Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Ankara 6 No’lu Şube’nin ‘Milli Birlik ve Beraberlik Gecesi’ adıyla düzenlediği istişare toplantısına katıldı" />
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Ankara 6 No’lu Şube’nin ‘Milli Birlik ve Beraberlik Gecesi’ adıyla düzenlediği istişare toplantısına katıldı
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Ankara 6 No’lu Şube’nin ‘Milli Birlik ve Beraberlik Gecesi’ adıyla düzenlediği istişare toplantısına katıldı. Toplantıda Genel Merkez Yöneticileri, Ankara 6 No’lu Şube Yönetim Kurulu Üyeleri, Etimesgut Belediye Başkanı Enver Demirel, siyasi parti temsilcileri ve üyelerimiz katıldı.
Hakka tapmak aynı zamanda her şeye rağmen doğruyu yapmak, bu uğurda her türlü riski göze almaktır.
İstiklal Marşı’nın ilk iki dörtlüğünü okuyarak sözlerine başlayan Genel Başkan İsmail Koncuk, şöyle konuştu: “İstiklal Marşı ‘Korkma!’ diye başlıyor, ‘Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal” şeklinde bitiyor. Yani ‘Hürriyet, hür yaşamış bayrağımın hakkıdır. Çünkü Türk milleti asla esarete tahammül etmeyen, bu uğurda milyonlarca şehit veren bir millettir’ diyor. Burada Hakk’a tapmak sadece Allah’a inanmak anlamında değildir. Hakka tapmak aynı zamanda her şeye rağmen doğruyu yapmak, bu uğurda her türlü riski göze almaktır. Dolayısıyla ‘İstiklal benim milletimin hakkıdır; çünkü bu millet hakka tapan, doğruyu yapmış ve bu uğurda her türlü bedeli ödemiş bir millettir’ denilmek istenmektedir. Hakka tapmadan olmuyor. Hakka tapmadan, herhangi bir riski göze almadan bir güzelliği devam ettiremezsiniz.”
Bildiklerinizi, toplumun geleceği adına hakkıyla kullanılması gereken yerlerde kullanmıyor, tüm rezalete sessiz kalıyorsanız, bilen olmanızın da anlamı yok.
“Birçok insan ‘bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın. İşime gücüme bakayım. Risk almayayım. Belayı üzerime çekmeyeyim’ diyor ve birçok rezalete, eksiğe, yanlışa boyun eğiyor” diyen Koncuk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yüce Allah Ayet-i Kerim’e de ‘Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?’ diye buyuruyor. Bu, bilenin bilmeyene göre daha kıymetli olduğunu gösteriyor. Bilenin daha kıymetli olmasının sebebi bildikleri ile toplumu doğruya yönlendirmesidir. Aksi taktirde bilen olmanın anlamı kalmaz. Zira bildiklerinizi, toplumun geleceği adına hakkıyla kullanılması gereken yerlerde kullanmıyor, tüm rezalete sessiz kalıyorsanız, bilen olmanızın da anlamı yok. Bilen kıymetlidir ve bilenin bilmeyenlere göre çok ciddi sorumlulukları vardır. Bakınız; Hz. Peygamber Efendimiz, ‘Bir haksızlık gördüğünüz zaman elinizle düzeltin, gücünüz yetmiyorsadilinizle düzeltin ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz edin’ diyor. Milli ve manevi değerlerimiz bizi birtakım sorumlulukların altına itiyor. İnsanı neden Eşrefi Mahlukat olarak kabul ederiz? Çünkü insan olmanın, Müslüman olarak yaşamanın birtakım sorumlulukları var. İnsan olmanın gereği yanlışı düzeltmektir.”
Eğer ‘toplumsal dinamikler’ dediğimiz bu yapıları meydana getiren bireyler sadece kendi nefsi için yaşayan, egolarından başka bir şeyi düşünmeyen insanlar haline gelmişse, o toplumu düzeltebilecek bir başka irade, mekanizma yoktur.
Sorumluluk silsilesi yapılsa, en tepe noktaya akademisyenleri, öğretmenleri ve din adamlarını koymamız gerektiğini belirten Koncuk, “Bu insanlar toplumun dinamikleridir. Eğer toplumda bir kusur varsa bu, ‘toplumsal dinamikler’ dediğimiz grupların risk almasıyla düzelir. Eğer ‘toplumsal dinamikler’ dediğimiz bu yapıları meydana getiren bireyler sadece kendi nefsi için yaşayan, egolarından başka bir şeyi düşünmeyen insanlar haline gelmişse, o toplumu düzeltebilecek bir başka irade, mekanizma yoktur” dedi.
Gölgesinden korkan, korkmak için sebepler yaratan insanların her geçen gün sayısının nasıl arttığına dikkat edin. O zaman size nasıl bir sorumluluk düştüğünü daha iyi anlayacaksınız.
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen olarak doğruyu yapmak adına her türlü riski göze aldıklarını söyleyen Koncuk, “Üyemiz olan, bizimle yürüyen, beraber hareket eden tüm arkadaşlarımızın da bu anlayış ve misyon doğrultusunda davrandığına yürekten inanıyoruz. Bu nedenle sizin varlığınız, duruşunuz, mücadeleniz toplumun geleceği ile doğrudan ilgilidir. Gölgesinden korkan, korkmak için sebepler yaratan insanların her geçen gün sayısının nasıl arttığına dikkat edin. O zaman size nasıl bir sorumluluk düştüğünü daha iyi anlayacaksınız” diye konuştu.
Adaletin hükümran olmadığı, insan haklarının, hukukun çiğnendiği bir devletin anladığımız anlamda kâmil devlet olması, insanların geleceğe güvenle bakması, huzurlu, mutlu olması mümkün değildir.
Devletimizin, kâmil bir devlet olarak varlığını devam ettirmesi gerektiğini belirten Genel Başkan Koncuk, kâmil devletin adaletin hükümran olduğu devlet olduğunu söyledi. Koncuk, “Adaletin hükümran olmadığı, insan haklarının, hukukun çiğnendiği bir devletin anladığımız anlamda kâmil devlet olması, insanların geleceğe güvenle bakması, huzurlu, mutlu olması mümkün değildir” dedi.
Profesör olmuş bir kişi ‘Etliye sütlüye karışmam. Benim için gelen ağam giden paşamdır’ diyor ve hedefinin rektörlük olduğunu söylüyor. Sen bu kafayla rektör olsan ne yazar?
Kimsenin beyaz atlı prensi beklememesi gerektiğini söyleyen Koncuk, “Herkes ‘ Beyaz atlı prens benim’ demedikten sonra bu problemleri düzeltemeyiz” dedi. Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “ Profesör olmuş bir kişi ‘Etliye sütlüye karışmam. Benim için gelen ağam giden paşamdır’ diyor ve hedefinin rektörlük olduğunu söylüyor. Sen bu kafayla rektör olsan ne yazar? Yine başka bir kişi okul müdürü olmak istiyor ama inandığı tüm ahlaki değerleri, geçmişte yaptığı mücadeleyi gömlek gibi çıkartıyor. Sen okul müdürü olsan ne yazar? Başka bir kişi müdür yardımcısı olmak için kendini pazarlamaya, her şeyini vermeye hazır. İşte böyle insanlar var. Bu anlayışla bir yere gidemeyiz. Bakın hepimiz siyasetçilerden şikâyet ediyoruz. Siyasetçiyi bu hale getiren milletin duruşudur. Unutmayın ki; toplumlar layık olduğu şekilde yönetilir.”
Bu ülkede Bakanlıklar yargı kararlarını uygulamıyor. Yargı kararlarının uygulanmadığı bir ülkede Başbakan olarak hukukun üstünlüğü vurgusu yapmanızın hiçbir anlamı kalmaz.
Yargı kararlarının uygulanmadığı bir ülkede hukukun üstünlüğüne vurgu yapmanın bir anlamı olmadığını ifade eden Koncuk, şunları kaydetti: “Kabine açıklanmadan hemen önce Çankaya Köşkü’nde bir toplantı vardı. Bu toplantıya aralarında Türkiye Kamu-Sen’in de bulunduğu 25 sivil toplum kuruluşunun genel başkanı katıldı. O toplantıda konuşulanlara bakılınca sanki Türkiye’yi güllük gülistanlık zannedersiniz. Başbakan toplantıda hukukun üstünlüğü vurgusu yaptı, ayrımcılığı ortadan kaldıracaklarını söyledi. Ben de Sayın Başbakan’a, ‘Böyle bir konuşma yaptığınız için teşekkür ederim. Başkanlık sistemi hariç konuşmanızın altına imzamı atarım. Hukukun üstünlüğü vurgusu yapıyorsunuz. Ne kadar güzel. Ayrımcılığı kaldıracağız diyorsunuz. Ne kadar güzel. Ama şunu göz ardı ediyorsunuz. Bu ülkede Bakanlıklar yargı kararlarını uygulamıyor. Yargı kararlarının uygulanmadığı bir ülkede Başbakan olarak hukukun üstünlüğü vurgusu yapmanızın hiçbir anlamı kalmaz. Yargı kararları uygulanmıyorsa hukukun üstünlüğü nasıl sağlanacak?’ dedim. Yine aynı toplantıda 60 yaşındaki bir hâkimle sohbetimden bahsettim. Bu hâkim, yıllarca Doğu’da görev yapmış, şimdi Ankara’ya gelmiş. Diyor ki; ‘Ben Türkiye’nin birçok bölgesinde görev yaptım, şimdi Ankara’ya geldim. Kimse kurusa bakmasın, ben risk alamam. Bu yaştan sonra Hakkari’de, Mardin’de görev yapamam.’ Yani bu hâkim şunu demek istiyor: Kimse benden adalet üzere karar vermemi beklemesin. Bana söyleneni yaparım, kendimi riske atmam. Ben de Başbakan’a ‘60 yaşındaki hâkim gelecek kaygısıyla adalet üzere karar vermeye korkuyorsa, vatandaşlarımızın halini bir düşünün’ dedim.”
Bu insanlar devlet memurlarının koruma zırhı var zannediyor. Her kim ki memurun sınırsız bir iş güvencesi var derse, o koskoca bir yalancıdır. Memurun sınırsız bir iş güvencesi yok. Memurun Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer vatandaşları gibi idarenin hukuksuz uygulamalarına karşı yargı hakkı var.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “O toplantıda Başbakan’a, ‘Memurların iş güvencesiyle uğraşmayın. Bu durum bizi rahatsız ediyor’ dedim. Bir sivil toplum kuruluşunun başkanı çıkmış, ‘657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değişmelidir’ dedi. Ben de ‘Sana ne? Seni ne ilgilendiriyor? Hayatında hiç 657 Sayılı Kanunun kapağını açtın mı, bu kanunu hiç okudun mu?’ dedim. ‘Okumadım’ dedi. ‘Okumadığın bir kanun ile ilgili Başbakanın, Bakanların huzurunda ahkâm kesiyorsun, ayıp’ dedim.
Sayın Cumhurbaşkanı ‘657 Sayılı DMK değişmelidir’ dedi ya; ne kadar kiralık kalem, yandaş sivil toplum kuruluşu varsa koro halinde ‘657 Sayılı DMK değişmelidir’ diyor. Dün bir gazetenin köşe yazarı da, ‘657 Sayılı DMK, Anayasa’dan önce değişmelidir’ diyor. İddiaya girerim bu insanların hiçbiri 657 Sayılı Kanunu okumamış, hatta kanunun kapağını açmamıştır.
Bu insanlar devlet memurlarının koruma zırhı var zannediyor. Her kim ki memurun sınırsız bir iş güvencesi var derse, o koskoca bir yalancıdır. Memurun sınırsız bir iş güvencesi yok. Memurun Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer vatandaşları gibi idarenin hukuksuz uygulamalarına karşı yargı hakkı var. Yargı hakkı esnafın da var, çiftinin de var. Devlet memurlarının diğerlerinden tek farkı, Memurun Muhakematı Kanunu’na tabi olmalarıdır. Buna göre, soruşturma açılabilmesi için amirin izni gerekir. Bu da devlet memurlarının yaptığı işin özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun dışında devlet memurunun tek hakkı yargı hakkıdır. Bu hak, Anayasa’nın 125. Maddesiyle tüm vatandaşlarımıza tanınmıştır.
Dolayısıyla onların anlayışıyla devlet memurunu iş güvencesiz hale getirmek için yargı hakkını ellerinden almaları lazım. Bunu da yapamazlar. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler var. Mesela; Avrupa Sosyal Şartı Sözleşmesi, Kopenhag kriterleri var. Bu sözleşmelere ‘Bütün vatandaşlarımızı bu imzaladığımız uluslararası sözleşmelerdeki haklardan yararlandıracağız’ diye imza atmışız. Bu sözleşmeler Anayasanın 90. maddesi ile kanun hükmünde olan sözleşmelerdir. Dolayısıyla Anayasanın 125. Maddesini değiştirseler dahi yargı hakkını ortadan kaldıramazlar. Bunu bir türlü başaramıyorlar, başaramayacaklar. Bu nedenle de çalışma hayatını sulandırıyorlar. Taşeronlar için yeni sistem getiriyorlar. Kiralık işçi dönemi başlatıyorlar. Özel istihdam büroları kuruyorlar. Özel istihdam büroları amele pazarlarının modern şeklidir. Bu çalışanların kıdem hakkı olmayacağı gibi, emekli de olamayacaklar. Düşünsenize bu milletin evlatları kiralanacak! Çocuklarımızı, torunlarımızı bekleyen büyük bir tehlike var. Tamamen bir yerlere peşkeş çekilen bir nesil meydana getiriliyor. Birileri evlatlarımız üzerinden palazlanırken, zengin olurken, bizim evlatlarımızın hiçbir geleceği kalmayacak. Bu durum her insanı ilgilendiriyor. Peygamber Efendimiz, ‘Çalıştırdığınız insanlara yediklerinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz’ diye buyuruyor. Peki bunlar ne yapıyor? Yandaşlarına yediriyor, içiriyor; bizim evlatlarımıza da böyle bir çalışma düzeni, tuzak hazırlıyorlar. Ne adına? Ucuz iş gücü temin etmek adına.”
Taşeron çalışanlara özel statü getireceklermiş. 4/A, 4/B, 4/C, 4/D vardı, demek ki şimdi de 4/E getiriliyor. Yani kadro hikaye! İnsanlar aldatılıyor.
14 yıl önce kamuda taşeron çalışan sayısının 20 bin olduğunu, bugün bu sayının 720 bine ulaştığını söyleyen Koncuk, “Taşeron firmalarda çalışanların sayısı belediyeleri dahil ettiğinizde 1 milyon 200 bin, özel sektörü dahil ettiğinizde 2.5 milyona ulaşıyor. Sayın Başbakan ‘Taşeronlar kadroya alınacak’ dedi ama Sayın Maliye Bakanı ‘Taşeronlara kadro dedik ama aslında bu özel statüdür’ dedi. Kadro demek, ya memur ya kamu işçisi kadrosudur. Taşeron çalışanlara özel statü getireceklermiş. 4/A, 4/B, 4/C, 4/D vardı, demek ki şimdi de 4/E getiriliyor. Yani kadro hikaye! İnsanlar aldatılıyor.
Bu çalışanlar yarın kamuya ucube bir sistemle alınacaklar. Üstelik Maliye Bakanı, ‘Kamu eleman ihtiyacını bu yeni kurgulayacağımız sistem üzerinden karşılansın’ dedi. Yani hastaneye memur mu lazım, bu yeni ucube sisteme bağlı olarak eleman alınacak, devlet memuru alınmayacak” diye konuştu.
Ya bu köhnemiş, kokuşmuş anlayışa karşı adam gibi mücadele edeceğiz ya da ‘Benim neye gücüm yeter ki? Bu kokuşmuşluğun parçası olayım. İşime gücüme bakayım. Ülke nereye giderse gitsin’ diyeceğiz.
Koncuk, önümüzde iki yol olduğunu ifade ederek, “Ya bu köhnemiş, kokuşmuş anlayışa karşı adam gibi mücadele edeceğiz ya da ‘Benim neye gücüm yeter ki? Bu kokuşmuşluğun parçası olayım. İşime gücüme bakayım. Ülke nereye giderse gitsin’ diyeceğiz” dedi. Birinci yolun daha riskli göründüğünü ama orta ve uzun vadede riskli olanın ikinci yol olduğunu bildiren Koncuk, “İkinci yolu tercih edersek, bu, millet olarak yok oluşumuz anlamına gelir. Evlatlarımızın geleceğini ipotek altına alıyoruz demektir. Dolayısıyla her birinizin duruşu ve mücadelesi bu ülkenin geleceği için son derece önemlidir” dedi.
Koncuk tüm kamu çalışanlarını sağlam bir sendikal mücadeleye çağırdı. Koncuk, “Tüm bu olumsuzluklarla mücadele etmek lazım. Benim ya da şube başkanlarımızın tek başına mücadele etmesi yetmez, beraber mücadele edeceğiz. İnsanları uyarırsak, sağlam bir sendikal mücadele içinde yer almalarını sağlarsak, önlerine ciddi engeller koyabiliriz. Ama gözümüzü kapatırsak, kulağımızı tıkarsak, bu işi başaramayız. Gelin beraber bu mücadelenin tam göbeğinde olalım. Konuşmalarımla risk aldığımı düşünenler oluyor. Yalan söylemiyorum, iftira atmıyorum, sadece doğruları ifade ediyorum, dolayısıyla da risk almıyorum. Esas risk alanlar ahlaksızlık batağına batmış olanlardır. Bunlar bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdir. Yeter ki birlik ve beraberlik içinde bu mücadeleyi yapalım” dedi.