Akyıldız'ın panelde yaptığı konuşmanın metni şöyle:
Bugün ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı hakkında görüşlerimizi sunabileceğimiz bu paneli düzenleyen başta Sayın Genel Başkan Miraç Demirbaş olmak üzere MİLSAD yöneticilerine teşekkür ediyor, panelin hayırlara vesile olmasını diliyorum
Akyıldız'ın panelde yaptığı konuşmanın metni şöyle:
Bugün ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı hakkında görüşlerimizi sunabileceğimiz bu paneli düzenleyen başta Sayın Genel Başkan Miraç Demirbaş olmak üzere MİLSAD yöneticilerine teşekkür ediyor, panelin hayırlara vesile olmasını diliyorum.
59. Cumhuriyet Hükümeti tarafından TBMM'ne sunulan ve şu günlerde komisyonlarda görüşülmeye başlanacak olan Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı hakkındaki görüşlerimizi iki bölümde sizlere sunmak istiyorum. Birinci bölümde tasarı metnine sadık kalarak konuya ilişkin endişe ve tespitlerimize yer verirken, ikinci bölümde bu tasarının ülkemiz gündemine taşınması aşamasındaki iç ve dış politik gelişmelere paralel endişelerimizi ifade edeceğim.
Öncelikli olarak Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı ile ilgili endişe ve tespitlerimizi ana başlıklar halinde şu şekilde sıralayabilirim;
- Ulus Devlet yapısı önemli ölçüde tartışılır hale gelecektir.
- Federal bir yapının temel taşları olacaktır.
- Geleneksel devlet anlayışımız ortadan kalkacaktır.
- Yönetim biliminin evrensel ilkelerine ters düşmektedir.
- Kamu hizmeti, kamu yararı, kavramının özüne aykırıdır.
- Sosyal devlet ilkesini büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.
- Bakanlıkların taşra teşkilatları kaldırılarak, hizmet koordinasyon ve denetim görevleri yok edilmektedir.
- Halk denetçisi kavramıyla yeni bir kavram ve uygulama karmaşası ortaya çıkacaktır. Ücretini ve kadrosunu,yerel yönetimlerden alan bir denetçinin tarafsız olması mümkün değildir.
- İdarenin bütünlüğü ilkesi zedelenmektedir.
- Yerel yönetimlerin bu kadar hizmeti gördürmesi ve bunlara kaynak ayırması mümkün değildir.
- Kamu hizmetlerinin özel sektöre devredilmesi, hizmetlerin ticari bir zihniyetle yapılmasını doğuracaktır.
- Özel sektöre devredilen hizmetler için, özel sektöre aktarılacak kaynağın akıbeti takip edilemeyecek, belki devletin parasıyla, devletin parçalanması ihtimali ortaya çıkacaktır.
- Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ile, kusurlu durumlarda sorumlu bulunamayacak, mağdurlar hakkını arayamayacaktır.
- Kamu hizmetlerinde ulusal politika ve hedeflerden söz edilemeyecek, mahalli stratejiler konuşulacaktır. Bunun sonucunda kamu hizmeti standardı ve önceliği ortadan kalkacaktır.
- Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, tüm dünya ülkelerinin 1978'de imzaladığı uluslar arası temel sağlık hizmetleri bildirgesine ve anlayışına aykırıdır.
- Bölgeler arası sağlık hizmetleri arasındaki farklılıklar artacaktır. Yaşanılan bölgedeki mahalli idarenin gücü nispetinde hizmet alınabilecektir.
- Kamu hizmetleri daha pahalı bir hale gelecektir.
- Kamu hizmeti ve kamu yararı kavramları ortadan kalkacak, hizmetlerde yalnızca kar amacı güdülecektir.
- Kalifiye personel temininde bazı bölgelerde sorunlar yaşanırken, bazı bölgelerde personel fazlalığı yaşanacaktır.
- Kamu personeli ve memur sayısı azalacaktır.
- Toplu sözleşmenin ve toplu görüşmelerin önemi, etkisi ve gerekliliği tamamen gözardı edilerek adeta sendikalar yok sayılmakta ve performansa dayalı bir ücret sistemi getirilmektedir.
- Liyakat ilkesi kamu personel rejiminde ortadan kaldırılmaktadır.
- Üst düzey bürokratların görev süreleri, hükümetin görev süreleri ile sınırlandırılarak, devlet politikalarının ve kamu hizmetlerinin devamlılığı ilkesi zedelenmektedir.Devlet memuru yerine hükümet memuru dönemi başlayacaktır.
Bu çerçevede tasarı, yönetim biliminin genel ilkeleri kapsamında öncelikle örgütlenme ilkesi açısından bakıldığında; verilen hizmetlerin yerine getirilmesini teminen sorumluluk ve yetki kullanmak için uzmanlaşmış birimlerin kurulması gerekmektedir. Bu doğrultuda kurulacak bakanlıkların taşra teşkilatlarının olması gerekmektedir.Tasarıda ise bazı bakanlıkların taşra teşkilatının olmayacağı belirtilmektedir. Taşra teşkilatı olmadan bakanlıkların olması gereken hizmetleri bir tarafa, tasarıda belirtilen koordinasyon ve denetim görevlerini nasıl yerine getirecekleri açık değildir. Bu unutulmuş bir ayrıntı mı,yoksa yönetim bilimi açısından bir tutarsızlık mıdır, sorgulanması gerekmektedir.
- Özel sektöre devredilen hizmetlerde, hizmetlerin devamlılığı ve takibi imkanı kalmayacaktır.
İdarenin bütünlüğü ilkesine de aykırı olan bu tasarı kendi içinde de tutarsızdır. Aynı hizmetin bir kısmının belediyelere bir kısmının il özel idarelerine devredilmesi idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı bir durumdur.Görev sınırları ve alanları belli olan ve oluşumları farklı olan iki mahalli idare birimi arasında görevlerin bu şekilde, hiçbir ilkeye bağlı olmadan ayrılması tutarsızlıktır. Aynı zamanda tasarı hizmetlerin yürütülmesini de etkileyecek olan bu Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının 10.maddesinde "Mahalli idarelere yetki, görev ve sorumluluklarıyla orantılı gelir kaynakları sağlanır. Mahalli idarelere genel bütçe vergi gelirleri tahsilatından pay ayrılır." denilmektedir. Maddeden mahalli idarelere ayrılacak kaynağın, idarelerin hizmet vermesi gereken vatandaş sayısına, nüfus durumuna, hizmetin niteliğine ve mahalli idarelerin büyüklüklerine bakılmaksızın sadece subjektif kriterlere dayanılarak sağlanacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda hükümete yakın olan mahalli idarelerin, daha çok gelir kaynağı elde edeceği, aksi durumlarda ise gelir kaynaklarının kesileceği sonucu çıkmaktadır.
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının 11.maddesinde belirtilen "Kamu hizmetlerinin daha etkili ve verimli olarak yerine getirilmesi amacıyla...özel sektöre ve alanında uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerine bu hizmetlerin yürütülmesiyle ilgili yetki verilmesi.." kamu hizmeti anlayışıyla hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Bu durumda kamu hizmeti ve kamu yararı kavramlarının tamamen ortadan kaldırılması ve özelleştirilen hizmetler neticesinde yalnızca kar amacı güdülmesi sonucunda, hizmet anlayışı yerini kar anlayışına bırakacaktır. Paylaştırmanın hangi ilkelere göre yapıldığını açıklamamaktadır.(Ayrıca uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşlarının; özellikle ülkenin hassas bölgelerinde terör odaklarının, aşiretlerin veya bazı yeni oluşumların kontrolünde olması ve bu durumda kaynak kullanımlarında oluşabilecek usulsüzlük ve yolsuzluklar nasıl önlenebilecektir?
Tasarının 11. maddesi ile devletin asli ve sürekli görevleri de dahil olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine imkan tanınmakla birlikte, bu uygulamanın şimdilik mümkün görülmediği anlaşılmaktadır. Bunun için de devletin asli ve sürekli görevlerinin olabildiğince daraltılarak yeniden belirlenmesi, geri kalan hizmetlerin özelleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu madde ile beklenen süreç, herhalde devletin asli ve sürekli görevlerinin de ileride özelleştirilebilmesi olmalıdır. Oysa 1982 Anayasası'nın 128. maddesinin 1. paragrafında "...kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmesi..." hükme bağlanmıştır. İçerik ve öz itibarı ile bu madde anayasaya aykırı bir hüküm olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca; devletin asli ve sürekli işlerinde memur statüsünde çalışanların sayısının mevcut memur ve sözleşmeli sayısının üçte birine indirilmesi ( yaklaşık 700 bin memur), özelleştirme süreci içerisinde sözleşmeli ve işçi statüsünde olan kamu çalışanlarının özel sektöre devri düşünülmektedir.
Kamu personeli açısından AB öncelikleri, performansa dayalı ödeme, profesyonelliğe verilen önemin artması, kamu hizmetlerinde müşteri satıcı anlayışının yerleşmesi, rekabet ve diğer Pazar ekonomisi unsurlarının getirilmesi, kamu çalışanlarının sayısının azaltılması gibi sonuçlar getirmektedir.
Bu gelişmeler Türkiye açısından örnek alınacak gelişmeler olarak kabul edilmemelidir. Türkiye'de yıllardır tartışılan işçi memur ayırımı ve yapılması sürekli gündemde olan personel reformunun sağlıklı bir sonuca ulaşması için, sözleşme hukuku içinde çalışan işçilerin sosyal güvencelere ve iş güvencesine sahip olmaları gerektiği anlayışıyla, statü hukuku içinde çalışan memurların "hizmetkar" değil çalışan olarak gerçek sendikal hak ve özgürlüklere sahip olmaları anlayışının birlikte yerleşmesi sağlanmalıdır.
Ancak kamu yönetimi reformu kapsamında öngörülen yeni kamu personel rejimi, çalışanların hak ve özgürlükler açısından en yüksek ortak paydada eşitlenmesini değil,tam tersine memurların istihdam güvencesinin ve sosyal kazanımlarının zayıflatıldığı, işçilerin ise esnek çalışma biçimleri içinde sendikasızlaştığı en düşük ortak paydada eşitlenmesini öngörmektedir.
Önerilen yeni sistemde "devlette asli ve sürekli görevler belirlenecek ve bu kamu görevi yürütenlerin dışındakiler iş kanununa göre çalıştırılacak, asli ve sürekli görevlerde çalışanlar tüm kamu çalışanlarının belli bir oranının geçemeyecektir". Mevcut "kadro karşılığı sözleşmeli personel uygulaması" ise kaldırılacaktır. Kadro karşılığı sözleşmeli personel uygulaması kaldırılırken bu kişilerin ekonomik hak kaybına nasıl uğratılmayacakları belirsizdir.
Kamu Yönetimi Temel Kanununun 46. maddesinin gerekçesinde sözleşmeli personel uygulamasının yaygınlaştırılacağı ifade edilmektedir. Burada "sözleşmeli personel" ile neyin kastedildiği açık değildir. Sözleşmeli personel istihdamı, Türk kamu personel rejiminde memurlar gibi statü hukukuna tabi, ancak memur ve diğer kamu görevlilerinin dışında işçi sayılmayan kendine özgü bir çalışma biçimidir.
Sözleşmeli personel ile memur arasındaki esnek istihdamın bir aracı olarak kullanılması olanağı kısıtlanmıştır. Anayasa değişikliği yapılmadan sözleşmeli personelin statü hukukunun yasal güvencelerinden tümüyle yoksun bırakılması mümkün olamamaktadır. Mevcut haliyle sözleşmeli personel rejimi kamu personel rejiminin temel istihdam biçimi olmaya aday gözükmemektedir. Öte yandan İş Kanunu'na göre çalışan işçilerin istihdamına da hukuksal yazında "sözleşme rejimine tabi istihdam" adı verilir. "Sözleşmeli" statüye geçiş ile kastedilenin işçi statüsüne geçiştir. Kamu personel rejiminde nihai istihdamın, minimal devletin minimal asli görevlerini yürütecek minimal bir memur kadrosu ile, diğer hizmetleri yürütecek, çağrı üzerine çalışma dahil esnek çalışma biçimlerinde istihdam edilebilen, 4857 sayılı yasaya tabi işçi statüsünde personelden oluşacağı anlaşılmaktadır.
Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması kapsamında önerilen yeni kamu personel rejimi,kamu istihdamı sorunlarının (kadro sayısının belirlenmesi, farklı istihdam şe-eri, sınıflandırma, kariyer ve liyakat,, ücret rejimi, sendikal siyasal haklar, emeklilik, hizmet içi eğitim, siyasilerin kamu personeli üzerindeki etkileri- kayırmacılık) çözümüne yönelik bütüncül bir yaklaşım geliştirmemekte, kamu personeli sayısının azaltılması, sözleşme rejimine geçiş ve esnekleşmeyi (ücret esnekliği dahil) yeni personel politikasının temeli yapmaktadır.
Bize göre; böyle bir uygulamanın başlatılması sonucu doğacak karmaşanın faturası çok ağır olacaktır. Siyasi irade bunun değerlendirmesini çok iyi yapmalıdır.
İç ve dış politik gelişmelere paralel endişelerimize gelince;
AKP hükümetinin hazırladığı Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısının arkasında ABD ve Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi federasyonlaştırmaya dönük hedeflerinin yattığı anlaşılmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde eğer izleme imkanı bulabildiyseniz, ABD ve Avrupa yanlısı yayın yapan televizyonlarda bir çırpıda söylenip geçilen iki haber vardı.
Bunlardan birincisi; ABD'nin Almanya'daki 300 bin askerinin önemli bir bölümünü Türkiye'ye yerleştirmek istediğine dair haber, diğeri ise, Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin 26 bölgesinde oluşturulan 26 projeye 1 milyon Euro yardım yapması ile ilgili haberdi. Ancak, burada asıl projenin 26 bölge değil, 16 bölge olduğu ve federe devletlerin adlarının bile belli olduğu anlaşıldı. Avrupa Birliği'nin Brüksel zirvesindeki sonuç bildirisine Türkiye'nin itirazına rağmen 'Güneydoğu'daki kültürel haklarla ilgili adım atılması' ifadesinin konulması da aynı çerçevede girişilen bir adım olarak değerlendirilmelidir.
AB'nin sonuç bildirisinde Güneydoğu'daki kültürel haklar ile makroekonomik dengesizliklere vurgu yapılacağı anlaşılınca siyasi irade, AB Dönem Başkanı İtalya'nın Başbakanı Silvio Berlusconi'den, ve AB Komiseri Günter Verheugen'den bu maddelerin çıkarılmasını talep etti. Ancak, bu çabalar sonuç vermedi. Siyasi irade, bu gelişmeler üzerine, "Türkiye ile ilgili bölüm farklı bir hale getirilmeye çalışılıyor. Eğer ifade böyle kalırsa bunu kabul etmeyeceğimizi açıklarız" demişti. Olayların bu şekilde geliştiği bilinmesine rağmen, Türkiye'de AB'nin zihniyetinin alenen ortaya çıktığı yolundaki eleştiriler üzerine hükümet yetkilileri, AB sürecinde, ülke menfaatlerine halel getirecek en ufak bir zaafiyet göstermeyeceklerini açıklamak zorunda kalmıştı. AB zirvesinin sonuç bildirisinde, bölgesel dengesizliklerden söz edildiğini ifade eden Sayın Başbakan, AKP'nin bölgeler arasındaki dengesizliği giderme sözünü seçim meydanlarında zaten verdiklerini hatırlatarak, hiçkimsenin, "Türkiye'de bölgesel dengesizlik yoktur" diyemeyeceğini ifade etmişti. Ancak Sayın Başbakan'ın konuyla ilgili olarak yaptığı bir konuşmada, "Ben Güneydoğu'yu bu haliyle batı standartlarında bir bölge olarak takdim edemem. Doğu Anadolu'yu, Karadeniz'in, İç Anadolu'nun ciddi bir bölümünü bu şekilde takdim edemem. Bizim 15 bin kilometrelik bölünmüş yol ve toplu konut hamlelerimizin asıl amacı budur. Seçimlere kadar, yerel yönetimler yasasını çıkarmamız lazım. Bunu başardığımız takdirde bu fiziki değişim süratlenecektir. Biz bu adımları atalım, birileri engel olsun önemli değil, ama biz bu adımları atmak suretiyle tarih önünde, millet önünde vebalden kurtulmuş olacağız. Avrupalı muhataplar zaman zaman Türkiye'ye ve ülkedeki demokrasiye karşı "hatalı söylemler üretmekteler. Bu hataların pek çoğu bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Eğer perde arkası, art niyetleri varsa onlar da tarihe bunun hesabını vereceklerdir. Tarih, bedeli, bu tür art niyetlilere ödetir". (Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Sayın Başbakan'ının AB ve ABD'nin taşıyabilecekleri art niyetin sorgulamasını tarihe bırakması hayret vericidir.)
Sayın Başbakan'ın bu sözlerinden AB'nin hükümetle anlaşarak, 26 bölgeye 1 milyon Euro'luk yardım yapmasının, AB ile hükümet arasında kararlaştırılan bir mutabakat olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir habere göre ise Avrupa Komisyonu'nun Türkiye Temsilciliği, azınlıkların sorunları, zorunlu göç, işkenceye karşı önlemler ve farklı din grupları arasında anlayış gibi konularda proje teklifi sunan sivil toplum örgütlerinden 13'üne 600 bin Euro'luk destek sağlama kararı vermiştir. Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği'nin, "Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Girişimi" kapsamında finanse edeceği 13 proje ise belli olmuştur.Temsilcilikten yapılan açıklamada, "Seçilen projelerin kapsadığı alanlar arasında, kadın ve çocuk hakları ve dezavantajlı grupların hakları da dahil olmak üzere insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, ayrımcılıkla mücadele ve kültürel çeşitliliğin korunması ve ona saygı gösterilmesi yer alıyor" denilmektedir. Proje teklifleri kabul edilen sivil toplum örgütleri ise şunlardır: Türkiye Yeniden Çocuklara Özgürlük Vakfı, Perajans İletişim ve Yayıncılık, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi, Mazlum-Der, Göç Edenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Göç-Der), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesi Vakfı, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), Uçan Süpürge, Liberal Düşünce Topluluğu, Başak Kültür ve Sanat Vakfı (BSV), İstanbul Bilgi Üniversitesi, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı.
Projeler arasında, azınlıkların sorunları, zorunlu göç, işkenceye karşı önlemler ve farklı din grupları arasında anlayış gibi konulara ağırlık verildiğine dikkat çekiliyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Van, Trabzon, Diyarbakır ve Mersin'de gerçekleştirilecek projelere öncelikle toplam 600 bin Euro destek sağlanacağı belirtiliyor. Projelerin en az 12 ayda tamamlanması öngörülüyor.
Diğer taraftan AKP'nin kuruluş sürecinde parti programında yer alan Yunan tarzı şehir devletlerinin planlanması şeklinde değerlendirilebilecek ya da KANTON MODELİ olarak ifade edilebilecek uygulamanın küreselleşmenin bu konudaki hedef plan uygulamalarıyla ve küresel güçlerin kontrolündeki ABD ve AB yönetimlerince ısrarla desteklenmesi ve baskıya varan talepleri ile örtüşmesi oldukça düşündürücüdür.
Türkiye'nin 80 yıllık yönetim yapısının değiştirilmesi için düğmeye basılmıştır. 2003 Nisan ayında çıkan haberlerde "Adalet, Maliye, Milli Savunma, İçişleri ve Çalışma Bakanlıkları dışındaki tüm bakanlık ve bağlı kuruluşlarının taşra teşkilatları kaldırılacak..." deniliyordu. Bir başka habere göre ise, İsviçre Kanton Modeli ile İtalyan Birlik Modeli örnek alınarak hazırlanan Kamu Yönetimi Reform Tasarısı'nda eğitim, sağlık, din hizmetleri İl Özel İdareleri'ne devrediliyordu... Devletin taşradaki en üst düzeyde temsilcisi olan valiler, mevcut tasarıda İçişleri Bakanlığı'nın elemanı konumuna getiriliyordu. Valilerin birçok yetkisi İl Özel İdareleri ve belediyelere veriliyor. Habere göre, İstanbul için ayrı bir statü oluşturulurken, Moskova ve New York kentlerindeki uygulama esas alınacaktı. Diğer illerde kapatılan il teşkilatları İl Özel İdaresi'ne bağlanırken İstanbul'da belediyeye devredilecekti. İstanbul'a taşrası olmaması ve Anadolu-Rumeli yakası olarak iki parçadan oluşması da dikkate alınarak özel bir statü verilecekti.
Elbette, bu hantal devlet yapısı değiştirilmeliydi... Ancak, asıl arıza devlet sisteminde değil, sistemin planlı-programlı olarak bazı zümrelerin, çetelerin eline geçmiş olmasında aranmalıydı. İsviçre Kanton Modeli veya İtalyan Birlik Modeli gibi sözde değişimler, ülkenin gerçeklerinden ve ihtiyaçlarından çok, küresel dayatmaların eseri olarak gündeme getirilmekteydi. Türkiye coğrafyasını; Rio Tinto şirketi ile stratejik işbirliği yaparak paylaşan AMDL adlı şirketin raporunda bu durum açıkça belirtiliyordu.Rio Tinto Şirketi Türkiye'nin bor madenleriyle ilgilenen bir şirkettir. Bu şirketin raporunda "Türkiye Federal Devleti" ifadesi yer almaktadır. Eski BM Genel Sekreteri Butros Gali, İstanbul'daki Habitat Toplantısı'nda, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yanı başındayken "Türkiye Federal Cumhuriyeti" gibi, "İstanbul Federe Devleti" gibi ifadeler kullanmıştı. İşte küreselleşmenin ülkemizde uygulatmak istediği Kanton Modeli, Butros Gali'nin o zamanlar "Dünya 200 devletli olmaktan 2000 devletli, hatta 5000 devletli bir yapılanmaya doğru gidiyor" diye dile getirdiği planın ürünüydü.
Küresel güçlerle ülkemizde uygulatılmak istenen Kanton Modeli, Sevr Antlaşması'nda Pontus ve Kürdistan olarak çizilen bölgelerde, AMDL şirketine verilen maden ve petrol arama imtiyazının bir sonucudur!
Konuya hangi noktadan nasıl bakacağımıza şaşırdık.
"Kültür ve kimlik" sloganları adı altında, çevreciliği ve "Türk evleri"ni de kamuflaj olarak kullanarak Ermeni kültürünü diriltmeye uğraşanları mı anlatalım, yoksa, Rockefeller parasıyla Osmanlı dönemi azınlık tapularının araştırmasını yapanları mı? Bir süre önce medyada propagandası yapılan İtalyanlar'ın "Veneto'dan Batı Karadeniz Bölgesi'ne" sloganlı bisiklet gezisinin arkasında, küreselleşmenin "yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak"
planının çıkmasını mı anlatalım? İşte sadece Paflagonia projesinde aynen şöyle deniliyor: "Amacı ulusal devletlerin iç federasyonunu gerçekleştirmek olan, politik bir fenomen geliştiriliyor. Küreselleşme ve kimliği arama çalışmaları aynı paralelde seyreden iki muhakemeyi birleştiriyor... Orijinin bulunması, kişinin bölgeler ve devletler üstü bir kimlik kazanması olarak yorumlanıyor ve temelinde kişinin birçok ülkenin yurttaşıymış gibi düşünmesi fikrine ulaşılıyor. Sonuçta, en ideal biçimine, çoklu kimlik noktasına dönüşüm sağlanıyor." Köşe yazarlarına konu olduğu şekliyle;
"Köklere Dönüş Projesi" dosyası ile birlikte dağıtılan haritaya göre, federe devletlerin adları şöyle: Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya... Şimdilerde Kastamonu'da ve yedi bölgede, bu programın altyapısı hazırlanıyor!
Düşünmek bile istemiyorum ama bir türlü düşüncelerimden silemiyorum; Rockofeller Vakfı'nın mali desteğiyle Osmanlı dönemi azınlık tapularını araştıranların Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu'nda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Türk Milletinin geleceği Türk çocuğunun, eğitilmesi noktasında ders kitaplarının değiştirilmesi yetkisine haiz olması, oldukça vahim ve bir gafleti sergilemektedir.
Sizlere Türkiye Kamu-Sen'in Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı hakkındaki tespit ve endişelerini sunmaya çalıştım.
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, 528 bin üyesiyle Türkiye'nin en büyük Memur Sendikaları Konfederasyonu Türkiye Kamu-Sen adına saygılarımı sunuyorum.