Değerli Misafirler,
TÜRKİYE KAMU-SEN'İN KURULUŞU VE 4688 SAYILI YASA
Konumuz memur sendikacılığı
Değerli Misafirler,
TÜRKİYE KAMU-SEN'İN KURULUŞU VE 4688 SAYILI YASA
Konumuz memur sendikacılığı. Memur sendikacılığı, çok uzak tarihlere dayanır. Türkiye'de, 1965 yılı sonrasında memur sendikacılığı konusunda bir takım çalışmalar yapılmış ve Anayasa'nın verdiği imkanlarla, (ki bu imkanlar çok daha geniş imkanlardır) amacı yönünde kullanma açısından memur sendikacılığı maalesef başarılı olamamış ve Türkiye'deki demokratik gelişimin kesintiye uğratıldığı dönemler içerisinde bu haklar kamu çalışanlarından alınmıştır. Türkiye'de memur sendikacılığını konuşmak çok kolay değil. Zira, sendikacılıkta taraflardan bir tanesi işveren, diğeri ise çalışan. Kamu çalışanlarının patronu doğrudan devlet. Devleti yönetenlere karşı, devletin bütün işlerini yöneten kişilerin sendikacılık yapması, hele hele tayin terfi ve atamalarda yönetimlere karşı yapılması çok kolay denecek bir iş değil. Bu yüzden de, dünyadaki gelişimine paralel değil, değişim sürecini tamamlayanların örnekleri ele alınarak bu çalışma şekli de zaman içerisinde ülkemize de taşınmış. Biz Türkiye Kamu-Sen olarak 1989 yılında, adı sendika olan bir kuruluşun etrafında toplanmaya cesaret edememiştik. O zaman, kamu çalışanları vakfı adı altında bir teşkilat kurmuştuk. Bu teşkilatın hedefi, memur sendikacılığını geliştirmektir. Ve nitekim vakıf şubelerimiz vasıtasıyla ülkemizin çeşitli yerlerinde, biz sendika şubelerimizi 1992 yılında itibaren kurmaya başladık. 1992 yılında 14 sendika olarak Türkiye Kamu-Sen'i oluşturduk. Ve bu sendikaların birleşimiyle, Türkiye Kamu-Sen'i kurduk. Vakıf vasıtasıyla da, Türkiye'deki şubelerimizin korunmasını rica ettik. Başlangıçta, memur sendikacılığı ifadesini kullanmaya cesaret edemezken, bu üç yıllık süre içerisinde yani 1989 ile 1992 yılları arasında, memur sendikacılığının olabilirliğini anlatmaya çalıştık. Bunun zemin bulduğu her türlü gelişmenin sonucunda, bu duruma geldiğini söylemek inanın bizleri mutlu ediyor. Çünkü, bu bir çalışmanın ve mücadelenin ürünüdür. O mücadelenin başlangıcından bu yana, oldukça büyük bir mesafe katettik. Bu açıdan ele aldığımızda memur sendikacılığının daha çok mesafeler alması gerektiği de ortada. Tabi bu, 1982 yılında başladığımız sendikacılık anlayışını değiştirmemiz çok da kolay olmadı. Önce, sendika olarak sesleneceğimiz kitleyi inandırmamız gerekiyordu, bunun mücadelesi verildi. Ve bu inançtan sonra, siyasi iradeye karşı sendikaların hukuki zeminini oluşturma mücadelesi başladı. Hukuki mücadele genelde menfaat ilişkilerinin çekiştiği noktalarda kopmalara sebebiyet verdi ve maalesef 2001 yılı Ağustos ayına kadar biz, memur sendikacılığının hukuki zeminini oluşturma başarısını gösteremedik. Zaman zaman hazırlanan tasarılar mecliste görüşüldü ve bu tasarılar mecliste görüşülürken azınlık ve koalisyon hükümetleri dışardan destekler, olmazsa olmaz şartları noktasında değerlendirmeler sonucunda 2001 yılının Haziran ayının 25'ine kadar bu devam etti ve sonuçta 4688 sayılı kanun çıktı. Ancak, 1995 yılında TBMM'de önemli bir şey gerçekleşti. Anayasa değişikliği. Anayasa'nın 51 , 52 ve 53. maddelerinde değişiklik yapılırken, kamu çalışanlarının bugün sendika olarak toplu görüşme düzeyinde kalan haklarını oldukça geniş bir şekilde ele alınması mümkünken, maalesef o dönemde de farklı değerlendirmeler sonucunda kamu çalışanlarına grev,toplu sözleşme, siyasete katılma yönetime katılma haklarını sağlayacak şekilde bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilemedi. Anayasa değişikliği de toplu görüşme yapabilecek bir sendikanın kuruluşu ortaya koyuldu. Burada, 4688 sayılı kanun 6 sene sonra ancak çıkartılabildi. Şimdi bu kanun kamu çalışanlarına ne getiriyor? Buna öncelikle bakmamız lazım. Çünkü, bütün hareketimizi, fiiliyatımızı bu kanun çerçevesinde yapmak zorundayız. Bu kanun, dört önemli fikri ortaya çıkartmaktadır. Birincisi, kamu çalışanlarının, kendini ifade edebileceği bir zemin oluşturulmuştur. Daha önce kamu çalışanlarının kendilerini ifade edebilecekleri bir takım yerler vardı ama mali ve sosyal hakları içeren konularda söz söyleyebilme ve hakkını savunabilme, bunları tartışabilme bir zemini gerektirmektedir, bu zemin oluşmuştur. İkinci önemi de, yine Anayasa'ya dayanarak, yargıya karşı kendisini temsil edecek bir merci vardır, bir kurum vardır, sendika olacaktır. İkincisi de, kendisini idareye karşı temsi edecek olan bir merci söz konusu olmuştur ve son olarak sokaklarda bağırıp sohbetlerde anlatmaya çalıştığı derdini, sorunlarını bir masada, toplu görüşme masasına taşıma imkanına kavuşacaktır. Elde edilen hak da 4688'e göre bu kadar. Ama burada hukukçularımızın kullandığı bir ifadeyi kullanmak istiyorum. Kötü kanun yoktur, kanunun uygulayıcısı kötüdür. O yüzden, 4688 sayılı kanunu maksimum fayda sağlayabilecek şekilde kullanmamız mümkündür. Türkiye Kamu-Sen olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Ancak bu hiçbir zaman kamu çalışanlarının sendikal mücadelesinde bir hedef noktaya ulaşıldığı anlamına gelmemektedir. Zira bu nokta, bizim hedef diye nitelendirdiğimiz, yani grevli, toplu sözleşmeli siyaset ve yönetime katılma haklarını içeren sendikal hakların kamu çalışanlarına kazandırılması, bu hedef hiçbir zaman değişmeyecektir ve bu hedef için her zaman mücadele sürdürülecektir. 4688 sayılı kanun, uygulamasına baktığımızda iki senelik bir uygulama yaşıyoruz, şu anda bu uygulamada bir yetkili sendika konumu ortaya çıkıyor. Bu yetkileri, hizmet konumu itibariyle değerlendirdiğimizde, hizmet kolunda pek çok üyeye sahip olan sendika üyeleri adına toplu görüşme yapma hakkına sahip oluyor. Eğer bir sendika, kurul içerisinde en çok üyeye sahip ise kurum idare kurullarına katılma hakkına sahip oluyor. Bir önemlisi de, çalışan işyerinde en çok üyeye sahip olan sendika, iş yeri temsilciliğini açma hakkına sahip oluyor. Yani yetki, işyeri, kurul ve hizmet kolu olmak üzere farklı farklı sendikaların ortaya çıkabildiği bir dağılıma yol açıyor. İş yeri temsilciliği açma hakkına sahip sendika, kurul idare kuruluna katılma hakkına sahip olmayabilir. Birden fazla sendikanın bulunduğu durumlarda, kurum idare kuruluna katılan bir sendika hizmet kolunda yetkili olmayabiliyor. Ancak son iki yıldır uygulamada, iş yeri temsilciliği, kurum idare kurulu temsilciliğinde de bir çok aksaklıklar ortaya çıktı. Bunları sırası geldikçe aktarmaya çalışacağım.
4688 sayılı kanun az önce de ifade ettiğim gibi, bir çok çelişkiye sahip ve bir çok yanlışları bulunmaktadır. Ama kamu çalışanlarını, dört önemli noktada bir basamağı bize sağlamıştır. Bu yüzden eksikliklerin ve çelişkilerinin giderilmesi, yanlışlıklarının düzeltilmesi için ayrıca bir mücadele verilmelidir ve bu mücadele şu anda devam etmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda, 4688 kanunda, bu eksiklikleri, yanlışlıkları, çelişkileri kabul ettikleri şeklinde, konfederasyonlara ve sendikalara görüşleri doğrultusunda çalışmalar sürdürülüyor, umarım bu çelişkiler ve yanlışlıklar yıl sonuna kadar düzeltilebilir. Eksikliklere gelince, bir kere kanun, grev, toplu sözleşme, siyasete ve yönetime katılma hakkını içermemektedir. Tabi bu sac ayağı diye nitelendirdiğimiz sendikacılık anlayışının, sadece bir ayağını içermesinden kaynaklanıyor. Sendika hakkı, artı toplu sözleşme hakkı sac ayağının diğer iki ayağı. Şu anda kamu çalışanlarının sahip olduğu sendikacılık maalesef sac ayağının biriyle yapılan bir sendikacılıktır. Onun için grev, toplu sözleşme, mutlaka bundan sonraki süreçte, gündeme getirilmesi gereken önemli hususlardan iki tanesidir. Diğer önemli bir eksiklik, kanunda idareye ve yargıya karşı bir temsil yetkisi sendikanın bulunduğu ifade ediliyor. Ancak uygulamada, hem idareye hem de yargıya karşı yetkinin nasıl kullanılacağı şe-endirilmediği için belli değil ve büyük bir karmaşa yaşanıyor. Belki bu yönetmeliğin de düzeltilmesi lazım ama mutlaka idare ve yargıya karşı temsil yetkisinin kullanılma yolunun açılması lazım. Bunu ifade ederken, kişisel konularla kamu çalışanlarının idareye karşı sorumluluklarını ve yükümlülüklerini ve idarenin kamu çalışanlarına karşı sorumluluk ve yükümlülüklerinin iyi tanımlanması gerekiyor. Kişisel davalar ve kişisel konular, bu kanun kapsamında idare ve yargıya karşı temsil yetkisinin kullanılması yönünde olmamalıdır. Ancak, kamu çalışanının, kamu da çalıştığı için en önemli eksiği hukuk ihtiyacıdır. Kamu çalışanına hukuk desteğini verecek, idareye ve yargıya karşı temsil yetkisini kullanabilecek olan, bir şeklinin uygulanması kanaatindeyim. Bunun mücadelesini de Türkiye Kamu-Sen olarak vermeye çalışıyoruz.
ÜYE SAYILARI VE YETKİ
Yine önemli bir eksiklik, az önce bahsettiğim üç ayrı noktada yetki verilirken hizmet, kurum ve iş yeri itibariyle yetki belirlenirken üye sayılarının nasıl tespit edileceği netleşmemiş. Çalışma ve Güvenlik Bakanlığı'nın çıkardığı bir takım genelgeler, talimatlar adına ne koyarsanız koyun, gerekli açıklığı getiremedi. Bu yüzden, geçen sene yetkiler, 2002 yılında açıklandı. 8 hizmet kolunda Türkiye Kamu-Sen yetkili 3 hizmet kolunda KESK yetkili. KESK toplu görüşme masasına katılma hakkına sahip, toplu görüşme masasına katılacak olan 13 kişilik heyetin başkanlığını yapma hakkı Kamu-Sen'in. 8 hizmet kolu 3 daha 11 hizmet kolunda karşılıklı olarak 22 dava açıldı. KESK üç hizmet kolunun dışında kalan 8 hizmet kolunda yetkili olmadığımızı iddia ederek dava açtı, 3 hizmet kolunda da sayılarının düşük olduğunu iddia ederek dava açtı. Türkiye Kamu-Sen'de 8 hizmet kolunda yetkisinin az olduğunu iddia ederek dava açtı, 3 hizmet kolundaki yetkisine itiraz ederek dava açtı. Artı o sayısal değerlendirmelerdeki eksikliklerin, tespitlerin doğru yapılamaması nedeniyle KESK bize karşı yetkili olduğunu iddia ederek dava açtı, biz de onların bize karşı yetkili olduklarını iddia ederek dava açtık. Sonuçta, 24 tane dava açıldı. Mahkemelerde, şu anda, halen ikinci yıla girdik, ikinci yıl yetkileri resmi gazetede yayınlandı. Ama kanunda bir süre var. Diyor ki, yargı 15 gün içerisinde davayı sonuçlandırır. Ama bunun mümkün olmadığı ortaya çıktı. O zaman, bu işin sağlıklı bir şekilde Çalışma Bakanlığı'nda yürütülmesi, orada neticelendirilmesi gerekmektedir. Bir diğer önemli konu, bu kanunun bir yerinde, bu kanunda yer alan herhangi bir şekilde sonuçlanamayan durumlarla ilgili, müracaat noktası 2821-2822 sayılı kanunlardır. 2821'de yanlış hatırlamıyorsam, işçi sendikalarımızın yetkili oldukları iş yerlerinde toplu sözleşmeden istifade edebilmek için, o sendikaya üye olmayanlar diğer sendikalara üye olsalar dahi, dayanışma aidatı ödemek suretiyle o haklardan istifade edebilirler. Ancak 4688 sayılı kanun, verimli sendikacılığı öne çıkarttığı için bunun dayanışma aidatı olmadığı gibi, sendikalı olmayı özendirecek niteliklerden de yoksun vaziyettedir. Bunun çok büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyoruz, eğer Türkiye'de ciddi anlamda demokrasiyi savunuyorsak, ciddi anlamda demokrasi katılımcılığını savunuyorsak, o zaman özellikle sendikacılığın önünü açacak hükümlerle ilgili kanunlara taşımamız gerektiği kanaatindeyim. Bir de, sadece demokratik açıdan bakmamak lazım. Çalışanlar arasında, üye olanla olmayanların birbirine bakışlarını çok iyi bilmemiz lazım. Maalesef, çalışanlarımız arasında şöyle bir düşünce hakimdir.Sendikaya üye olanlar mücadele ederken, aidatlarını öderler, eylemlerine katılırlar, desteklerini verirler, ama sendika üyesi olmayanlar, dışarıdan seyrederler, bakalım ne olacak? derler. Ve seyretmekle de kalmazlar, neticeyi görmekle de kalmazlar, "bakın enayiler siz para veriyorsunuz biz istifade ediyoruz" derler. Bu gerçekten çok basit bir ifade ama, sendikacılığın kamu çalışanları arasında kabul görmesi açısından ciddi bir ayırımı ortaya koyuyor. Bu yüzden de, bu konuları da değerli yetkililerimize aktarmaya çalıştık. Sendika kazanımlarını kullanabilmek ve o haklardan istifade edebilmek için, dayanışma aidatından çok, sendikacılığı özendirecek, sendikalı olanlara bir artı avantajın ortaya konulmasının faydalı olacağını söylemiştik. Bunu siyasi iradeye aktarmaya çalıştık. Ama maalesef, bu hususu öne çıkartacak bir çalışma yapılmadı. Ancak yeni düzenleme, yapılması için biz çalışmalarımızı sürdürüyoruz, inşallah netice alırız.
KURUM İDARİ KURULLARI
Bir de ikinci bir önemli konu, bu kanunun çelişkileridir. Kurum idare kurullarını, kurullar kurmuş. Kendi hizmet kollarımdan örnekler vereyim. Mesela TEDAŞ Genel Müdürlüğü, toplam çalışan sayısı 8 bin civarında, en çok üyeye sahip olan sendika, bütün çalışanları dahil TEDAŞ Genel Müdürlüğü'nde, kurum idare kuruluna katılacaktır. Kurum idare kuruluna, Türkiye Kamu-Sen'e bağlı Türk Enerji-Sen kurum idare kuruluna katılma hakkını elde etti. Temsilcilerimizi seçiyoruz. Kurum İdare Kurulu senede iki defa toplanıyor, biri Nisanda biri Ekimde. Kurum İdare Kurullarında bir takım kararlar alınıyor ve buna imza atılıyor. Fakat kurum yetkilileri, bu kararların uygulanmasında çok da fazla istekli olmuyor. Tamam görevimizi yaptık, eksiklikleri tespit ettik diye sıranın altına koyabiliyor. Bu oldukça ciddi bir çelişkidir. Eğer Kurum İdare Kurulu'nda bir karar alınmışsa, bu kararların uygulanmasını engelleyecek olan bir tek şey vardır. Yasal olmamasıdır. Yani yasal olduğu sürece, Kurum İdare Kurulları'nda alınan kararların uygulanma zorunluluğu olmalıdır. Fakat, böyle bir sorumluluk yasada bulunmadığı için, kurumlar da genelde bütün uygulamalarını siyasetten aldıkları talimatlarla yürüttükleri için, maalesef Kurum İdare Kurulu kararları anlamsız ve sadece toplantı yapılıp rafa kaldırılması şeklinde değerlendirilmektedir. Bu netice itibariyle, kanunun bir hakkın elde edilmesi için verilmesi temeline dayalı olarak düşündüğümüzde, kendi içerisindeki çelişkinin önemli bir göstergesidir.
YÜKSEK İDARİ KURUL VE TOPLU GÖRÜŞMELER
Yine, bir üs kurul, Yüksek İdare Kurulu uygulaması vardır. Yüksek İdare Kurulu'na, en çok üyeye sahip üç konfederasyon, üye sayıları oranında temsilci gönderir. Yine, bu seneki uygulamayla ifade edeyim, Türkiye Kamu-Sen Yüksek İdare Kurulu'na 8 temsilciyle, KESK 3 temsilciyle, Memur-Sen bir temsilciyle katılmıştır. Yüksek İdare Kurulu'nun görevi, Kurum İdare Kurulları'ndan gelecek tavsiyelerle bir sonraki dönemde yapılacak, yani il toplantısı dokuz ay içerinde olur. Ağustosun başında da, diğer toplantısını tamamlar, toplu görüşme süreci gündemini ortaya koyar. Fakat, yüksek idare kuruluna oluşturulan gündem ve sorunlar toplu görüşme masasında görüşülmez. Bunu çok ciddi olarak söylemek istiyorum, Yüksek İdare Kurulu'nun bir anlamı var. Toplu görüşme masasına, Türkiye Kamu-Sen ciddi hazırlıklar yaparak gidiyoruz. Siyasi irade karşımıza geçiyor, "Yüzde kaç istiyorsunuz?" diyor. Sadece mali haklar konuşulmaya başlıyor. O zaman, o toplu görüşme masası amacı dışına çıkıyor. Önemli bir eksiklik, toplu görüşme sürecinde kendisini gösterdiği gibi o toplu görüşme sürecinde, sendikalara ve konfederasyonların birden fazla olması, yani bir konfederasyon yerine iki konfederasyonun bulunuyor olması, siyasi iradenin kullanabileceği en önemli malzeme olarak karşımıza çıkıyor. Çok rahatlıkla iki konfederasyon arasındaki, rekabet yüzünden neticeye ulaşamadık denilebiliyor. Kamu çalışanlarının haklarının korunması ve geliştirilmesi için, eğer sorumluluğu tek konfederasyona yükleyemezsek, kamu çalışanlarının haklarını siyasi irade elinde malzeme olmaktan kurtaramayız. Bu yüzden, o toplu görüşme masasına bize göre Türkiye Kamu-Sen'e göre bir tek konfederasyon oturmalıdır. Bütün sorumluluğu da ona ait olmalıdır. Biz, bir tek konfederasyonun toplu görüşme masasında olmasını istiyoruz. Bu sene, bunun zorluğunu yaşadık. Bizimle beraber toplu görüşmede, toplu görüşme masasına oturan KESK, ikinci toplantıdan sonra siyasi iradenin kamu çalışanlarının demokratik haklarıyla ilgili taahhütte bulunmadığını beyan ederek masayı terk ettiler. Biz Türkiye Kamu-Sen olarak, kamu çalışanları adına yapılan her türlü hareketi desteklediğimizi söyledik ama masadan kalkmadık. Bizim gerekçelerimiz vardı, o masaya gidebilmek için mücadele vermiştik, o masadan kalkmayacağımızı göstermemiz gerekiyordu, biz de onu gösterdik. Kamu oyundaki algılama, kamu çalışanlarının 2004 yılı alacakları haklarıyla ilgili, mücadelenin KESK tarafından meydanlarda verildiği, Kamu-Sen tarafından da masada verildiği şeklindeydi. Yani, bir bütünleştirici durum sergileniyordu. Biz diyoruz ki, KESK o masadan kalkmamalıydı. Ama kalktı. Fakat bir başka yanlış daha yapıldı, masaya geri dönüldü. Dönüldüğü anda, mutabakat oluşturulabilecek noktaya gelen toplu görüşme süreci, siyasi irade birden dönüş yaparak 2004 yılını sadece 160 milyon lira parayla kurtarma sevdasına düştü. Ama kamu çalışanları sendikaları ve konfederasyonlarında, rekabet yüzünden mutabakat sağlanamamıştır dedi ve işin içinden çıktı. O yüzden o toplu görüşme masasında yaşanılacakların hesabını bir tek konfederasyona vermek zorundayız. Altından kalkan o masaya oturur, altından kalkamayan çeker gider. Ama tek başına olmak zorundayız. Dışarıya çıktığımızda faturanın bedelini, KESK Türkiye Kamu-Sen'e attı, Türkiye Kamu-Sen KESK'e attı. Bu kamu çalışanlarının haklarının korunması ve geliştirilmesi için hepimiz, birer gerekçenin arkasına sığınarak, kendimizi savunmak noktasında olmamalıyız. Bizim dileğimiz, kamu çalışanlarının haklarının korunabilmesi için, o masada konfederasyonun tek başına oturmasıdır.
UZLAŞTIRMA KURULU
Yine, 4688 sayılı kanunun önemli bir maddesi, önemli bir kurulu Uzlaştırma Kurulu'dur. Kanunun 35. maddesinde, Uzlaştırma Kurulu'nun oluşturulması, hükme bağlanmış. Kanun koyucunun gerekçesine burada bakmak gerekiyor, Uzlaştırma Kurulu'na neden ihtiyaç duymuş. Kanun koyucu 35. maddenin gerekçisinde şu ifadeyi kullanıyor, uluslar arası sözleşmelerden, 151 sayılı üye sözleşmesi 8. maddesine göre, ki o madde de işveren çalışanların arasındaki ihtilafların çözümü için, tarafların kabul edebileceği tahkim ve uzlaştırma kurulu şeklinde tarafsız bir kurum oluşturulur ve sorunlar bu kurum tarafından araştırılır ve neticelendirilir diye bir hüküm bulunmaktadır. Şimdi, uluslar arası sözleşmeleri gerekçe göstererek bir kurul oluşturuyorsunuz. Kurulun oluşturulmasında başkanlığı, işçi sendikaları ve işverenlerin ihtilaflarının çözüm yeri olan ve kararları bağlayıcı olan Yüksek Hakem Kurulu'nun Başkanının Uzlaştırma Kurulu Başkanı yapıyorsunuz. 4 kişilik üyeleri de, Akademik kurum tarafından, tayin edilecek hocalardan, akademisyenlerden oluşturuyorsunuz. Sonradan bu kurumun aldığı kararları bağlayıcı olmadığını, kanunda açıkça ifade edilmediği için, siyasi irade aldığı kararları uygulamamaktadır. En önemli konulardan bir tanesi budur. Uzlaştırma Kurulu kararları uygulanabilir olmalıdır. Siyasi irade, Uzlaştırma Kurulu kararlarının uygulanmasından kaçmamalıdır. Ama Türkiye'de iki senedir Uzlaştırma Kurulu kararları uygulanmamaktadır. Biraz sonra onlardan örnekler vermeye çalışacağım.
Kanun bir takım yanlışlardan oluşuyor. Kanundaki yanlışlıkların başını, yasaklar oluşturuluyor. Kamu çalışanları, 2 milyon 410 bin kişi. Sendikalı üye olabilen sayısı, 1 milyon 750 bin kişi. Yani yaklaşık 700 bin kişi sendika üyesi olamıyor, sendika kuramıyor. Böyle bir yasak, dünyanın hiçbir tarafında yok. Devlet erkini doğrudan kullananlar kabul edilebilirdi ama biz Türkiye Kamu-Sen olarak biz burada 1992 yılında ifade ettiğimiz şekilde geliştirilmesi gerekir. Müstahdemden müsteşara kadar herkesin sendikalı olması gerekir. Yasaklarla, sınırlarla meseleleri çözmemiz mümkün değildir. Demokrasiden bahsedersek,katılımcılıktan bahsedersek herkesin söz söyleyebileceği bir noktada bulunması gerekmektedir. Sendika bunlar için çok önemlidir diye düşünüyorum. İkinci önemli yanlışlık, kanunun beşinci maddesinde tanımlanan hizmet kolu. 11 tane hizmet kolu tanımlanmış, bir hizmet kolunda çalışan sayısı 800 bin kişi, bir başka hizmet kolunda çalışan sayısı 11 bin kişi. Her hizmet kolu kendi sendikasına dahil olabilir. 11 bin kişinin çalıştığı bir hizmet kolunda, 4688 sayılı kanuna göre, profesyonel sendikacılık yapmanın mümkün olmadığını bütün dünya kabul ediyor. Ama bizim ilgililerimize ve yetkililerimize bunu anlatmakta güçlük çekiyoruz.
Önemli bir eksiklik daha, uygulamadaki aksine tavırların bir müeyyideyle önüne geçilmesi mümkün değildir. Çünkü, müeyyide bir tek yerde, o da doğrudan sendikacıların cezalandırıldığı hükümler vardır. Bunun dışında, kurum yetkilisine aksi tavırlar olur. Sendika teşkilatı içerisindeki aksine tavırları, müeyyide olarak sınırlayıcı hüküm olamaz. O zaman uygulamadaki aksaklıkları, göz önüne alarak bu çalışmalarda biz Türkiye Kamu-Sen olarak diyoruz ki, Çalışma Bakanlığı yetkililerine bu düzenlemeler olumlu gerçekleşebilir, diye düşünüyoruz.
Bir de uygulama süreçlerine değinmek istiyorum. 2002 yılından başlayarak, 2002 yılında Resmi Gazete'de Ağustos ayında yer aldı, o tarih itibariyle 4688 sayılı kanun uygulanmaya başladı. 8 yada 10 aylık süreyi hiç anlatmak istemiyorum. Çünkü o süre, on senedir var olan sendikalarımızı tekrar kurmamıza neden oldu. Üyelerimizi, yeniden üye yapmak zorunda kaldık. Dağ taş demeden bütün Türkiye'yi gezmek zorunda kaldık. Sendikacılık zor iş diyen Seyfi Demirsoy'u rahmetle anıyoruz. Gerçekten bu zorluğun aşılması gerekiyor, bu mücadelenin yapılması gerekiyor. Çünkü, eğer mücadele edilmeden hak elde edilirse, bu hakkın kıymetinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Özellikle kamu çalışanlarından sendikacılık için mücadele verenler, bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilirler, bu mücadele, sonuna kadar da süreceği kanaatindeyim.
2002 yılının yetki süreci sonucunda, yani 31 Mayıs 2002 tarihi itibariyle, üye sayılarımız, Resmi Gazete'de 7 Temmuz 2002 tarihinde yayınlandı. Türkiye Kamu-Sen 8 hizmet kolunda, KESK 3 hizmet kolunda yetkili, toplu görüşme masasına oturacağız. Toplu görüşme masasına ilk defa oturuyoruz. Bu yüzden kamu çalışanlarının birikmiş sorunlarını, çözüm önerilerini, o masaya taşımak bizim sorumluluğumuzdur. Bir de, bu sorunların çözümünde siyasi iradeyi ikna etmek gibi bir sorunumuz var. Karşımızda 57. hükümet 3'lü koalisyon ve üçlü koalisyonun bir çok noktada sorunlarını çözebilmek için, konu hep liderler zirvesine kadar taşınıyor. Böyle bir süreci yaşamak üzere toplu görüşme masasına oturuyoruz. Ancak ciddi bir şekilde oturmanın savunmasını yapabilecek durumda olmalıyız. Türkiye Kamu-Sen olarak, oluşturduğumuz Ar-ge merkezinde sadece toplu görüşmeyle ilgili 25 kişilik bir ekip oluşturduk. Ve bu ekibin azmi sayesinde, toplu görüşme masasına sanki toplu sözleşme yapacakmışız gibi hazırlanarak oturduk. Ve kamu İşveren Kurulu'nun ilk ifadesi şu, "Bizimle sözleşme yapmaya mı geldiniz yoksa görüşme yapmaya mı geldiniz" dediler. Biz toplu görüşme masasını çok ciddiye alıyoruz. Siz de ciddiye almalısınız. Biz bu sorunların, gösterdiğimiz öneriler çerçevesinde çözülmesini istiyoruz. Talebimiz bu, bunun içerisinde mali haklarımız var,sosyal haklarımız var, mesleki haklarımız var ama bu hakların üçünün içerisinde değerlendirilip ele alınmasını istiyoruz. Geçen seneki toplu görüşme süreci, maalesef zaman olarak tehlikeli bir zaman denk geldi. Erken genel seçimden önce ki acele gelen bir erken seçimdi, TBMM'nin toplanma şansı yok, Bakanlar Kurulu'nun toplanma şansı yok ve sizinle ilgili alınacak kararlar, TBMM'ye sunulacak, işte böyle bir zamanda toplu görüşme masasına oturduk. Ve biz Türkiye Kamu-Sen olarak şunu savunduk. Geçmiş kayıplarımızın telafisi için bir şey alabilirsek, 2004 yılının görüşmelerini seçim sonrası hükümete bırakabilecek bir zemin oluşturabiliriz diye düşündük. Ve Sayın Keçecilere buradan teşekkür etmek istiyorum, bu konudaki fikrimizi anlayışla karşıladılar, bizlere destek verdiler. Toplu görüşme sürecinde, 15 Ağustos 2002 tarihine kadar, geçmiş kayıplarımızın telafisi için bir mücadele vermiştik. Sonuç itibariyle, bir 100 milyon lira koparabildik, başlangıçta o para çok küçümsendi, ama o paranın ne kadar önemli olduğunu biz bu sene toplu görüşme sürecinde anladık. Şimdi 160 milyon lira verecekler ve bu parayı, bir defaya mahsus verecekler. İki parçada verilecek ve maaşlara yansımayacak. Bizim o 100 milyon liranın anlamı, ayda 75 milyon liradır yılda 900 milyon liradır. Yani biz geçen sene 57. hükümetten, 900 milyon lira kopardık 2003 yılı için. Ama 2004 yılı için 58 ve 59. hükümetten 160 milyon lirayı daha koparamadık bir de mecliste görüşülecek. Bu açıdan baktığımızda, bu 100 milyon liranın önemi, hem maaşlara hem de emeklilere yansıması toplumdaki bir takım rahatlamaların da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ciddi bir mücadele gerçekleşmiştir. Uzlaştırma Kurulu'nun kararlarının uygulanabilmesini sağlamak için, 57. hükümet Bakanlar Kurulu aldı. 2003 yılı mali ve sosyal haklarla ilgili toplu görüşme süreci tamamlanamamıştır. 2003 yılı ücretleri, mali ve sosyal haklarının belirlenmesi için, Başbakanlık Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Müsteşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığı'ndan oluşan beş kişilik kamu eyleminde, sendikaların temsilcilerinden oluşan komisyon kurulacak ve üç yıl oluşması için, kamu çalışanlarının mali ve sosyal hakları için, bütçede yer alacak rakamları belirlemek üzere çalışmalar yapacak, Bakanlar Kurulu bu kararı aldı. Uzlaştırma Kurulu kararında ise, bizim tasvip etmediğimiz bir tek nokta var. O da kamu çalışanları için kayıp diye nitelendirdiğimiz, o düşük olarak ifade edilen 100 milyon liralık rakam, düşük ücretlerde 90 milyon lira olarak artmış, yüksek ücretlerde 65 milyon lira olarak artmış. Biz bunu kabul etmediğimiz için Uzlaştırma Kurulu kararını reddettik. Ama siyasi irade bize hepsini 90 milyon lira yapalım demişti. Ama o zaman yüksek ücretlilerin 65 milyondan 90 milyona çıkacak düşük ücretlilerin ki 90 milyon lirada kalacaktı. O yüzden 100 milyon lirada ısrar etmiştik. Uzlaştırma Kurulu kararını kabul etmemize rağmen, bu farkı da reddetmiştik. Uzlaştırma Kurulu Kararı'na göre, ilk altı ay için yüzde on ikinci altı ay için yüzde onluk bir artışın yanında tarafların mutabık kaldığı ve yasal düzenlemelerin yanında konuyla ilgili yasal çalışmalar başlatılmalıdır. 631 sayılı kanun hükmünde kararname, üst düzey bürokratlar için uygulanmıştır. Alt grupların uygulanması için de genişletilmelidir. Bütün bunlara rağmen, 2003 yılı bütçesine baktığımızda bu uygulama gerçekleşmemiştir. Düşük ücretlilere yüzde 13.7 ücret artışı yapıldı, yüksek ücretlilere 6.5 ücret artışı yaptık. Ve açıkça yalan söylüyorsunuz dediğim zaman da küsüyorlar. Böyle bir şey olmaz. Yüzde 6.5 ve yüzde 13.7'nin içerisinde aile yardımı ve çocuk yardımı var. 2002 yılında ekim kasım,aralık aylarında uygulanmaya başlayan 75 milyon lira olarak yansıtılmıştı maaşlara. O 100 milyon liralık artışı, Ocak ayında aldık. Üç ayda 25 milyon liralık farkla toplam 75 milyon lira olarak ocak ayında alındı. Şimdi o maaşlardaki artış 75 milyondan 100 milyona çıktı ya, onu sanki 58. hükümet kendisi veriyormuş gibi, 2003 yılı zammıymış gibi, yapılan zammı yüksek gösteremeye çalıştı, gerçekte zam yüzde 5'tir. Geçici bütçede bunun yanlış olduğunu ama mutlaka Uzlaştırma Kurulu kararının uygulanması yönünde tavır sergilemesi gerektiğini hatırlatmaya çalıştı. Geçici bütçe, kesinlikle bizi yansıtmamaktadır. Biz asıl isteklerimizi ve istediklerimizi 2003 yılının Nisan ayından geçerli 9 aylık bütçesinde yer alacaktır. Orada değerlendireceğiz. Nisan ayı geldi, TBMM'de kamu çalışanlarının mali ve sosyal hakları tartışılıyor ve hükümete bir yetki veriliyor. Nisan ayından itibaren ücret artışları konusunda hükümet yetkili. Ama hükümet bu yetkisini maalesef kullanmıyor. Temmuz ayına geldik, Temmuz ayında da 66 milyon lira net artış sağlandı dediler. Bizim geniş bir üye kapasitemiz var. 528 bin üyemiz var. Yaptığımız araştırma sonucunda, kamu çalışanının cebine yansıyan para, 47 milyon lira ile 52 milyon lira arasında değişiyor. O yüzden siyasi iradenin yılbaşında verdiği yüzde 5, Temmuz'da verdiği yüzde 6.2, toplam 11.2, kümülatif onların hesaplarına göre 12.2. İşte 2003 yılı toplu görüşme sürecine geldiğimizde, bunları öne çıkartan bir kanun ortaya koyduk ve dedik ki, 01.01.2003 tarihinden itibaren Uzlaştırma Kurulu kararlarını uygulamaya koyun. Ve Temmuz ayından itibaren de kayıpları karşılayın. Bizim hesaplarımıza göre bu rakam, aylık ortalama 70 milyon lira, Temmuz ayından itibaren 420 milyon lira. Ama siyasi irade, bu rakamları vermekten ve hesaplamaktan kaçındı. Toplu görüşmenin tıkanma aşamasında Başbakanlığın müdahalesiyle, o 25 milyon liradan bahsediyorduk, hesaplar yeniden değerlendirildi ve kamu çalışanlarının yüzde 12.7'lik 2003 yılı kayıpları teyit edilmiş oldu. "Evet, haklısınız yüzde 12.7'lik alacağınız var" dediler bize. Ve ardından, 160 milyon lira veririz diyorlar. Zaten onun 86 milyon lirasını Ramazan Bayramı'nda geri kalan 74 milyon liralı ne zaman verecekler orası da belirsizlik içinde.
Değerli arkadaşlarım,
Yüzde 6 artı yüzde 6'lık artışı kabul edebileceğimizi söyledik, 160 milyon lirayı da kabul edebileceğimizi söyledik. Ancak başka şeyler de söyledik. Dedik ki bunları değerlendirebilmemiz için, özellikle kamu çalışanlarının, çalıştıkları süre içerisinde bir takım hakları var. Mesela insan hakları var. İşçi kardeşlerimiz, izinlerini iş günü olarak kullanırlar, biz takvim günü olarak kullanırız. Bizim ki de iş günü olsun. Yani 7 günlük izin kullanacağım bu izin içerisine cumartesi Pazar da girecek. Herkes izinleri nasıl kullanıyorsa, biz de o şekilde kullanmak istiyoruz. Kamu çalışanlarının ihtiyaçlarıyla ilgili bir çok sorunları var. Kamu Personel Rejimi, Kamu Yönetimi Reformu, Yerel Yönetimler Yasası kamu çalışanlarını ilgilendiren konulardır. Bunlarda karar yetkisi bizimle konulmadan, bizimle tartışılmadan bu uygulamaların yapılmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Bize bir taahhütte bulunursanız biz bu ramakları değerlendirebiliriz dedik sayın yetkililer kalktılar 15 dakika görüştüler geldiklerinde verdikleri ifade "160 milyon lira ve yüzde 6 artı yüzde 6'nın dışında bir ücret artışının telaffuz edilmesi mümkün değildir" dediler. Zaten görüşmeler o anda sona erdi. Toplu görüşmenin bir süreç olan Uzlaştırma Kurulu'nun kararları bize göre, siyasi iradenin uymak zorunda olduğu kararlardır. Ama siyasi irade, alınan bu kararlara uymamakta ısrarlıdır. Bugün on binlerce kamu çalışanı, 11 ilde miting yapmaktadır. Şu anda arkadaşlarımdan bilgiler gelmektedir. Kamu çalışanları tepkili, ama kamu çalışanları tepkileriyle toplumda gerginlik yaratmak istemiyor. Siyasi irade uzlaşmacı tavrının olduğunu beyan etmesine rağmen, uzlaşmacı ve samimi bir tavır sergileyen Türkiye Kamu-Sen ve kamu çalışanlarını görmemezlikten geliyor. Biz, bu samimiyete artık inanmıyoruz. Biz bu samimiyete artık uzlaşmacı tavır sergilemiyoruz. Bütün planlı ve programlı bir politikanın uygulaması şeklinde görüyoruz. Siyasi iradeye, bundan sonra hiç de uzlaşmacı olmayacağımızı, samimiyetimize karışlık gösterilen bu davranışlara tepkisiz kalamayacağımızı, anlatmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
SİVİL TOPLUM KURULUŞUNUN ÖNEMİ
Son olarak bir şeyler daha söylemek istiyorum. 4688 sayılı kanun mutlak suretle yeniden düzenlenmelidir. Bu kanunun yanlışlıkları, eksiklikleri ve çelişkili düzenlenmelidir. Artı, artık kamu çalışanların grevli, toplu sözleşmeli, siyaset ve yönetime katılma haklarını içeren demokratik katılımcılığı ortaya koyan anlayışla sendikal hakları kazandırılmalıdır. Siyasi keyfiyet denilen uygulamayı ancak, sivil toplum kuruluşlarının güçlenmesiyle sağlayabiliriz. Sivil toplum kuruluşları içerisinde en önemli yeri sendikalar tutar. Sendika da eğer siyasetin denge unsuru olmasını istiyorsak, demokratik katılımcılığın genişletilmesi gerekmektedir. O yüzden biz Türkiye'de temiz toplum ve temiz siyaset ilişkisi yada yönümüzü temiz toplum yönünü yadırgadığımızı çünkü toplumumuzun kirlenmediğini ifade etmek istiyoruz. Siyasette kirlenme var mıdır sonuna kadar inanıyoruz. Siyasetteki kirlenmenin önünü ancak sivil toplum anlayışının geçebileceğine, sivil toplum anlayışı içerisinde de sendikaların oldukça önemli bir rolü olduğuna inanıyoruz. Türkiye'de özellikle memur sendikacılığının oldukça önemli bir görevi gelişecektir, oluşacaktır diye düşünüyoruz.
Bir diğer önemli konu, siyasetin vazgeçemeyeceği, siyasetin mutlak surette sarılması gereken ilkeler vardır. Toplum gerginleştikçe, siyaset toplumdaki bu gerginliği mutlak surette yumuşatabilecek ve neticelendirebilecek uygulamalar yapabilir. Bu ilkelerden iki tanesi çok önemlidir. Birincisi, devlette devamlılık ilkesi.
DEVLETTE DEVAMLILIK İLKESİ
Kamu çalışanlarının görevi ve sendika hakkının verilmeyişinin gerekçelerinden bir tanesidir bu ilke. Bu ilke zedelenir diye kamu çalışanları yıllarca sendika hakkından mahrum edilmiştir ama kamu çalışanlarının hakları söz konusu olduğunu da, devlette devamlılık ilkesi öne çıkartılır. Ama siyasetçilerin yetki kullanımı söz konusu olduğun da devlette devamlılık ilkesi biter, bir önceki siyasi iradeden enkazlar devralınır. Ama devlette devamlılık ilkesini, Türkiye Kamu-Sen bir gelenek olarak yaşatacaktır. Bu geleneğin de, siyasi irade tarafından yaşatılmasını sağlamaya çalışacaktır. Bu bir zorunluluktur, hiç kimse bu ilkeyi işine geldiği gibi kullanamaz. Biz ilk göreve geldiğimiz günlerde, bana basın mensubu arkadaşlarımız şu soruyu sordular. Nasıl bir Kamu-Sen teslim aldınız. Çok ciddi bir şekilde cevap verdim, "Dimdik sapa sağlam bir Kamu-Sen teslim aldım". Kamu çalışanlarının emeğiyle kurulmuş bir sendika. Ama, devlet ve siyasi irade bir önceki hükümetleri bir enkaz olarak ifade ederler ve sorumluluktan kaçmak için gerekçe olarak gösterip arkasına sığınırlar. Bir önceki iktidarın sorumluluğunu taşıyamayanlar, o iktidara gelmemelidirler. Eğer o sorumluluğu taşımayacaksanız, oraya gelmeyeceksiniz, sonra arkasına geçip, enkaz devraldık demeyeceksiniz. Bizim özellikle Bakanlar Kurulu'nun oluşturduğu o kararı, bir önceki Bakanlar Kurulu'nun aldığı karardır. O karar bizi bağlamaz diyemezsiniz, o Bakanlar Kurulu kararı da sizi bağlamaktadır.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İLKESİ
Bir diğer önemli konu hukukun üstünlüğü ilkesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğer bir hukuk devleti ise, Sayın Başbakan'ın işine geldiği noktalarda, hukuk üstün ama kamu çalışanları için ihtiyaç duyulduğu noktalarda "Bunlar hukuki terim içerisinde yer alamaz" diyemezsiniz.
Biz siyasi iradeye, sadece kendiniz için hukukun olduğunu görmeyin o hukuk hepimiz için üstündür, hepimizin hukuka ihtiyacı vardır. Örnekleri çoktur, siyasi irade bir şeylerin arkasına çok kolay saklanır. İki örnekle bunu açıklamak istiyorum. Kamu çalışanlarının ücret zamları yapılacak. Sayın Mehmet Ali Şahin Bey, Başbakan Yardımcımız, İstanbul Milletvekilimiz, Karabüklü Hemşehrim, son görüşmemizde bize Bakanlar Kurulu ile görüşme yapılmadan sorumluluğu bana ait, Sayın Başbakanla sizi görüştüreceğim demişti. Biz bu görüşmenin nasıl gerçekleşeceği konusunda bir gayret içerisinde olurken, pazartesi günü Bakanlar Kurulu toplanarak, kamu çalışanlarının mali ve sosyal haklarıyla ilgili açıklama yaptılar ve dediler ki, maalesef bundan fazlasını veremiyoruz. Türk askeri Irak'a gidecek daha fazlasını bu yüzden veremiyoruz. Şimdi iki konu var. İmkanlarınızla Türk askerini Irak'a gönderiyorsunuz bize vermiyorsunuz tamam kabul. Peki petrol ofisinde 248 trilyon paranın ödemesini 4 sene erteleyebilecek güce sahipseniz, bize de parayı vermelisiniz.
Şimdi ABD tartışmaya başladı. Türk askeri Irak'a gelsin mi, gelmesin mi? Öyle sanıyorum ki gelmesin şeklinde neticelenecek. Türkiye Kamu-Sen olarak ve kamu çalışanları olarak Irak'a gideceğiz diye vermediğiniz paraları buradan istiyoruz. İki şekilde rahatsızız. Biz Türkiye Kamu-Sen olarak, özelikle 4 ilkemizden bahsederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Çünkü bu ilkeler bizim kuruluşumuzda var olan ve bugün de varlığıyla yaşayacak olan ilkelerdir.
Türkiye Kamu-Sen'i, var eden ilkelerdir. Türkiye Kamu-Sen'i, var edecek ilkelerdir. Biz buna Türkiye kamu-Sen ruhu diyoruz. Bunlardan birincisi çalışan, üreten ve yol gösteren, ancak hak ettiğini mutlaka alan bir sendikacılık anlayışını gerçekleştireceğiz. İkincisi; 2 milyon 410 milyon kamu çalışanının tamamının sendikalı üyeleri içine alabileceğimiz bir kitle sendikacılığı anlayışı kurmaya çalışacağız.
ŞEFFAF BİR SENDİKACILIK
Üçüncüsü devletin, milletin ve kendi kurumumuzun her türlü denetimine açık şeffaf bir sendikacılık anlayışını mutlaka hayata geçireceğiz. Dördüncüsü diğerlerinden ayıran Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünden asla taviz vermeyen bir sendikacılık anlayışı. Bu ilkeler çerçevesinde yürüteceğimiz sendikacılık anlayışına kişiye bağlı kişisel sendikacılığı geçerek, ekip ruhu dediğimiz ekip sendikacılığını, ekip çalışmasını öne çıkartan bir sendikacılık anlayışını uygulamaya çalışacağız. Biz, Türkiye Kamu-Sen için belki şu ifadeyi çok sık kullanıyoruz. "Bizim ilkemiz önce ülkemiz" .Türkiye Kamu-Sen, büyük bir mücadelenin, büyük bir sevdanın adıdır.
Hepinize saygılar sunuyorum...