Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, konfederasyonumuzun yiğit ve yürekli üyeleri ile kucaklaşmaya devam ediyor
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, konfederasyonumuzun yiğit ve yürekli üyeleri ile kucaklaşmaya devam ediyor.
İstişare toplantıları kapsamında Sivas ilimizi ziyaret eden ve Türkiye Kamu-Sen'e bağlı sendikalarımızın üyeleri ile bir araya gelen Genel Başkanımız İsmail Koncuk, çalışma hayatı ve Türkiye gündeminde öne çıkan başlıklara dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Büyük coşku ve heyecan içinde gerçekleşen Türkiye Kamu-Sen Sivas İstişare Toplantısına, Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin yokuş, Türk Emekli-Sen Genel Başkanı Osman Özdemir, Genel Merkez Yöneticilerimiz, Şube Başkanlarımız, İl temsilcilerimiz, üyelerimiz ve çok sayıda davetli katıldı.
KONCUK: TÜRKİYE KAMU-SEN AYNI ZAMANDA BİR AYDINLAR HAREKETİDİR
Genel Başkan İsmail Koncuk, konuşmasının başında "Vefakar, cefakar Türkiye Kamu-Sen'e bağlı sendikalarımızın üyelerini saygı ve sevgiyle selamlıyorum” dedi.
Genel Başkan İsmail Koncuk;
Konuşmama merhum Mehmet Akif’in yazdığı ve bu milletin malı olan İstiklal Marşı ile başladım. Hepimiz okullarımızda hafta başı ve sonlarında, kutlamalarda İstiklal Marşımızı hep bir ağızdan okuduk. Sizleri tenzih ederek bunları söylüyorum, İstiklal Marşımız, “Korkma!” diyerek başlıyor ve “Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal! diyerek sona eriyor. Korkma, ifadesinden sonra neden korkmamamız gerektiğini son iki mısraya kadar Mehmet Akif o kadar güzel anlatıyor ki, bütün bu anlatımdan sonra şunu söylüyor. “Benim milletim hür yaşamıştır şehit olmuştur, dolayısıyla benim bayrağımın hür yaşaması hakkıdır. Mehmet Akif onunla da yetinmiyor ve “Ama bu bayrağın hür dalgalanmasının bir sebebi altında, yanında hakk’a tapan bir millet var. İşte o milletin ilelebet hür yaşamak hakkıdır” diyor.
Hakk’a tapmak son derece önemlidir. Bir millet hakk’a tapma ve bir millet olma özelliğini kaybediyorsa, o milletin bağımsız yaşama hakkı ortadan kalkar. Milleti temsil eden o bayrağın hür olarak dalgalanması mümkün değildir. Hür bir vatanın, istiklal içinde yaşayan bir millet olmanın bedelini ödemek lazım. Bu da hakk’a taparak olur. Hakk’a tapmak burada sadece yüce Allah’a tapmak anlamında değildi. Elbette en başında o geliyor ama beraberinde doğruyu yapmak, ülkenin geleceğiyle ilgili risk almak, bedel ödemek gerekiyorsa bedel ödemektir. Hakk’a tapmak budur. Yoksa bir elim yağda, bir elim balda olsun, kimse bana karışmasın, bende karışmayım rahat rahat yaşayım. Böyle bir dünya yok, bu rahatın bir bedeli var. Bu bedeli Türk Milletinin tarihi süreci içerisinde yüzbinlerce evladımız canını vererek ödedi. Irzımı namusumuz çiğnenmesin diye Çanakkale’de 253 bin şehit veren bu millet değil mi? Neden korkacağız, kimden korkacağız? Kim bizden daha yürekli olabilir? Böyle bir milletin evladı, torunu olmak korkmamamız için yeterlidir. Belki bugünlerde İstiklal marşının her kelimesinin anlamını insanlarımıza yeniden anlatılması gerektiği günler yaşıyoruz.
Bir toplumun dinamikleri vardır, bu dinamiklerin en tepesinde akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz, din adamlarımız ve okumuş, kendisinin aydın sıfatı taşıdığına inanan herkes vardır. Eğer bu yapı yanlış giden şeyleri düzeltmek adına risk almaktan korkar hale gelmişse, bu ülkenin geleceği yok demektir. Bu yanlışları düzeltmeyi biz kimden bekleyeceğiz? Bir profesör, öğretmen ya da din adamının gelecek kaygısıyla rezaletlere boyun büktüğü bir dönemi yaşayan bir milletin elbette geleceği olmaz. Bu yapının çok daha müdrik sorumluluk ve risk alabilen bir yapı halinde devam etmesi bu milletin geleceği bakımından önemlidir.
Yüce Allah Ayet-i Kerimesinde buyuruyor, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bilmek o kadar önemlidir ama bilmenin yanında, bildiğimiz şeylerle toplumda yanlış giden şeylerin üzerine giderek onların düzeltilmesi iradesini, o bilgi ve donanımımızla ortaya koymanız çok önemli. Bilen dediğimiz, bilgi ve donanımını içinde yaşadığı toplumda bunca ahlaksızlık yaşanırken kullanmıyorsa, bilen olmanın bir anlamı zaten yoktur. Yüce Allah burada bilenleri övüyor ama sorumluluklarının da çok daha fazla olduğunu ifade ediyor.
Ben Türkiye Kamu-Sen’in mücadelesini aynı zamanda bir aydınlar hareketi olarak görüyorum. Çevremize baktığımız zaman yanlışları düzeltmek adına, risk alabilen, bedel ödemeyi göze alabilen insan sayısı maalesef her geçen gün azalıyor. Önümüzde iki yol var. Birincisi, milli hassasiyeti olan insanlar, vatansever insanlar yani; bizlerde, kokuşmuş sistem içinde yok olup gideceğiz ya da bu kokuşmuşluğu düzeltmek adına “Bana düşen bir sorumluluk var ve bu sorumluluğu yerine getirmek, hem insan, hem Müslüman Türk olarak benim omuzlarıma yüklenmiş bir vazifedir” diyerek bu sorumluluğu yerine getireceğiz. Ya tıpkı yıllarını vermiş insanların bir yöneticilik makamı kapmak için her türlü rezilliği göze alıp, 40-50 yılını inkar edercesine bir tercih ortaya koyduğu gibi bu kokuşmuşluğun esiri olacağız ya da diyeceğiz ki, “Bu olmaz, hakk’a tapmak böyle olmaz, hakk’a tapmak gerekirse bedel ödemektir, bu bedeli ödeyeceğim, doğruyu yapacağım” diyeceğiz.
Elbette Türkiye Kamu-Sen hareketi bir sendikal hak mücadelesidir ama Türkiye Kamu-Sen’in bir sivil toplum örgütü olma yönü de vardır ki, o sendikal mücadelesinden hiç geride kalan bir özellik değildir. Bu aydınlar hareketini oluşturan 450 bin Türkiye Kamu-Sen mensubunu tanımlarken diyoruz ki, “Yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli 450 bin vatan evladı…” Bu ülkeyi yöneten insanların konuşmalarını dinliyoruz zaman zaman. Vatanseverlikten bahsediyorlar, ahlaktan bahsediyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde bir konuşmasında, “Eğitim alanında istediğimiz başarıyı sağlayamadık” dedi. Acaba neden? Sadece eğitimde mi hedeflenen başarı sağlanamadı? Adalette, diyanette ya da diğer alanlarda hedeflenen başarı sağlandı mı? İşi ehline vermediğiniz sürece, hiçbir alanda başarı olmaz.
Bunu sayın Başbakan’a da ifade ettim, “Bir ülke eğer adam gibi bir yönetici atama sistemi ortaya koyamıyorsa, o ülkenin dünyada hiç bir iddiası kalmaz” dedim. Beceriksiz, yarın ne olacağını öngöremeyen, har vurup harman savuran yöneticilerle başarı sağlanamaz. Bir taraftan vatanseverlik ve milli olmanın yerli olmanın öneminden bahsediliyor ama yüzde yüz yerli, milli ve vatansever olan Türkiye Kamu-Sen üyelerine ikinci sınıf muamele yapılıyor, bu ne yaman çelişkidir. Vicdanı, izanı, ülke geleceğini düşünen kimsenin kabul edeceği bir şey değildir.
Hiçbir ülke yoktur ki, yalakaların, yağcıların omuzlarında yükselsin. Bunun örneği yoktur dünyada. Ancak Türkiye’de maalesef 14 yıldır yapılan uygulamalarla, bakın iddia etmiyorum, biliyor ve söylüyorum, ne kadar liyakatsiz adam var ise bugün devlet kademelerine getirildi. Vatansever, bilgi ve becerisi önde olan, hayatının hiçbir döneminde nefsine yenilmeyen insanlar arka plana atıldılar. Bu mudur devlet yönetmek? Durum böyle olunca elbette hiçbir alanda başarı sağlayamazsınız. Tek dertleri cepleri ve koltukları olan insanlarla bir ülkenin, milletin nasıl geleceği olabilir?
Türkiye Kamu-Sen’in 450 bin fedakar, yiğit üyeleri adına söylüyorum, kimse bizden koltuk, makam, kendi nefsimiz için kendimizi pazarlamamızı beklemesin. Burada böyle olan bir kişi bulamazsınız. Olanlar zaten gitti, onlar yerini buldu.
Delikanlı adamın, hanımefendinin tek bir sevdası olur. Her gün bir başka aşk arayanların adresi bellidir. Bizim tek bir sevdamız var: Türk milleti, inançlarımız, değerlerimiz, milli birlik ve beraberliğimiz. Biz her şeye rağmen bu sevdamızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün kamu çalışanlarına ve herkese sesleniyorum, peygamberimiz dinimizi tanımlarken, “Din güzel ahlaktır” diye tanımlıyor. Koskoca İslam dini tek kelimeyle, yani güzel ahlak diyerek tanımlanıyor. Güzel ahlak kendimizi satmak, pazarlamak mıdır? Asla değildir. Güzel ahlakı benimsemeyen insanların inançları da tartışılır” dedi.
KONCUK: ÇALIŞMA HAYATINA BİR UCUBE SİSTEM DAHA GETİRMEYİN
Taşeronların tamamına kadro verilmediği anda siyasi iktidarın seçim beyannamesinde verdiği sözün havada kalacağını belirten Genel Başkan İsmail Koncuk, 78 milyon vatandaşı da, çalışma hayatında kurgulanan yeni sistemler üzerinde dikkatli olmaya çağırdı.
Genel Başkan İsmail Koncuk, “Türkiye’de nasıl bir çalışma hayatı var? Bugün 720 bin taşeronun kadroya geçirilmesini konuşuyoruz. 14 yıl önce kamuda 20 bin taşeron vardı, bugün tam 720 bin taşeron olmuş. Şimdi taşeronun mucidi olan siyasi iktidar bugün çıkmış “Kadroya alacağız” diyor. Sevindik, “Bir hata yapıldı ama en azından hatandan dönülüyor” dedik. Ardından Maliye Bakanı çıktı, “Özel statü vereceğiz” dedi. Nedir özel statü? Yeni bir istihdam modeli demektir. 4-A-B-C-D var şimdi de 4-E geliyor demektir. Üzerine bir de, “Bunları özel statüye alacağız ama sınav yapacağız” diyor. “3 yıl sonra performansına bakacağız, sözleşmesini uzatıp uzatmayacağımıza karar vereceğiz” diyor. Bu nasıl bir iştir? Sayın Başbakan’a Sivas’tan soruyorum, “Bu nasıl kadro?” Sayın Başbakan kadronun ne anlama geldiğini bile bile kadro demişse, Maliye Bakanı nasıl bu değerlendirmeleri yapabiliyor? Hangisine, kime inanalım biz?
Maliye Bakanının şu sözü 78 milyon insanı da ilgilendirmelidir. Diyor ki sayın Bakan, “Kamu eleman ihtiyacını bu kurgulayacağımız yeni sistem ile karşılasın"Hemşiremi lazım bu yeni ucube, marazlı sistemle yani 4-E ile, adliyeye yazıcı mı lazım 4-E sistemi üzerinden karşılasın. Kamuyu sulandırma gayreti içine giriyorlar.
Biz sözleşmeliliğin kaldırılması mücadelesini veriyoruz. Her fırsatta 4-C’lilerin, 4-B’lilerin, vekil ebe, imamların ne kadar sözleşmeli var ise hepsinin 4-A’lı yapılmasının mücadelesini veriyoruz. Şimdi bunları kadroya almak bir yana, 720 bin bunlardan daha hastalıklı bir sistem ihdas ediliyor, bu millet gözünün içine baka baka kandırılıyor. Eğer 720 bin taşerona bu kanserli sistem uygulanırsa, AKP’nin seçim beyannamesi havada kalacaktır, yerine getirilmemiş olacaktır.
Kurgulanmak istenen sistem aynı zamanda tüm memurlarımızı ve 78 milyon vatandaşımızı ilgilendiren bir sistemdir. Çocuklarımıza, torunlarımıza nasıl bir çalışma hayatının kurgulanmak istendiğini bütün insanlarımız görmek zorundadır. Bu ucube sistemden sonra çalışma hayatı bitti mi? Hayır devam ediyor, TBMM’de geçtiğimiz günlerde esnek istihdam görüşüldü. Özel istihdam büroları oluşacakmış, bu özel istihdam bürolarından kiralık işçiler kiralanabilecekmiş. Amele pazarları vardı bilenler bilir, adı özel istihdam büroları diye değiştiriliyor, resmiyet kazandırılıyor ve buralarda kiralık işçiler çalışacak. Bu insanların emeklilik, kıdem tazminatı vs. hiçbir hakları olmayacak. Geçtiğimiz gün Çalışma Bakanı sayın Soylu’ya ifade ettim, “Bu milleti kiralamayın, bu hale getirmeyin, yazıktır” dedim.
Evrensel hukuk vs. bir yana koyduk ama dinden, imandan bahsediyorsunuz da, Hz. Peygamber efendimizin hadislerine hiç mi bakmıyorsunuz? Ya da işinize mi gelmiyor? Peygamber efendimiz diyor ki, “Çalıştırdığınız insanlara yediklerinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz” sayın Başbakan, bizim sizlerin yediğinizde gözümüz yok, giydiklerinizde de gözümüz yok ama bırakında bu milletin evlatlarını kiralık hale getirmeyin, bunu söylüyoruz. Böyle bir anlayış olabilir mi? Bu çalışma hayatı herkesi ilgilendiriyor. Bu ne anlama geliyor, Türkiye ucuz iş gücü haline getiriliyor. Geleceği olmayan bir ucuz iş gücü sistemi oluşuyor” dedi.
GENEL BAŞKAN: KİRALIK KALEMLER 657’Yİ BİLMEDEN KONUŞUYOR
Devlet Memurları Kanunu’nda yapılması planlanan değişikliklerin takipçisi olduklarını belirten Genel Başkan Koncuk;
Bu da yetmedi, bu seferde 657’ye taktılar koro halinde. Sayın Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum; sen paralel ile mücadele edeyim derken, 2 milyon 600 bin memuru bütün kazanılmış haklarıyla uğraşıyorsun. Onları endişeye sevk ediyorsun. Paralel ile mücadeleyi nasıl yaparsan yap ama mücadelen hukuk içerisinde kalsın. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile uğraşma. Bu millete ihanet eden varsa ya da bölücülük yapan varsa gerekli cezayı ver. Bunlara lafımız olmaz. Bölücü ile devlete ihanet edenle bizim işimiz olmaz. Ama objektif olarak bu suçları tespit ettikten sonra gerekli işlemleri yap!
Cumhurbaşkanı bu sözleri söyledikten sonra, kiralık köşe yazarları çıktı. Geçenlerde bir tanesi “657 sayılı yasa değişmeli” diye yazmış. Hem de “anayasa değişmeden evvel bu yasa değişmelidir” diye belirtmiş. Yazısını okuyunca tüylerim diken diken oldu. Diyor ki; “657’li kral, millet maraba! Kendisine sormak istiyorum, acaba ortalama 2500 TL maaş ile nasıl kral olunuyor? Emekli de ortalama 1600 TL maaş alıyor. Bunu yazan adamın memur ile bir derdi olmalıdır. Ben de başına ne geldiğini merak ediyorum. Kendilerine “neresi değişmelidir” diye sorsanız cevap veremezler. Eğer cevap verebilirlerse saçımı bile kazıtırım.
Katıldığım bir toplantıda, dönemin Başbakan’ı bugünün Cumhurbaşkanı’na 657 ile ilgili söylemlerden rahatsız olduğumu ifade ettim. Bir sivil toplum kuruluşu olan İş Adamları Derneği’nin Başkanı o toplantıda “657 sayılı kanun değiştirilmelidir” dedi. Kendisine dedim ki; “sen hiç hayatında 657 sayılı kanunu okudun mu?” Kendisi okumadığını söyledi. Ben de “hiç okumadığın bir kanunla ilgili ahkam kesiyorsun” diyerek tepkimi gösterdim. Bu yasayı bilenlerin konuşması gerekiyor. Aileleriyle birlikte 10 milyon insanı yakından ilgilendiren bir yasa ile ilgili bilmeyen herkes konuşuyor.
Bunlar zannediyorlar ki, 657 sayılı yasada şöyle bir madde var; devlet memurları ne yaparsa yapsın asla işten atılamaz! Ama gerçek şu ki, böyle bir madde yok. 657 sayılı devlet memurları kanunda da, anayasada da “devlet memuru ne yaparsa yapsın işten atılamaz” diye bir hüküm yok. Memurun iş güvencesi diye bir şey yok. Böyle bir madde yok. Peki bu nereden çıktı? İdarenin ve siyasetin bizim üzerimizdeki tahakkümüne karşı yargı hakkımız var. Eğer idare benimle ilgili bir tasarrufta bulunursa bu karar da mevzuata, hukuka, haklarıma uygun değilse ben yargıya başvurabilirim. Memurun yargı hakkını hükümet de veriyor. 6552 sayılı bir torba yasa çıktı. Buna göre, bir arkadaşımız mesela meslekten atıldı. Sonra yargıya başvurarak davasını kazandı. Bu kararı idare 30 gün içerisinde uygulamak zorunda.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce çıkan 6552 sayılı torba yasayla bu 30 günlük süre 2 yıla çıkarıldı. Ben de bunu Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı Karma İstişare Toplantısı’nda dile getirdim. Kendisi bana “dünyanın neresinde işçi-memur ayrımı var” diye sordu. Yargı kararlarının uygulanmasının konuyla alakası olmadığını söylediğimde de, çok alakası olduğunu belirtti. Yani yargı üzerinden memurun iş güvenliğini ortadan kaldırmaya çalıştılar. O toplantıda dönemin Başbakan’ı sayın Cumhurbaşkanı’na “seçim öncesi 2,5 milyon memuru kızdırmanın size faydası olmaz” dedim ve tepkimizi açıkça belli ettim. Daha sonra mecliste karşılaştığım Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bu sorunun halledildiğini söyledi. Bu yolları deneyerek iş güvencemizi kaldırmaya çalıştılar. Biz yargı hakkından kaynaklanan bir iş güvencemiz olduğuna inanıyoruz.
Anayasanın 125. Maddesine göre bütün vatandaşlarımıza tanınan bir hak bu. İdarenin her türlü tasarrufu yargı kararlarına tabidir. Bu kanun esnaf için de var, çiftçi için de var, elbette memur için de olacak. Tek farkımız bizimle ilgili soruşturma açılacaksa, amirimizin izin vermesi gerekiyor. Bu durum da, bizim yaptığımız işin özelliğinden yani devlet adına iş yapmamızdan kaynaklanıyor. Anayasanın bu maddesini kaldırsalar bile, uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yargı haklarımız mevcut. Türkiye’nin imzalamış olduğu Kopenhag kriterleri ve AB Sosyal Şartı var. Bütün bunlar varken bizim yargı hakkımızı ortadan kaldırmak öyle kolay değil”
GENEL BAŞKAN: KAMUDA PERFORMANS DEĞERLENDİRMESİNİ OBJEKTİF YAPACAK KRİTERLERİ BELİRLEMEK MÜMKÜN DEĞİL
Kamuda yapılması planlanan performans değerlendirmesine yönelik çalışmalara da değinen Genel Başkan İsmail Koncuk, uygulamanın hakkını vererek yapılmasının mümkün olmadığını belirtti.
Genel Başkan İsmail Koncuk;
“Devlet Personel Başkanlığı’nda bir çalışma yapıldı. Kamuda performans konusunda taraflar bir araya geldi. Bu çalışmanın içinde biz de varız. Kamuda performans değerlendirmesi amacında olan insanlar, dünyadan bihaberdir. Dünyaya gözünü kapamış insanlardır. Memurlar hizmet üretiyor. Bu hizmetin kalitesini ölçebilecek objektif kriterler yokken, bunu hakkını vererek yapmak imkansız. Bu performans konusu içinden çıkılmaz bir hal aldı. Ne çalışanlara, ne de hizmet kalitesini arttırmaya faydası olmayan bir sistem. Geçmiş yıllarda da uygulandı.
Örneğin PTT’de de performans sistemi uygulanıyor. Bir postacının günde 15 km yürüyerek o performans kriterlerini aşması lazım. Bu konuyla ilgili yıllarca çalışma yapmış bir profesör hocamız yanıma geldi. Kendisine de sordum, bu objektif kriterlerin ortaya koyulup koyulamayacağını. Kendisi de bunun mümkün olmadığını söyledi. Bu performans kriterleri sadece, bir takım insanları korumaya yönelik uygulanır. Bunun soncunda da çalışma barışı ortadan kalkarak çalışanlar boğaz boğaza gelir.
Bu konuda hükümete seslenerek; “milleti birbirini gırtlayacak seviyeye getirecek düzenlemeler yapmayın” diyorum.
Şehitlerimize olan saygıdan bugüne kadar sokaklara çıkıp eylem yapmadık. Her gün vatan evladı can verirken, eylem yapmayı kendimize yakıştıramadık. Biz sorumluluk sahibi olarak hareket ediyoruz. Mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir. Bizim korkacağımızı düşünenler ölümden öte yol olmadığını bilsinler. Bugün ağa babalarının yanından ayrılmayanlar, yarın yüzümüze bakacak halleri kendilerinde bıraksınlar. İktidarlar gelip geçicidir ama biz buradayız ve olmaya devam edeceğiz. Biz hizmet üretmek için yaşıyoruz.
Bir kez daha şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onların neden şehit olduğunu asla unutmayacağız. Bu millete ihanet edenleri de unutmayacağız. Bu ihaneti unutanlar da bu ihanetin parçasıdır” dedi.