İsviçre görüşmelerinden sonra, gerek Türkiye Hükümeti yetkililerince yapılan açıklamalar, gerekse Türk medyasının büyük bölümünce yayılan hava gerçeği yansıtmamaktadır
İsviçre görüşmelerinden sonra, gerek Türkiye Hükümeti yetkililerince yapılan açıklamalar, gerekse Türk medyasının büyük bölümünce yayılan hava gerçeği yansıtmamaktadır. Aşağıdaki noktalan kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.
1. Son görüşmelerde Türk tarafınca bir "zafer" kazanıldığı doğru değildir. Ortada
iki ya da dört tarafça üzerinde mutabakata varılmış bir "anlaşma" yoktur. Söz konusu
olan, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği'nce yazılıp tebliğ edilmiş ve iki ayrı
halkoylamasına sunulması istenmiş yaklaşık 9.000 sayfalık bir metindir. Halklar bu
metni kabul etmekle, üzerinde anlaştıkları bir metni değil, anlaşmazlıklarla ve çatışma
tohumlarıyla dolu bir "sözde çözüm" taslağını kabul etmiş olacaklardır.
2. Çözüm, genellikle iddia edilenin aksine, "iki eşit egemen devlet" arasında ve
onların, birbirlerini tanıyarak, ortak azalarıyla bulunmuş bir çözüm değildir. KKTC'nin
egemen devlet olarak "tanınmamışlığı" devam etmektedir. Daha önce düşünüldüğü gibi
bir "24 saat için de olsa tanınma" olmamıştır. En somut birkaç kanıt, mülkiyet
konusunda şimdiye kadar devlet olarak dağıttığı "tapu"ların geçersiz sayılması,
"Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti" parasının şimdiki "Kıbrıs Lirası" olarak kalmasıdır.
Bunların anlamı, söz konusu çözüm ayakta kalmayıp bozulursa, ortaklıktan ayrılması
söz konusu olabilecek bir KKTC'nin ancak şimdiki statüsüne dönmüş olacak olmasıdır.
Hukuken, "Kıbrıs Cumhuriyeti", değişik bir isim altında, devam ediyor. "Birleşik Kıbrıs
Cumhuriyeti"nin egemenliği, "oluşturucu devletler"in egemenliklerinden kaynaklanan,
o egemenliklerin oluşturduğu, gücünü ve meşruluğunu onlardan alan bir egemenlik
değildir. Yakın tarihteki çeşitli örnekleriyle görüldüğü gibi, bir devletin ad, bayrak,
ulusal marş. anayasa değiştirmesi, hukuken onun ortadan kalkması ve yerine yeni bir
devletin doğması anlamına gelmez. Kıbrıs'ta yeni bir "durum" yaratılmış, ama yeni bir
devlet doğmamıştır. Osmanlı Devleti'ni sona erdirip Türkiye Devleti'nin tanınması
anlamına gelen Lozan benzetmesi yanlıştır.
3. Bulunan çözüm, özetle, Avrupa Birliği'yle "Kıbrıs Cumhuriyeti" adıyla
"katılım antlaşması" imzalayarak tam üye durumuna gelmekte olan şimdiye kadarki
Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'ne kuzeydeki yönetimin yamanması niteliğindedir.
Halkoylamasına sunulan metin, KKTC ile AB arasında imzalanan ve AB ülkeleri
parlamentolarından geçirilmesi gereken yeni bir "protokol"la "AB müktesebatının
parçası" olarak "birincil hukuk" kaynağı durumuna getirilmiyor. Bu konuda, sadece,
AB'nin karar ve yürütme organı olan Komisyonun bir "uyarlama senedi" çıkarma
"vaadi" var. Dolayısıyla, metne nüfus, yerleşim, mülkiyet ve başka bakımlardan Türk
tarafının haklarını saklı tutmak üzere konmuş olan ve "derogation" denen "geçici
istisnalar" bu durumda bile "ikincil hukuk" olarak kalacak ve uzman hukukçuların
belirttiği gibi, her zaman AB Adalet Divanı'nca iptal kararlarına konu olabilecektir.
Çözümün sürekli geçerlilik taşıyan "birincil hukuk" durumuna getirilmesi için gerekli işlemlerin yapılması konusunda, metinde sadece ortak devletin eşbaşkanlarınca imzalanıp AB Konseyi Başkanı'na gönderilerek "çözümün birincil hukuk sayılmasını sağlayacak işlemlerin yapılmasını" rica eden bir mektup müsveddesi var. İleride bu konuya itiraz etmeyeceği konusunda Yunanistan'dan yazılı bir "taahhüt" de alınmış değildir; sadece sözlü bir vaadden sözedilmektedir.
4. Harita, daha önceki Annan Planları'yla sunulan haritalardan birinin,
"Karpaz'sız" olanın aynısıdır. Daha önce Türk tarafınca istendiği gibi "düz çizgi"
olmaktan çok uzak, Batı'da en verimli Güzelyurt arazisini terkeden, girintili çıkıntılı bir
harita kabul edilmektedir. Kıbrıs Türk Devleti, KKTC'nin ada yüzölçümünün yüzde
36'sından yüzde 28'e inmekte, toprağının yaklaşık beşte birini vermektedir. Terkedilen
64 köy yanında, son derece verimli toprağı olan Yeşilırmak gibi 1963 sonrasındaki
olaylar sırasında sonuna kadar direnmiş bir Türk köyü de terkedilerek kıyı şeridi
kısalmaktadır. Zaten, "oluşturucu" devletlerin kendi karasuları, kıta sahanlıkları, sahil
güvenliği ve denizde kurtarma yetkileri olmayacaktır. Güney Türkiye ile Kuzey Kıbrıs
arasındaki "kıta sahanlığı" tehlikeye girmiştir.
5. Bırakılan topraklardaki yaklaşık 60 bin kişilik nüfus, aşamalı olarak oralardan
ayrılıp kuzeye ve doğuya göç etmek zorunda kalıp yeniden yerleştirilecektir. Bunların
yeniden yerleştirilmesi, yapılan tahminlere göre, asgari 4 milyar dolarlık bir gider
gerektirmektedir. Giderin nasıl karşılanacağı belirsizdir. Bütün umut, bu amaçla
açılacak olan "devletlerarası bağış kampanyası"na bağlanmıştır. Bırakılan yerler, ilk
günden başlayarak, yine aşamalı olarak, hukuken Güneydeki devletin toprağı sayılacak,
ancak terk edilişten önceki kısa bir tarihe kadar Kuzey tarafından "yönetilecek", ama o
topraklarda Rum yönetimi kuruluncaya kadar çözümün uygulanışı ve güvenlik, yetkileri
arttırılmış olan Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nce sağlanacaktır.
6. Kalan topraklardaki Türk askeri varlığı, şimdiki yaklaşık 35.000'den, aşamalı
olarak önce 6.000, sonra 3.000'e, Türkiye'nin AB üyeliğinden sonra 1960'daki 650
kişilik birliğe indirilecek, sonrasında "tamimiyle çekilme amacı gözönünde
bulundurularak" her üç yılda bir gözden geçirilecektir. Bunun bir başka anlamı, Türk
askerinin, eninde sonunda, adayı büsbütün terk etmesidir. İlk günlerden başlayarak bu
askeri varlığın görevleri ve olanakları sınırlandırılıp Birleşmiş Milletlerce gözetim
altında tutulacaktır.
7. İki kesimlilik tam anlamıyla sağlanmış değildir. Türk tarafına, yüzde 6, 11,18
gibi derecelendirilerek yıllara yayılmış kademelerle, yüzde 33' kadar çıkan Rum nüfus
yerleştirilecek, yerleşenler yerel seçimlerde oy kullanabilecekler, ancak federal
seçimlerde, kendi toplumlarındaki seçmenlerle birlikte, kendi temsilcileri için oy
vereceklerdir. Türk tarafında, ayrıca, Maronitler için özerk yönetimli küçük bir kanton
kurulmuştur. Karpaz Yarımadası'nın en ucundaki Rum köylerine de yerleşim ve nüfus
bakımından ayrıcalıklar tanınmıştır.
8. Mal mülk konusu daha önceki Annan Planlarına göre basitleştirilmekle
birlikte, Türk tarafının eskiden beri savunduğu "toplu çözüm ve tazminat" ilkesi kabul
edilmemiştir. Genel olarak, herkes kendi mülkünün üçte birine yeniden sahip
olabilecek, geri kalan kısmın yarısı faiz teminatlı bono, üçte biri de paraya çevrilebilir
ve yeni mal almaya yarayabilir senetle karşılanacaktır. Son on yıl içindeki ikamet
sürelerinin gözönünde bulundurulması ve güneyde bırakılmış malların hesaba katılması
gibi ayrıntılar, başında Kıbrıslı olmayan bir yabancının bulunacağı bir Mal Mülk Komisyonu'nca çözülecektir.
9. Devletin yönetim yapısı tepede bir Başkanlık Kurulu ile yasama organı olarak
iki meclisli bir parlamentoya dayandırılmıştır. 48 üyeli Temsilciler Meclisi oluşturucu
devletlerin nüfus oranlarına göre kurulacak, 48 üyeli Senato'da her iki halk 24 üyeyle
temsil edilecektir. Her iki mecliste de oy çokluğuyla karar alınacak, ancak Senato'daki
çoğunluğun geçerli olabilmesi, o çoğunluk içinde Türk üyelerden dörtte birinin
bulunmasıyla mümkün olacaktır. Parlamento'nun beş yıl için seçeceği dokuz kişilik
Başkanlık Kurulu'nun oy sahibi olan 6 üyesinden 4'ü Rum, 2'si Türk, oy sahibi
olmayanların da 2'si Rum, 1 Türk olacaktır. Kararlar, mümkünse oydaşmayla, mümkün
değilse oyçokluğuyla alınacak, ancak çoğunluğun içinde her iki halktan en az bir üyenin
bulunması koşulu aranacaktır.
10. Oluşturucu devletlerin vatandaşları yeni ortaklığın da vatandaşı da sayılacak
olmakla birlikte, şimdiye kadar adaya yerleşmiş ve vatandaşlık kazanmış olan
Türklerden ancak 45.000'nin vatandaşlığı geçerli sayılacaktır. Bu rakamın üstündekiler,
verilecek "insancıl tazminat" karşılığı adayı terkedeceklerdir. 45.000 kişilik vatandaş
listesinin halkoylamasından iki hafta önce verilmesi istenmiştir. Amaç, liste dışında
kalanların seçmen kütüğünden çıkarılarak halkoylamasında oy kullanmalarının
engellenmesidir. Bütün bu ayrıntıların ötesinde, yapılmasına Türkiye'nin de rıza
gösterdiği bir halkoylaması sonucunda kabul edilecek "pakef"in en tuhaf ve hiçbir
hukuka sığmayacak yönleri şunlardır:
11. a) Paket, aslında iki oluşturucu devletin birlikte yapmaları gereken, fakat
Birleşmiş Milletlerce yapılmış bir "federal anayasa" ve oluşturucu devletler için de yine
halkların kendi temsilcilerince yapılması gereken birer "oluşturucu devlet anayasası
içermektedir.
b) Pakette, "teknik komitelerce" sonuca bağlandığı söylenen, fakat yine Birleşmiş Milletlerce kesinleştirilen, fakat asıl müzakere heyetinden geçmeyen toplam 1.400 kadar devletler-arası ya da çok taraflı andlaşmayı ve toplamı yaklaşık 7.000 sayfa tutan, bir kısmı anayasal veya teknik nitelikte olmak üzere 140 kadar temel yasayı içermektedir. Bunların hepsi İngilizcedir ve halkoylaması tarihine kadar Türkçe'ye ya da Yunanca'ya çevrilmeleri olanak dışıdır.
12. Genel sonuç olarak şu görülmelidir: Bir "zafer" olarak iyileştirildiği söylenen
Annan Planı, karşılığında Rum tarafına da sağlanan iyileştirmeler yanında, çeşitli
yönleriyle, özde adadaki Türk varlığını, iyimser tahminlere göre 10-15 yıl, kötümser
tahminlere göre çok daha kısa bir süre sonunda eritmek, ada ile Türkiye arasındaki
bağlan önce zayıflatmak, sonra da büsbütün koparmak amacını güden, eşine emsaline
dünya hukuk tarihinde rastlanmamış bir metindir. Bunun halkoylamasına konmasına ve
sonrasında çıkabilecek "olumlu" sonuca razı olmak, yine dünya tarihinde ilk defa
rastlanan bir olay olacaktır. Türkiye, böylece, kendisinin başlatmadığı bir savaşı
kazanarak kendi eliyle kurtardığı topraklar üzerinde kurulan ve kendisince tanınan bir
devletin yok edilmesine rıza göstermekle belki de Guinness Rekorlar Kitabı'na girecek
bir "ilk"i gerçekleştirmiş olacaktır. Kıbrıs Türk halkı da, kendi devletini kendi eliyle
yıkarak bir başka tarihsel rekorun sahibi olacaktır.