Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan ve Genel Eğitim ve Sosyal İşler İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan, 16 Mart 2016 tarihinde Giresun, 17 Mart 2016 tarihinde de Ordu Şubeleri’nin istişare toplantılarına katıldı" />
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan ve Genel Eğitim ve Sosyal İşler İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan, 16 Mart 2016 tarihinde Giresun, 17 Mart 2016 tarihinde de Ordu Şubeleri’nin istişare toplantılarına katıldı
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan ve Genel Eğitim ve Sosyal İşler İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan, 16 Mart 2016 tarihinde Giresun, 17 Mart 2016 tarihinde de Ordu Şubeleri’nin istişare toplantılarına katıldı. Toplantılarda Giresun ve Ordu Şube Başkanları, şubelerin yönetim kurulu üyeleri, ilçe ve işyeri temsilcileri ile kadın komisyonu üyeleri de hazır bulundu.
İstiklal Marşı ‘Korkma’ diye başlıyor ama kendimize öyle sanal korkular yaratmaya alışmışız ki, ülkemizde aydın dediğimiz insanlar bile kendilerine korkacak bir şeyler bulmakta çok mahirdir.
Toplantılar şube başkanlarının açılış konuşmasıyla başladı. Giresun’da yaptığı konuşmaya İstiklal Marşı’nın ilk iki dörtlüğünü okuyarak başlayan Koncuk şunları kaydetti: “İstiklal Marşı’nı gururla okuyoruz ama İstiklal Marşı’nın her mısrasının ne anlama geldiğinin idrakine muhtaç günler yaşıyoruz. Son yıllarda yaşadıklarımızı gözden geçirdiğimizde, millet olarak İstiklal Marşı’nın anlamının neresinde olduğumuzu sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. İstiklal Marşı ‘Korkma’ diye başlıyor ama kendimize öyle sanal korkular yaratmaya alışmışız ki, ülkemizde aydın dediğimiz insanlar bile kendilerine korkacak bir şeyler bulmakta çok mahirdir. İstiklal Marşı, ‘Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal’ diye bitiyor. Ne kadar güzel bir marş ve çok önemli bir bitiş. Yani ‘Milletimiz hürriyeti hak ediyor. Çünkü korkmadık. Çok şehitler verdik, çok bedel ödedik, bu bayrak dalgalanma hakkına sahiptir ve milletimizin de hür yaşamak hakkıdır’ diyor. Demek ki bir şeyleri hak edebilmek gerekiyor. Bir şeyleri hak etmeden emin olun ne insan olabiliriz, ne kâmil bir Müslüman olabiliriz, ne de ecdadımıza layık olabiliriz. Taşıdığımız değerler, hayat içerisindeki duruşumuz, tepkilerimiz hep bunlarla ilgilidir. Mesela Suriye’de yaşananları düşünün. Herkes Suriye’den kaçıyor. Bizim ecdadımız da Çanakkale’de savaşmak, 253 bin şehit vermek yerine kaçsaydı, namusumuz kalmazdı. İstiklal Savaşı’nda da aynı bedeli ödedik. Esasen Orta Asya’dan bu coğrafyaya geldiğimiz süreç içinde hep bedel ödedik. Dolayısıyla Büyük Şair Mehmet Akif Ersoy’un bu sözü söylemesi çok önemlidir. Öte yandan ‘Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal’ demeyi bugün de hak edebilmeliyiz.”
Türkiye’nin en aydın, en okumuş, en donanımlı, birikimi olan kesiminin olayları farklı şekilde değerlendirmesi ve bunun tedbirini almasının mecburiyet haline geldiğini söyleyen Koncuk, “Aksi takdirde hür yaşama hakkımız kalmaz. Birileri iradenize, inançlarınıza gem vurur, bir yol gösterir ve o yolda yürümek zorunda kalırsınız; sadece size çizilen rolü oynamak zorunda kalırsınız. O rolde ahlak ve şahsiyet yoktur” diye konuştu.
Bir toplum hukukun üstünlüğü kavramından, adalet duygusundan habersiz davranıyorsa, bu kavramların ayaklar altına alınmasını sineye çekiyor ve boyun büküyorsa, anladığımız anlamda devlet mekanizmasının var olduğunu söyleyemeyiz.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “ ‘Türkiye nereye gidiyor?’ sorgulamasını yapmamız lazım. Türkiye’nin hukuk ve insan hakları konusunda nerede olduğunun tespit edilmesi gerekir. Bu tespiti yaptıktan sonra herkes kendisine pay çıkarmalıdır. Bir toplum hukukun üstünlüğü kavramından, adalet duygusundan habersiz davranıyorsa, bu kavramların ayaklar altına alınmasını sineye çekiyorsa, anladığımız anlamda devlet mekanizmasının var olduğunu söyleyemeyiz.
Devlet; milli ve evrensel değerlerle devlettir. Türkiye şu anda hukukun ve evrensel ilkelerin çok uzağındadır. Tüm bu olan biteni biz seyretmiyoruz ama seyredenler var. Biz tepkimizi ortaya koyuyoruz, yanlışlarını muhataplarımızın yüzüne ifade ediyoruz. ‘Hukukun üstünlüğü diyorsunuz ama yargı kararlarını uygulamıyorsunuz. Bu nasıl hukukun üstünlüğünü savunmaktır?’ diyoruz. Bir ülkede yargı kararları uygulanmıyorsa, milli eğitime ömrünü adamış insanlar bir kanun çıkarılarak görevlerinden alaşağı ediliyorsa, bu devlet kimin devletidir? Hem insanlar alın teri dökecek, bu ülkenin geleceği için ömrünü adayacak, hem de birileri alın teri döken bu insanları hiçbir gerekçe göstermeden, sadece yandaş olmadıkları için ‘Seni görevinden alıyorum’ diyecek. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Şunu çok net olarak söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşayan her vatandaş etnik kökeni, siyasi görüşü, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun kıymetli olarak görülmelidir. Devlet bize saygı değer bir vatandaş gözüyle yaklaşmak zorundadır. O zaman ‘Bizim devletimiz’ diyebiliriz. İnsanların alın terini çalacaklar, hatta bu insanlar yargıya gidip kazandıklarında görmezden gelecekler, sonra da bu ülkenin Başbakanı ‘Hukukun üstünlüğünü sağlayacağız’ diyecek. Lafla peynir gemisi yürümüyor! Başbakana da defalarca ifade ettim, kendisine dosya da sundum. Ne yapacağız? Tüm bunları görmezden mi geleceğiz? Sineye mi çekeceğiz? Kimin zoruna giderse gitsin, kim üzerine alınırsa alınsın böyle devlet yönetilmez! Devleti yönetenlerin görevi insanları kamplara ayırmak değil, kucaklamaktır. Hem Anayasamız hem de dini değerlerimiz bunu emrediyor. Ötekileştirmemeli, kucaklamalıyız. Üstelik bunları düzeltmek adına risk alması gereken insanlar sinmiş durumdadır. Peki bunu kim düzeltecek? ‘Elhamdülillah Müslümanız’ diyoruz. Öte yandan Peygamberimiz ‘Bir haksızlık gördüğünüzde önce elinizle, gücünüz yetmiyorsa dilinizle engel olmaya çalışın, o da olmuyorsa kalbinizle buğzedin, bu imanın en zayıf noktasıdır.’ diye buyuruyor. Ama bırakınız bazıları elle, dille müdahaleyi kalbinden buğz edemiyor. Zira kalbinden buğz eden insan gereken tedbirleri alır. Teslim olmaz! Ama kolay yolu seçiyorlar. Sendikal tercihlerini baş hekime, ilçe milli eğitim müdürüne hoş görünmek adına belirliyorlar.”
Hukuksuzluğa, ahlaksızlığa karşı mücadelenin yeri bellidir. Ahlaksızlık bataklığına batmış rezil adamlar da bellidir. Kime destek vereceğimizi bileceğiz ki, rahatsız olduğumuzu ifade edelim ve hiç olmazsa kalbimizden buğz edelim.
Ülkemizde doğruyu yapan insanların korkaklara rağmen her zaman olacağını kaydeden Koncuk, “Hukuksuzluğa, ahlaksızlığa karşı mücadelenin yeri bellidir. Ahlaksızlık bataklığına batmış rezil adamlar da bellidir. Kime destek vereceğimizi bileceğiz ki, rahatsız olduğumuzu ifade edelim ve hiç olmazsa kalbimizden buğz edelim. Ne yazık ki bunu yapan insan sayısı çok azdır.
Bazı insanlar yaptığım konuşmalarla risk aldığımı düşünüyor. Ben risk almıyorum, sadece doğruları söylüyorum. İnançlarımız bunu emrediyor. Bu bir risk değil, görevdir. Risk alanlar tüm bu ahlaksızlıkları bize dayatanlar, yanlış işler yapanlar, alın teri çalanlardır. Gün gelecek tüm bu yanlışların hesabını hep birlikte soracağız. Biz ölürsek, bizden sonrakiler soracak. Bu ülkede doğruyu yapan insanlar korkaklara rağmen her zaman olacak. Nitekim zalimin zulmü tarihin hiçbir devrinde karşılıksız kalmamıştır” diye konuştu.
Bazı insanlar, çocuğuna taşeron firmada iş bulduğu için o milletvekiline ya da siyasi parti il başkanına dua edecek. Ne yazık ki, ‘Çocuğumu bin bir güçlükle okuttum, gözüm gibi büyüttüm, neden taşeron patronların sömürmesine izin vereyim? Çocuğuma layık görülen çalışma hayatı bu mu?’ diye düşünmeyecek.
Çalışma hayatında yaşananlara dikkat çeken Koncuk, bir yandan hukuk, insan hakları iğdiş edilirken, diğer yandan çalışma hayatının köstebek tarlası haline geldiğini belirtti. Taşeron çalışan sayısının 14 yılda 20 binden 720 bine ulaştığına dikkat çeken Genel Başkan İsmail Koncuk, “Türkiye’de taşeron sistem adeta asıl çalışma yöntemi haline getirildi. Kamuda 2 milyon 600 bin kamu çalışanı olduğunu düşündüğümüzde her 4 çalışandan biri taşerondur. Hem taşeron çalışan sayısını 20 binden 720 bine çıkaracaksınız hem de seçim beyannamenizde taşeron çalışanları kadroya alacağınızı ifade edeceksiniz.
Üstelik seçim beyannamesinde taşeron çalışanları kadroya alacağını ifade edenler, bugün ise asıl iş tanımına uyanları kadroya alacaklarını söylüyor. Asıl iş tanımına uyan taşeron sayısı ise 120 bin ile 150 bin arasındadır. Geriye kalan 570 bin kişi taşeron çalışan olarak kalmaya devam edecektir. Nereye kadar? Bir başka seçim döneminde taşeron çalışanların oylarına ihtiyaçları olduğunda. Söz veriyorsunuz, neden tutmuyorsunuz?
Hatta bazı insanlar, çocuğuna taşeron firmada iş bulduğu için o milletvekiline ya da siyasi parti il başkanına dua edecek. Ne yazık ki, ‘Çocuğumu bin bir güçlükle okuttum, gözüm gibi büyüttüm, neden taşeron patronların sömürmesine izin vereyim? Çocuğuma layık görülen çalışma hayatı bu mu?’ diye düşünmeyecek. Çalışma hayatının köstebek tarlası haline geldiğini söyledik, düşünsenize tam 720 bin kişi bu çukurun içine düşmüş!” dedi.
Bakınız, Peygamber Efendimiz ‘Çalıştırdığınız kişilere yediğinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz’ diyor. Başbakanın yediklerinde gözümüz yok, milletvekillerinin giydiklerinde de gözümüz yok ama çocuklarımızın sömürülmesine de, kemiklerinin un ufak edilmesine de müsaade edin iki çift sözümüz olsun. Bunları kabul edemeyiz.
Bir sömürü düzeninin kurulduğunu ifade eden Koncuk, bunun amacının ucuz iş gücü temini olduğunu söyledi. Koncuk şöyle konuştu: “Sadece taşeron çalışanlar da değil, 4/C’li, 4/B’li çalışanlar var. Bugün Türkiye Kamu-Sen’in gayretleri neticesinde 4/C’lilerin kadroya alınması konuşuluyor. Yine Belediyelerde 50 bin kişi 5393 sayılı yasaya göre çalışıyor. PTT’de idari hizmet sözleşmesi olanlar var. Çalışanların kaderini idarecilerin iki dudağı arasına terk ettiler. Vekil ebe, vekil imam, vekil hemşire var. Tüm bunlar son 14 yılda icat edildi. Şimdi de esnek istihdam, part-time çalışma, kiralık işçi dönemi, özel istihdam büroları getiriliyor. Tüm bunlar eğer sendikalardan ciddi bir tepki oluşmazsa kanunlaşacak. Özel istihdam büroları amele pazarlarının modern şeklidir. İhtiyaç sahipleri özel istihdam bürolarından eleman seçecekler. Bu çalışanların hiçbir hakkı olmayacak. Kıdem tazminatı da alamayacaklar, emekli dahi olmayacaklar. Tüm bunlar hepimizi ilgilendiriyor ama en çok da yarın çalışma hayatında yer alacak olan çocuklarımızı, torunlarımızı ilgilendiriyor.
Bir sömürü düzeni kuruluyor. Bunun amacı ucuz iş gücü teminidir. Bu milletin evlatları güvencesiz, hiçbir gelecek umudu olmaksızın ucuz iş gücü temini için kullanılacak. Bunlar, bir milleti köleleştirmenin adımlarıdır. Bu anlattıklarım basında da çok yer almıyor. Neden? Çünkü bunu yapanları eleştiriyorum. Açık söyleyeyim: Bunu yapan babam olsa karşı çıkarım. Hep dini referanslar veriyorlar ya, işine gelen taraflarını görüyorlar, kitabın orta yerinden bulmayı beceriyorlar. Bakınız, Peygamber Efendimiz ‘Çalıştırdığınız kişilere yediğinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz’ diyor. Başbakanın yediklerinde gözümüz yok, milletvekillerinin giydiklerinde de gözümüz yok ama çocuklarımızın sömürülmesine de, kemiklerinin un ufak edilmesine de müsaade edin iki çift sözümüz olsun. Bunları kabul edemeyiz.”
Bu sistemin 14 yılda adeta balon gibi şişirildiğini ve kimsenin bunun tedbirini almadığını bildiren Koncuk, “Taşeron çalışma bizi doğrudan doğruya ilgilendirmiyor gibi görünse de ilgilendiriyor; doğrudan doğruya ilgilendiren sendikaların ise sesi bile çıkmıyor. Peki yetkili konfederasyonun taşeronlaşmaya, kiralık işçi düzenlemesine karşı herhangi bir beyanda bulunduğunu gören oldu mu? Yok. Çünkü milletle dertleri yok. Onlar da sömürü düzeninin bir çarkı olmuş. Böyle sendikacılık olmaz! Bu sendikacılık anlayışı hastalıklı, marazlı bir anlayıştır ve topyekûn tedbirini almamız gerekmektedir” diye konuştu.
Birileri paralel ise onları paralel yapanlar, yetki, makam verenler bellidir! Herkes hesabını yapsın, bizi ilgilendirmiyor ama paralelle mücadeleleri 2 milyon 600 bin kamu çalışanının kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelikse, buna karşı dururuz.
Devlet memurlarının iş güvencesinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını kaydeden Koncuk, “657 Sayılı DMK’nın değiştirilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı paralel yapı ile ilgili mücadelede 657 Sayılı DMK’nın değişmesi gerektiğini ifade etti. Kimsenin paralelle mücadelesi bizi ilgilendirmiyor. ‘Dikey, paralel kim?’ bizi hiç alakadar etmiyor. Birileri paralel ise onları paralel yapanlar, yetki, makam verenler bellidir! Herkes hesabını yapsın, bizi ilgilendirmiyor ama paralelle mücadeleleri 2 milyon 600 bin kamu çalışanının kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelikse, buna karşı dururuz. Paralel ile mücadele edecekseniz başka yöntemler bulun” dedi.
Devlet memurlarının onların söylediği anlamda sınırsız bir iş güvencesi var mı? Yok. Devlet memurlarının Anayasa’nın 125. maddesinden doğan yargı hakkı vardır. Anayasa’nın 125. Maddesi ‘İdarenin her türlü tasarrufu yargı denetimine açıktır’ diyor.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Bakınız 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değiştirilmesi gerektiği ifade edildikten sonra bazı köşe yazarları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri bir yerlere yağ çekmek için ‘657 Sayılı DMK değişmelidir’ şeklinde açıklama yapıyorlar. Kiralık kalemlere ‘657 DMK’nın hangi maddesi değişmelidir?’ diye sorsak cevap veremezler. Hiçbir şey bilmeden ahkâm kesenler 657 sayılı DMK’nın bir maddesinde ‘Devlet memurları asla işten atılamaz.’ yazdığını zannediyorlar. Oysa herhangi bir yerde ‘Memurun iş güvencesi vardır’ yazmaz. Devlet memurlarının onların söylediği anlamda sınırsız bir iş güvencesi var mı? Yok. Devlet memurlarının Anayasa’nın 125. maddesinden doğan yargı hakkı vardır. Anayasa’nın 125. Maddesi ‘İdarenin her türlü tasarrufu yargı denetimine açıktır’ diyor. Yargı hakkı çiftçinin de var, esnafın da var. Sadece devlet memurları ilgili soruşturma açılması için mülki amirlerin izin vermesi gerekir. Bazı kanunların memurları koruma altına aldığı gibi bir düşünce var. Oysa bunlar, devlet memurunun devlet adına yaptığı işlerden dolayı korunması sonucunu doğuran kanunlardır. Aksi takdirde devlet memurları iş üretemez. Yani bu kanunlar memurları değil, devlet hizmetini koruyan kanunlardır. Dolayısıyla devlet memurlarının sınırsız bir iş güvencesi yok. Bizim yargı hakkımız var. Yargı hakkımızdan kaynaklanan güvencemiz var. Peki bu nasıl bir güvence? Bir haksızlığa uğradığımızda ‘yargı arkamızda, bizi korur’ diyebiliyoruz. O emin olma duygusundan dolayı ‘iş güvencemiz var’ diyoruz.
Herkesin hemen hemen bildiği bir hikâye var. Prusya Kralı II. (Büyük) Frederik, Potsdam ormanlarında gezinirken bir tepeye ulaşır. Görür ki hemen yanında daha büyük bir tepe daha vardır ve bu tepenin üstünde bir değirmen kuruludur. Yüksek olan tepeye Saray yaptırmayı düşünmektedir. Değirmeni satın alarak bu hayalini gerçekleştirmek ister. Fakat değirmenci satışa razı değildir. Büyük Frederik değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir bedel ödemeyi teklif eder. Sans-Souci, ‘Hayır. Değirmenim satılık değil’ der. Kral bu cevaba kızar ve ‘Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun?’ diye sorar. ‘Biliyorum, biliyorum’ der Sans-Souci, ‘Sen de benim bu değirmenin tapulu sahibi olduğumu biliyor musun’ diye anlamlı ve ağır bir cevap verir. Kral çok öfkelenir. ‘Senin tapunda olsa rızanda olmasa, ben burayı zorla alacağım. Bakalım o zaman ne yapacaksın?’ der. Değirmenci başını kaldırır ve atının üzerinde bütün ihtişamı ile duran Kral’a, sükûnet için de ‘Berlin de hâkimler var’ der. Görüldüğü üzere onlar adalete o kadar çok güveniyor ki, kendilerini krala dahi kafa tutacak güçte hissediyor. Çünkü adalet mekanizmasına güveniyor. Umuyorum biz de ‘Ankara’da hâkimler var’ deriz!”
Anayasa’nın 125. Maddesini değiştirip yargı hakkımızı elimizden alamazlar. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’ne başvurursunuz. Kaybederseniz, hakkınızı AİHM’de ararsınız. Bütün bunlar varken herkes ayağını denk alacak.
“Yargı hakkımızdan dolayı iş güvencemiz var diyoruz ama doğrudan doğruya iş güvencemiz söz konusu bile değil” diyen Koncuk, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerden doğan haklarımız da bulunuyor. Kopenhag kriterleri var, Avrupa Sosyal Şartı var, ILO Sözleşmesi var. Bu sözleşmelerden doğan haklarımız var. Bunlar evrensel insan haklarından faydalanmayı sağlayan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de taahhüt ederek altına imza attığı kriterlerdir. Anayasanın 90’ıncı maddesi uluslararası sözleşmeleri kanun hükmünde görüyor. Tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde, yargı hakkımızı ortadan kaldırmak kolay bir iş değildir. Anayasa’nın 125. Maddesini değiştirip yargı hakkımızı elimizden alamazlar. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’ne başvurursunuz. Kaybederseniz, hakkınızı AİHM’de ararsınız. Bütün bunlar varken herkes ayağını denk alacak. Haklarımızı bileceğiz” diye konuştu.
Yastığa başınızı koyduğunuzda uykunuz kaçsın. Yaptığınız rezilliklerin, zulmün hesabını vereceğiniz günlerin korkusu ile uyuyamayın. Bunlardan iki dünyada davacıyız.
Hak etmediği makamlara gelenlerin çalışanları köle zannettiğini söyleyen ve “Böyle bir dünya yok!” diyen Koncuk, okul yöneticiliği görevlendirmelerinde yaşanan haksızlıkları gündeme getirdi. Koncuk şunları söyledi: “Bazı çete kafalı yöneticiler var. Hatırlarsanız okul yöneticiliği görevlendirmelerinde mülakat yapılırken, birçok ilde mülakat komisyonlarının önüne listeler konuldu. Şöyle bir örnek vereyim: Muğla'da müdürlük mülakatında Komisyon Başkanı Milas İlçe Milli Eğitim Müdürü, komisyonun göreve başlamasından önce komisyon üyelerine, 'İlçe Milli Eğitim Müdürleri kimlerle çalışmak istediklerini belirlediler. Hatta kimin hangi okula atanacağı belirlendi. Biz de bu isimlere bu puanları vereceğiz' dedi. Komisyon üyesi Ali Öğütveren'in ise hazır listeleri onaylamadığı için İl Milli Eğitim Müdürü tarafından istifası istendi. Bu kepazeliğe alet olmak istemeyen şube müdürü, Muğla Valiliği'ne tüm olan biteni anlatan bir dilekçe vererek istifa etti. Biz de gerekenleri yaptık. O tetikçi Muğla İl Milli Eğitim Müdürü görevden alındı. Ama bazıları var. Onları da unutmayacağız. Mesela Milas İlçe Milli Eğitim Müdürü. Şu anda kendisi Konya Ereğli İlçe Milli Eğitim Müdürü. Nereye giderse gitsin, yaptıklarını unutmayacağız, yapılan zulmü unutmayacağız. İnsanların hakkını gasp eden bu çetelerle, komisyon üyeleri ile ilgili tüm teşkilatlarımıza suç duyurusunda bulunun diye talimat gönderdik. Bir şey olur ya da olmaz, gün gelir bu adamların isimlerini unuturuz, bunları arşive kaydedelim istedik. Gidecek, yatacak yerleri yok. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı. Bu insanlara sesleniyorum: Başınızı yastığa koyduğunuzda uykunuz kaçsın. Yaptığınız rezilliklerin, zulmün hesabını vereceğiniz günlerin korkusu ile uyuyamayın. Bunlardan iki dünyada davacıyız. Zaten Allah yapılanların hesabını sorar ama bu dünyada da biz hesabını sorarız. Tabi hukuk karşısında hesap soracağız. Benden sonrakilere de vasiyetim olsun, bu çetelerden yaptıklarının hesabını sorsunlar.”
O masaya ilkokul mezunu bir çocuk dahi otursa, ‘Bu toplu sözleşmede 2016 ve 2017 yıllarının ekonomik ve sosyal hakları ile ilgili uzlaşma sağlanacak. Dolayısıyla toplu sözleşme 2016 ve 2017 yıllarını kapsıyor. Enflasyon farkı ile ilgili değiştirilen madde ise, 2013 yılında imzaladığınız ve 2015 yılında enflasyon farkını hangi şartlarda alacağınızı düzenlemeyen maddedir. Burada ne işi var?’ der ve huylanır.
Toplu sözleşme sürecine de değinen Koncuk, şöyle konuştu: “Her toplu sözleşme döneminde memurlarımızı masada unutan, satan bir sendika var. Hatırlanacağı gibi, yetkili konfederasyon 2014 yılında 123 TL zamma imza atmıştı. 2014 yılında gerçekleşen enflasyon da memurlara verilen zammın çok üzerindeydi. O dönemde Sayın Başbakan’a ‘Enflasyon memurlara verilen zammı kat be kat aştı, ek zam vermelisiniz’ demiştim. Sayın Davutoğlu da değerlendireceğini söylemişti. Buna rağmen herhangi bir değerlendirme yapılmadı. Biz de bunun üzerine 6 Aralık 2014 tarihinde ‘Ek Zammımı Unutma’ adıyla bir miting yaptık. 4 Nisan 2015 tarihinde ‘Ek Zammımı Unutma, İş Güvenceme Dokunma’ diye 50 bin kişinin katılımıyla bir miting daha yaptık. Dolayısıyla Türkiye Kamu-Sen olarak her zaman üzerimize düşeni yaptık.
Memur Sen’in acemi Genel Başkanı Ali Yalçın, kendisine genç olduğu için ‘acemi’ dediğimi düşünüyor. Ben de diyorum ki; ‘Sen bu kafa ile hareket ettiğin sürece 50 sene sonra da acemi olacaksın.’ Bunlar 2013 yılında imzalanan ve 2015 yılında enflasyon farkını hangi şartlarda alacağımızı düzenleyen maddeyi değiştirdiler. O masaya ilkokul mezunu bir çocuk dahi otursa, ‘Bu toplu sözleşmede 2016 ve 2017 yıllarının ekonomik ve sosyal hakları ile ilgili uzlaşma sağlanacak. Dolayısıyla toplu sözleşme 2016 ve 2017 yıllarını kapsıyor. Enflasyon farkı ile ilgili değiştirilen madde ise, 2013 yılında imzaladığınız ve 2015 yılında enflasyon farkını hangi şartlarda alacağınızı düzenleyen maddedir. Burada ne işi var?’ der ve huylanır. Dolayısıyla hiçbir şey bilmeyen bir çocuğun dahi akıl edebileceği bir hususu koskoca sendika başkanı düşünemiyor. 2013 yılındaki madde değiştirilmemiş olsaydı, memur ve emekliler 2016 yılının başında yüzde 2.70 oranında enflasyon farkı alacaktı. Yani 1 milyon 900 bin emekli ve 2 milyon 600 bin memur acemi sendikacı Ali Yalçın’ın hatası nedeniyle aylık yüzde 1.8 kayba uğradı. Bu durum ek ders ücretlerine, aile ve çocuk yardımına, emekli ikramiyelerine, emekli maaşlarına yansıdı. Böyle bir sendikacılık olabilir mi?
KPDK Toplantısında Ali Yalçın’a da, ‘Ekonomist değilsin, belki anlamamış olabilirsin. Meseleye iyi niyetle yaklaşmak istiyorum. Hata yapmış olabilirsin ya da Maliye Bakanlığı yetkilileri seni aldatmış olabilir’ dedim. Kabul etmedi. Ben de, ‘2013 yılında Ahmet Gündoğdu’nun imzaladığı toplu sözleşme metni resmi gazetede yayınlandı. Senin imzaladığın toplu sözleşmede ortada’ dedim. İkisini karşı karşıya koyarsınız, okuma yazmayı yeni öğrenmiş biri bile olsa iki maddenin çok farklı olduğunu anlar.”
Ya bu mücadeleyi yapacağız ya da sineye çekeceğiz.
Çalışma hayatının son 14 yılda dayatılan şeklinin çalışanların aleyhine olduğunu ve bununla ilgili sağlam bir mücadele yapılması gerektiğini söyleyen Koncuk, “Kamu çalışanlarının bir karar vermesi gerekmektedir” dedi. Koncuk, “Ya bu mücadeleyi yapacağız ya da sineye çekeceğiz. ‘1 milyon üye’ hedefliyorlar. Olur mu, olur. Gününü yaşayanlar için çalışma hayatının duman olması ya da memur ve emeklilerin aylık yüzde 1.8 kayba uğramasının hiçbir kıymeti yok” diye konuştu.
Hükümetin 7 yılda bize teklif ettiği zam yüzde 65. Türkiye Kamu-Sen olarak Hükümetin teklifini 7 yıl sonunda yüzde 219 artırdık. Hükümetin 7 yılda mevcut yetkili konfederasyona teklifi ise yüzde 66. Onlar ise bu teklifi 7 yılda sadece yüzde 102 artırabilmiş. Haydi cevabını versinler. Matematik ortada.
Koncuk şunları da kaydetti: “Zaman zaman yetkili olduğumuz dönemde ne yaptığımızı soruyorlar. Yetkili olduğumuz dönemde toplu sözleşme kanunu yoktu, toplu görüşme vardı. Türkiye Kamu-Sen 7 yıl yetkiliydi. Türkiye Kamu-sen olarak bir çalışma yaptık ve bu süreçte neler yaptığımızı kayıt altına aldık. Hükümetin 7 yılda bize teklif ettiği zam yüzde 65 idi. Türkiye Kamu-Sen olarak Hükümetin teklifini 7 yıl sonunda yüzde 219 artırdık. Hükümetin mevcut yetkili konfederasyona teklifi ise 7 yılda toplam yüzde 66. Onlar ise bu teklifi 7 yılda sadece yüzde 102 artırabilmiş. Haydi cevabını versinler. Matematik ortada. Bu anlattıklarım hep devletin resmi belgeleridir. Dolayısıyla toplu sözleşme masasında Türkiye Kamu-Sen’in etkisi onlardan daha fazladır.
Yetkili konfederasyon iken ne yaptığımızı soranlara toplu sözleşme dönemini işaret ediyorum. Hatta Devlet Personel Başkanlığı da 2002 yılından itibaren toplu görüşme ve toplu sözleşme süreçleri ile elde edilen kazanımları bir kitap haline getirdi. Ben de ‘Alın bunu başucunuza koyun, akşamları yatmadan önce okuyun, sendikacılığın öğrenin’ dedim. Bunlardan sendika olmaz!”
Adam gibi bir duruş sergileyelim. Gerektiğinde yanlışlarını muhataplarımızın yüzüne söyleyelim. Bunu beraber yapabiliriz.
Kamu çalışanlarını tehdit eden tüm unsurlarla mücadele edilmesi gerektiğini belirten Koncuk, bunun sağlam ve diri bir sendikal mücadele ile mümkün olabileceğini ifade etti. Koncuk, “Adam gibi bir duruş sergileyelim. Gerektiğinde yanlışlarını muhataplarımızın yüzüne söyleyelim. Bunu beraber yapabiliriz. Türkiye Kamu-Sen’in yanında olun, Türkiye Kamu-Sen’e destek verin. Bu anlattıklarımı herkese anlatın. İnsanlara kızmak meseleyi çözmez. Mesele insanları kendine getirmek ve uyarmaktır” dedi.
Genel Başkan ve beraberindeki heyet, Giresun’da Eski Şube Yönetim Kurulu Üyemiz Ünal Yılmaz’ın mezarını ziyaret etti. Genel Başkan Koncuk, Giresun Atatürk Anadolu Lisesini de ziyaret ederek, öğretmenler ve eğitim çalışanları ile sohbet etti.
Genel Başkan Koncuk, Ordu’da ise İl Mili Eğitim Müdürünü, Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterini, SGK İl Müdürünü ve Halk Sağlığı Müdürünü de ziyaret etti, çalışanlar ile fikir alış verişinde bulundu. Genel Başkan, kalp krizi geçiren Eski Ordu Şube Başkanı Nihat Şensoy’u da tedavi gördüğü hastanede ziyaret etti.
Genel Başkan, akşam saatlerinde de Ordu şube yönetim kurulu, ilçe ve işyeri temsilcileri, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendikaların şube başkanları ve şube yönetim kurulu üyeleri ve şube kadın komisyonu üyeleri ile geniş katılımlı bir istişare toplantısı gerçekleştirdi.