi. Adana merkezde çalışan, evini almış, düzenini kurmuş öğretmen de, Tufanbeyli’ye atandı. 8 yıl çok uzun bir süre değil. Bu film aynen devam ettiği sürece, 8 yıl sonra o bela seni bulacak. Bu nedenle günlük, konjonktürel düşünmemek lazım. İlkesel düşünmek gerekir. Biz her meseleyi şahısların faydacı yaklaşımı ile çözmeye kalkarsak hiçbir çözüm teklifi getiremeyiz. Çünkü herkese göre doğru, fayda farklı olabilir. Üyelerimizden de bizi bu şekilde değerlendirip, eleştirenler var. Olsun, onların da canı sağ olsun. Her konuda aynı şeyi düşünmek zorunda da değiliz. Biz her türlü rotasyonu kökten karşıyız.
Biz; performansı zayıf olan ile performansı iyi olan aynı kefeye konulsun; kimse çalışmasın, yan gelip yatsın demiyoruz. Biz sübjektif değerlendirmeler ile sonuç alamayız diyoruz. O zaman insanlara acı veren bir değerlendirme ile karşı karşıya kalırız.
Performans sistemi ile ilgili önemli açıklamalar yapan Genel Başkan şunları kaydetti: “Bilindiği gibi iş güvencesi konusunda da ciddi bir tehdit var. Türkiye Kamu-Sen olarak biz bu konuda gerekli uyarılarımızı yapıyoruz. Performans değerlendirmesi konusunu da iş güvencesine bağlı olarak düşünmemiz gerekiyor. İş güvencesini kaldırmak, o kadar da kolay değil. Anayasa’nın 128. maddesi orada durduğu müddetçe, kamu çalışanlarının elinden iş güvencesini alamazlar. Aslında iş güvencesi konusu da göreceli bir kavramdır. İş güvencesi nedir? Kanunun herhangi bir yerinde kamu çalışanlarının iş güvencesi vardır yazmıyor. Ama yargı hakkımızdan kaynaklı bir güvencemiz var. Bunu yapamadıkları için performans değerlendirmesi diye bir sistem getiriyorlar. Bu, tamamen sübjektif bir düzenlemedir. Bu düzenleme sadece Milli Eğitim Bakanlığı için yapılmış bir düzenleme değildir. Şu anda Devlet Personel Başkanlığı performans değerlendirmesi ile ilgili yönetmelik taslağını hazırladı, biz de 1 Eylül 2016 tarihinde görüşlerimizi Devlet Personel Başkanlığı’na gönderdik. Biz; performansı zayıf olan ile performansı iyi olan aynı kefeye konulsun; kimse çalışmasın, yan gelip yatsın demiyoruz. Biz sübjektif değerlendirmeler ile sonuç alamayız diyoruz. O zaman insanlara acı veren bir değerlendirme ile karşı karşıya kalırız. Peki ne yapmak gerekiyor? Öncelikle ilk adımı doğru atmamız lazım. Nedir ilk adım? Adaletli, liyakatli bir yönetici atama sistemi oluşturmaktır. Ama bunu başaramadınız. İki koyunu güdemeyecek kişiyi okul müdürü yaptınız, 1.000 tane öğrenciyi, 50 tane, 100 tane öğretmeni ona emanet ettiniz. Beni değerlendirecek insanların en azından adalet ve liyakat yönünden güvenilir pozisyonda olması gerekir. Gelin bunu yapın, o zaman oturup, performansı tartışalım. Adaletin olduğu yerde bizim hiçbir şeyden korkumuz yok. Yeter ki adalet olsun.”
Genel Başkanın konuşmasının ardından Eğitimci Canten Kaya tarafından Motivasyon ve İletişim Sanatı Eğitimi, Eğitimci Dr. Yılmaz Yeşil tarafından Resmi Yazışma Kuralları Eğitimi verildi.