Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, yayınladığı köşe yazısında istihdam piyasasında esnekleşmenin sosyal ve ekonomik boyutlarını değerlendirerek, yaklaşan güvencesiz, örgütsüz, düşük ücretli ve istismara dayalı istihdam piyasası tehlikesine dikkat çekti
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, yayınladığı köşe yazısında istihdam piyasasında esnekleşmenin sosyal ve ekonomik boyutlarını değerlendirerek, yaklaşan güvencesiz, örgütsüz, düşük ücretli ve istismara dayalı istihdam piyasası tehlikesine dikkat çekti.
Genel Başkan köşe yazısında şu değerlendirmelere yer verdi:
"İşsizlik yalnızca ülkemizin değil, tüm dünyanın en önemli sorunudur. Son 20-30 yıllık veriler, işsizliğin önlenemeyen yükselişini işaret etmektedir. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu istihdam ve işsizlik problemi başta olmak üzere ekonomik ve sosyal problemlerini sadece serbest piyasa ekonomisi ya da pazar ekonomisi anlayışı çerçevesinde üretilen tedbirlerle çözmesi mümkün değildir.
Küresel politikalar, istihdam konusunda da iflas bayrağını çekmiş ve tam istihdamın sağlanamayacağı inancından hareketle, işsizlikle mücadele politikalarını, yoksullukla mücadele olarak revize etmiştir. Yani devletler yatırım yaparak istihdam yaratacağına, işsizlik sorununu çözmeye çalışacağına, kaynaklarını doğrudan işsizlere ve yoksullara harcayarak, vatandaşlarını hayatta tutmaya çalışacaktır. Bu nedenle önceliğimiz, taktığımız tek taraflı gözlüğü çıkararak tüm ekonomi ve istihdam politikalarımızı yeniden oluşturmak ve istihdam piyasasını esnekleşmekten koruyarak daha stabil, güvenceli ve uzun süreli bir istihdam modeli yaratmak olmalıdır.
Oysa son yıllarda, memurların dahi iş güvencesinin ortadan kaldırılarak sözleşmeli personel istihdamının yaygınlaştığı, işçilerin de çağrı usulüne göre, esnek, kısmi zamanlı çalışma şartlarına göre istihdam edildiği bir yapı oluşturulmak istendiği açıkça görülmektedir. İstihdam sistemi bakımından; kamu kesiminde memurluk yerine çeşitli adlar altında sözleşmelilik, kadro gereği ücret yerine sözleşme gereği performans ücreti gibi eğilimler, kamu istihdamını, özel kesim istihdamı ile aynı seviyeye getirmeye ve esnekleştirmeye yöneliktir.
Özellikle iş güvencesinden yoksun 4-B ve insan haklarına aykırı bir biçimde hastalık, doğum, evlenme, ölüm gibi izinlerin, tayin, terfi gibi hakların kısıtlandığı, 4-C statüsünde istihdamın ve işlerin taşeron şirketlere devredilmesinin kamuda giderek artması tehlikenin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Öte yandan ülkemizde istihdam yetersizliği yüzünden, çalışacak durumdaki milyonlarca insanımızın işsiz olması, toplumumuzu sosyal patlamanın eşiğine getirmişken, kamuda personel sayısının ve giderlerinin azaltılması amacıyla, temizlik, güvenlik gibi bazı hizmetlerin ihale yoluyla özel şirketlere devredilmesi uygulaması artık kamunun asli ve sürekli görevlerinin bile taşeron şirket elemanları aracılığıyla gördürülmesi boyutuna ulaşmıştır.
Taşeronlaşma; çalışanlar açısından, sosyal güvencenin olmadığı, yarınının ne olacağı belli olamayan bir güvensizlik yaratmakta, iş sağlığı ve güvenliği esaslarına uyulmayan, sendikalaşmanın olmadığı bir yapıyı beraberinde getirirken, kamunun istihdam mantığı esnek istihdam modelinde, düşük ücretli çalışanların hâkim olduğu bir sisteme doğru dönüştürülmektedir.
Esnek istihdam, taşeron işçiliği ve özel istihdam büroları yoluyla emek sömürüsü hızla yayılmakta, istihdam maliyetleri aynı kaldığı halde çalışanlar üzerinden kâr elde eden emek simsarları, komisyoncular nedeniyle, düşük ücretin hâkim olduğu bir yapı ortaya çıkmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre ülkemizde özel sektörde istihdam edilen çalışanların yarıya yakını asgari ücret almaktadır. Bu durum, işten çıkarmaların kolaylaştığı, işlerin çalışan tarafından gördürülmek yerine şirketlere ihale edilerek çalışanları çalıştıran aracılar yoluyla yeni bir rant kapısının oluşturulduğu, esnek istihdamın yaygınlaşmasının bir sonucudur.
İşsizliği azaltma planı olarak nitelendirilen taşeron sisteminin ve esnek çalışmanın yayılması, kiralık işçi pazarlarının açılması, çalışanlara ayrılan kaynağın büyük kısmının özel şirketlere verilmesinin bir başka adıdır. Bugün uygulama alanı sınırlı olsa da gelecekte teknolojinin gelişmesiyle birlikte azalacak emek talebi dikkate alındığında, belirli süreli işler için işçi kiralama yönteminin, esnek istihdam modelinin temelini oluşturacağı aşikârdır. Esnek istihdam politikaları ve bunun bir ürünü olan işçi simsarlığı, işgücünün değerini düşürürken işçinin yarattığı değeri büyütmektedir. Esnek istihdam, emek sömürüsünün daha da yoğunlaşmasına, işçinin yarattığı ve el konan artık-değerin büyütülmesine, ücretli köleliğin koşullarının daha da kötüleşmesine yol açacaktır.
İstihdam alanında yaşadığımız sorunlar karşısında, piyasa ekonomisi anlayışı çerçevesinde üretilen çözümlerin tek başına anlamlı olmayacağını, Türkiye’nin tarihinden gelen değerlerini dikkate alarak, sosyal devlet anlayışını terk etmemek gibi bir mecburiyetinin olduğunu düşünmekteyiz. Sadece güçlü olanın ayakta kalabildiği acımasız bir piyasa ekonomisi anlayışı Türkiye için uygun bir çözüm olamaz.
Türkiye, sosyal devlet anlayışının bir sonucu olarak, bölgeler arası gelişmişlik farkını dikkate alarak, bölgelere özgü politikalar geliştirmelidir. Doğu Anadolu Bölgesi örneğinde olduğu gibi, hayvancılığın çok önemli bir geçim kaynağı olduğunu görmezlikten gelerek, “hayvan ürünleri pahalıdır, bu nedenle daha ucuza hayvansal ürünler ithal edilebilir” mantığından hareketle, pazar ekonomisi düşüncesi ile istihdam ve işsizlik problemine çözüm bulunamaz.
Aynı şekilde Türkiye’nin özellikle korunmaya ve desteklenmeye muhtaç sektörleri ve bölgeleri yanında ülkemiz için son derece hayati öneme haiz üretim alanlarını, genel tedbirler çerçevesinde düşünmemek gerekir. Bu alanları da pazar ekonomisi anlayışı çerçevesinde düşünerek gözden kaçırmak Türkiye’nin yararına olmayacaktır. Zarar da etseniz, verimsiz de olsa, piyasa kurallarına aykırı da olsa geleceğin sorumluluğunu taşıyan yöneticiler olarak, bu alanlarla ilgili ayrı politikalar üretmek zorundasınız.
Özellikle 1980’li yıllardan sonra uygulanan neo-liberal ekonomi politikaları işsizlik yaratmaktadır. Bunun yanında aynı düşüncenin ürünü olarak işsizliği azaltmak adına geliştirilen öneriler, çalışanları daha düşük ücretlerle, örgütsüz ve korunmasız bırakmayı amaçlayan esnek istihdam politikaları çerçevesinde şekillenmektedir. Unutulmamalıdır ki, olaylara aynı gözlükle bakmayı sürdürdüğümüz müddetçe, bulunacak çözüm yolu da aynı olacaktır. Öyle ise strateji belirlemede önceliğimiz, uygulanacak ekonomi politikalarını doğru belirlemek olmalıdır.
Özelleştirmelerin tüm hızıyla sürdüğü, kamuda istihdamın azaltılmaya, iş güvencesinin yok edilmeye çalışıldığı, verimlilik ve çalışma sürelerindeki artış nedeniyle büyümenin istihdam yaratmadığı, kısıtlı personel sayısıyla kamu hizmeti gördürülmesi prensibinin benimsendiği bir yapıda istihdamın artması mümkün değildir. Enflasyon hedeflerine ulaşmanın bir yolu olarak alım gücünün düşük tutulduğu; bu nedenle maaşların reel olarak artmadığı, piyasalarda durgunluğun hâkim kılındığı bir yapıda istihdamın artması mümkün değildir. Ekonominin arz, istihdamın talep yönünün dikkate alındığı; olaylara yalnızca tek taraflı olarak işveren gözüyle yaklaşıldığı bir yapıda istihdamın artması mümkün değildir. Meslek liselerinin önemini yitirdiği, piyasada ara eleman ihtiyacı oluşurken, milyonlarca üniversite mezununun iş aradığı, eğitim planlamasının olmadığı bir yapıda istihdamın artması mümkün değildir.
Türkiye, izlediği politika ile ya da daha doğru anlatımı ile bir politikasının olmaması sonucu “her işi yapan” vasıfsız insan yetiştirmeye devam etmektedir. İnsan gücü ve eğitim politikaları yolu ile ihtiyaç duyulan bugünün ve geleceğin meslekleri belirlenmeli ve iş gücü bu alanda eğitilmelidir. Bunun anlamı genel eğitim anlayışının terk edilmesi ve mesleki eğitimin ön plana çıkartılmasıdır. Özellikle Türkiye’de genç nüfus ve kadın iş gücünde ortaya çıkan artış unutulmamalı ve eğitim hedefleri içerisinde bu kesimler öncelikli olarak dikkate alınmalı, özel sektör yanında sivil toplum kuruluşları da bu konuda yönlendirilmelidir.
Hali hazırda yaşadığımız sorunlara getirilen yaklaşımların çözümden çok yeni sıkıntılar yaratacağı açıktır. Sorunlara çözümmüş gibi sunulan iş güvencesinin yok edilmesi, kısmi zamanlı, çağrı usulüne göre, evden istihdamın ve kiralık işçiliğin yaygınlaşması, aslında istihdam piyasasının esnekleşme yoluyla istismarı yoğunlaştırma çabalarının bir parçasıdır. Kaldı ki, esnek istihdam uygulamalarının istihdamı arttırdığına dair hiçbir somut olgu mevcut değildir. Tam tersine esneklik uygulamaları istihdam azaltıcı sonuçlar doğurmaktadır. Yoğun işsizliğin yaşandığı ülkemizde esnek istihdamın, işçi simsarlığını, bordro şirketlerini çoğaltmaktan ve iş gücü piyasasını kuralsızlaştırmaktan, parçalamaktan başka bir işlev görmeyeceği açıktır.
Yaşananlara baktığımızda çalışanlarımız açısından gelecek günlerin pek de parlak olduğunu söyleyemeyiz. Kamu istihdamında yaygınlaşan sözleşmeli ve geçici istihdamı ile iş güvencesinin zayıflatılmasına yönelik düşüncelerin artık daha yüksek sesle dillendirilmesi, özel sektör istihdamının esnekleşme adı altında tam bir ucuz işçi çalıştırma alanına dönüşmesi, önümüzdeki dönemi bizler açısından daha da zor hale getirmektedir. Uzunca bir süreden beri toplumda hâkim olan bireyselleşme ve yalnızlaşma; birlikteliği, dayanışmayı, bir başkasının hakkı için mücadele etmeyi zul sayan bir anlayışı doğurmuştur. Geçmişte yaşadığımız sorunlara ürettiğimiz yanlış çözümler, bugünün yeni sorunları olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bugün yaşadığımız sorunlara üreteceğimiz çözümlerin gelecekte karşımıza yeni sorunlar olarak çıkmaması için, bugün doğru çözümler üretmek zorundayız. Bu nedenle yetkililerin olaylara tek taraflı bakmadan, piyasa terazisinin her iki kefesini de aynı anda ve aynı oranda gözeten bir ekonomik programın ve istihdam stratejisinin belirlenmesi esastır. Sürekli ve güvenceli işler ile planlama, eğitim ve tavizsiz uygulama, stratejinin temel dayanakları olmalıdır. Biz çalışanlara düşen ise birlikte, örgütlü ve organize bir mücadele ile sahip olduğumuz haklara sıkı sıkıya sahip çıkmaktır. Sorunlara gücü elinde bulunduranların, küresel politika belirleyicilerinin bakış açısıyla yaklaşıldığı, çalışanlarımızın günübirlik düşüncelerle hareket etmeye devam ettiği sürece, yaşadığımız kısır döngüden çıkmamız mümkün olmayacaktır."