Genel Başkanımız İsmail Koncuk, Türkiye genelinde sürdürdüğü ziyaretlerine 16 Nisan 2016 Cumartesi günü Selçuklu’nun başkenti, Mevlana’nın şehri, medeniyetler kenti Konya ile devam etti
Genel Başkanımız İsmail Koncuk, Türkiye genelinde sürdürdüğü ziyaretlerine 16 Nisan 2016 Cumartesi günü Selçuklu’nun başkenti, Mevlana’nın şehri, medeniyetler kenti Konya ile devam etti.
Konya girişinde yüzlerce araçlık bir konvoyla Genel Başkanımız İsmail Koncuk, Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Türk İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hasan Hüseyin Yılmaz, Türk Emekli-Sen Genel Başkanı Osman Özdemir, Genel Merkez Yöneticilerimiz ve Türkiye Kamu-Sen heyetini karşılayan Konyalılar kamu çalışanlarının ve Türk milletinin değerlerinin yılmaz savunucularını bağırlarına bastılar.
Konya İl Temsilciliğimizin organize ettiği, “Türkiye Kamu-Sen Konya Teşkilat Buluşması”nın yapıldığı salona alkışlar ve sloganlarla giren Genel Başkan İsmail Koncuk konuşmasında çalışma hayatı ve Türkiye gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
KONCUK: ‘DİN GÜZEL AHLAKTIR; GÜZEL AHLAK İSE SADECE LAFTA KALMAMALIDIR
Konuşmasına Türkiye Kamu-Sen’in vefakar, cefakar ve yürekli mensuplarını selamlayarak başlayan Genel Başkan İsmail Koncuk, içinde bulunduğumuz Kutlu Doğum Haftası’nın ülkemize ve İslam alemine kutlu olmasını diledi. Koncuk, “Türk-İslam aleminin kutlu doğum haftasını kutluyorum. Peygamber efendimizin güzel ahlakının gerçek anlamda Türk-İslam aleminde hakim olduğu günleri en kısa zamanda görmeyi arzu ediyorum.
Peygamberimiz İslam dinini tanımlarken, “Din güzel ahlaktır” diye tanımlıyor. Güzel ahlak deyince aklımıza her türlü güzellikler gelmeli. Mesele hatayı affetmek gelmeli, dostları kucaklamak, vefalı olmak, haram yememek, işi ehline vermeyenlere karşı tedbir alınması gerektiğini idrak etmek akla gelmelidir. İslam dünyasında ne yazık ki peygamber ahlakıyla yaşama anlamında ciddi eksikler var. Bugün müslüman kanı sudan ucuz hale gelmişse bu aynı zamanda Müslümanın Müslümana değer vermemesinden de kaynaklanan bir durumdur. Biz birbirimizi sevmezsek başkalarından da bizi sevmesini bekleyemeyiz. İslam dünyası olarak gerçek anlamda İslam’ı idrak etmemiz ve anlamamız gereken günler yaşıyoruz.
Bugün Türkiye’nin de nasıl yönetildiğini görüyoruz. Kamuda, Türkiye Kamu-Sen mensuplarının adeta dışlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye Kamu-Sen mensupları Allah’a şükürler olsun vatansever, milliyetperver insanlardan oluşuyor. Bizim en tebarüz etmiş özelliğimiz budur, Türkiye Kamu-Sen mensupları ahlaklı insanlardır. Siz bir yandan İslam’ın güzel ahlak olduğunu söyleyip, diğer yandan Türkiye Kamu-Sen mensupları gibi güzel ahlakla bezenmiş bu topluluğa üçüncü sınıf insan muamelesi yaparsanız siz, İslam’ın güzel ahlakından hiç nasip almamışsınız demektir.
Güzel ahlak sadece lafta kalmamalıdır. Etrafınıza bakın, kimler okul müdürü oluyor, kimler hastane müdürü oluyor, kimler adliyede göreve geliyor. Eğer sizler bu sorulara, gerçekten bütün yüreğinizle “İşin ehilleri makam sahibi oluyor” cevabını verebiliyorsanız o zaman mesele yok ama ‘Sayın Başkan, ne yazık ki işin ehli olan dışlanıyor, kabiliyetsiz ve liyakatsizler iş başına geliyor’ diyorsanız o zaman Türkiye’de herkes kendini sorgulamak zorundadır ve tabii en başta yönetenlerin de kendilerini sorgulaması gerekir.
Bu yanlışları yapanlar yetkili makamlarda oturanlardır ama buna sessiz kalanlar kimlerdir? İnsan hakları gaspını sineye çekenler kimlerdir? Sadece yönetenleri suçlamakla bir yere varamayız. Birine haksızlık yapılırken, bunu gören ve sessiz kalanlar da en az haksızlığı yapanlar kadar suçludurlar. Böylesine güzel bir haftayı kutlarken tüm Türk milletine tavsiyem bir de nefis muhasebesi yapmalarıdır. Gerçekten nefis muhasebesi yapmamız gereken günlerden geçiyoruz. Bir siyasetçi hata yapabilir ama o siyasetçi bu milletten tepki görmüyorsa, o hatalar zincirine endişe duymadan devam eder.
Muhatap olduğu kitleden gerekli tepkiyi göremeyenler, “Nasıl olsa her yaptığım bu ülkede kabul görüyor ben bildiğimi yapmaya devam ederim” der. Biz bu hatalara sessiz kalırsak, milletimizin geleceğini olumsuz yönde şekillendiren olaylara sessiz kalırsak millet olarak bir geleceğimizin kalmayacağını üzülerek ifade etmek isterim. Bugün bulunduğumuz konum adına, menfaatlerimiz adına çok iyi konumda olabiliriz ve bir takım yanlışları söylemek kendi adımıza risk olabilir; ama bu kusurları sineye çekersek tepemizdeki çatı hepimizin başına çöker. Milletin geleceğini şekillendiren şey, milleti oluşturanların güzel ahlak ile bezenmiş olmasıdır. Güzel ahlak deyince hukuka, insan haklarına , yargı bağımsızlığına, adalete saygıyı anlayacağız, insanlar arasında ayrım yapmamanın Allah’ın emri olduğunu bileceğiz” dedi.
KONCUK: TÜRKİYE KAMU-SEN, AYDINLAR VE BİLENLER HAREKETİDİR
Güzel ahlak anlayışının hayatın her alanında yerleşmesi gerektiğine vurgu yapan Genel Başkan İsmail Koncuk, doğru bildiklerini toplumun geleceği için paylaşmayanların, allame-i cihan olsalar dahi biliyor olmasının bir anlam ifade etmeyeceğini söyledi. Koncuk, “İstiklal Marşımız, ‘Korkma!’ diyerek başlıyor. Neden ‘Korkma’ diyor. Çünkü, bu millet, hep doğruyu yapan, ülke geleceği, namusu, ırzı adına ölümü göz alan millettir. Peygamber efendimizin tanımlamasıyla güzel ahlakı hayatının her safhasında uygulayan bir millettir. O nedenle “Korkma” diyor ve İstiklal Marşımız, “Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal! diyerek sona eriyor. Yani, Akif diyor ki, Bu bayrağın hür dalgalanması ve milletin bağımsız yaşayabilmesi için gereken her bedeli ödedi. Allah’a iman etmiş olan Türk Milleti, hürriyet ve bağımsızlığı için nesillerini feda etti, ve her şeye rağmen hakkı tutup kaldırdı. Namusu, ırzı, şerefi için riski söze aldı ve tüm bunların neticesi olarak da hürriyeti ve bağımsızlığı hak etti.
Türkiye Kamu-Sen hareketi bir aydınlar hareketidir. Sadece sendikal bir hareket değildir. Yüce Allah, Ayet-i Kerimesinde buyuruyor ki, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bu ne demek? Bilenler bilmeyenlerden daha kıymetlidir ama kıymet nasıl ölçülür, eğer bilen dediğimiz o insanlar o bilgisini toplum adına, doğruyu yapmak adına kullanıyorsa onların kıymeti vardır. Bilen insan, bilgisini toplumun problemlerini çözmek adına kullanmıyor, doğruya yöneltmek adına kullanmıyor, başıma bir şeyler gelir diyorsanız bu bilginin kimseye faydası yoktur. Bilginizin değeri allame-i cihan olsa bile, bildiğinizi milletin geleceği için paylaşmıyorsanız bunun hiçbir anlamı yoktur. Dolayısıyla, toplumun aydınlık, okumuş insanları dediğimiz akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz, din adamlarımız, tüm memurlarımızın yani bilen insanlar bilen olma sorumluluğunu ortaya koyması lazım. İşte bilen olma sorumluluğunu yerine getiren insanların oluşturduğu Türkiye Kamu-Sen hareketi bir aydınlar ve bilenler hareketidir. Bildiklerini toplum ve milletin geleceği için korkmadan kullananlar hareketidir. Korkaklar hareketi asla değildir. Sizlere çok iş düşüyor, emek sarf etmemiz gerekiyor.
Bizi biz yapan değerleri ortaya koyma yürekliliğimizle biz farklıyız. Türkiye Kamu-Sen asla bir yandaşlar ve yağcılar hareketi olmadı, olmayacaktır da. Bundan dolayı Türkiye Kamu-Sen mensuplarını dışlayarak, bu ülkeyi iyi yönettiğini zanneden insanlar iyi düşünmelidir ve yaptıklarının ne anlama geldiğini görmelidirler. Sayın Cumhurbaşkanı bir mitingde, ‘Ben yüzde yüz yerli yüzde yüz milli 550 tane Milletvekili istiyorum’ demişti. Elbette böyle olmalı. Ben Konya’dan, sayın Başbakan’ın memleketinden, sayın Cumhurbaşkanı ve sayın Başbakan’a sesleniyorum ve diyorum ki, ‘Türkiye Kamu-Sen 450 bin üyesiyle yüzde yüz yerli ve millidir. Eğer milli ve yerli olmak sizin için gerçekten kıymetli bir değerse o zaman soruyorum; bu insanları neden yönetici yapmıyorsunuz? Size vatansever insanlar mı lazım, milliyetperver, fedakar, cefakar insanlar mı lazım, işte adresi Türkiye Kamu-Sen’dir.’
Yerli ve milli olma talebinizde samimi iseniz o zaman, neden yağcıları, yalakaları görevlere getirilmesine göz yumduğunuzu açıklayın. Neyle karşılaşırsak karşılaşalım biz duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz. Bu anlayışımızla yolumuza devam edeceğiz” Türkiye Kamu-Sen mensuplarını koltuk için, unvan için ömür boyu savundukları değerleri satarlar diye kimse beklemesin. Satanlar gittiler, işte, geride kalanlar buradadır. Kimse korkacağımızı da sanmasın. Yüce Allah buyuruyor ki, ‘Her nefis ölümü tadacaktır’ Biz’de diyoruz ki, ‘ Ölümden öte yol yoktur, o nedenle korkmuyoruz’ dedi.
KONCUK: “BAŞBAKAN’IN MEMLEKETİ KONYA’DAN SAYIN BAŞBAKAN’A SESLENİYORUM, ‘TAŞERONA KADRO SÖZÜNÜZÜ YERİNE GETİRİN.”
Türkiye’de çalışma hayatının adeta bir köstebek tarlasına dönüştürüldüğünü belirten Genel Başkan İsmail Koncuk, çalışma hayatına dahil edilmek istenen bütün yeni ucube sistemlere karşı duracaklarını söyledi. Koncuk, “Çalışma hayatı çok kötü bir süreç içerisinde. Sayın Başbakan grup toplantısında bir söz verdi ve, ‘Taşeronları kadroya alacağız’ dedi. Başbakan çıkıp ‘Kadro’ diyor, ‘Hem de asıl iş yardımcı iş tanımı yapmadan alacağız’ diyor. Bir gün sonra bu ülkenin Maliye Bakanı çıkıyor ve ‘Özel statü, Sınav, performans, kesintisiz çalışma’ diyor. Sayın Başbakan kadro derken, Maliye Bakanı’nın o sözleri hiçe sayması gibi bir şey olabilir mi? Bu nasıl iştir? Ayrıca siyasi iktidar 1 Kasım seçimleri öncesinde “Taşerona kadro” diye vaatlerde bulunmuştu. Başbakan’ın memleketi Konya’dan sesleniyorum; sayın Başbakan’a, ‘Şayet Maliye Bakanının dediği gibi uygulama yapılırsa, siz sözünüzü yerine getirmiş olmayacaksınız’ sayın Başbakan’ın sözünü tutmamış insan durumuna düşmesini istemiyorum.
Biz yıllardır 4-B-4-C, 5393 sayılı çalışanların, 4924 sayılı kanuna tabi çalışanların, İdari Hizmet Sözleşmeli olarak çalışanların, vekil ebe , hemşire ve vekil imam olarak çalışanların kadroya alınması mücadelesini veriyoruz. Şimdide özel statü diye yeni bir istihdam modeli çıkardılar. Biz bunların mücadelesini verirken, ucube bir anlayışın çalışma hayatında yer bulmasını, 720 bin insanın bu şekilde çalışma hayatına dahil edilmesini anlamayacağız, kabul etmeyeceğiz. Özel statü demek, 4-A- 4-B, 4-C,4-D yanına 4-E getiriliyor demektir. Bu özel istihdamın bir tanımı yok çalışma hayatına yeni bir marazlı anlayış daha geliyor. Halen taşeron olarak çalışan insanlar, bu ülkenin evlatlarıdır ve siz bu evlatları özel statü gibi bir şeye tabi tutamazsınız. Geleceği belirsiz, iş güvencesiz bir şeyin içine atamazsınız. Bunu kabul etmiyoruz.
Tabii, bu da yetmedi, çalışma hayatına esnek istihdam yani kiralık işçi modelini getiriyorlar. TBMM’de görüşülen taslağa göre, bu milletin evlatları adeta kiralık adam olacak. Özel istihdam büroları kurulacakmış ve buralardan kiralık işçiler temin edilebilecekmiş. Eskiden amele pazarları vardı, giderdiniz oradan işçi seçerdiniz. Şimdi bu düzenlemeyle o amele pazarlarının modern şekli. İşte bu özel istihdam büroları olacak. Artık Türkiye’de kiralık işçi dönemi başlayacak. İnsanın yüzünün kızarması lazım. Kıdem tazminatı olmayacak, emeklilik hayali olmayacak. Böyle bir çalışma modeli olur mu? Birileri mallarına mal katacak, ama bu memleketin çocukları kiralık işçi olarak çalışmaya mahkum edilecek. TBMM’de bu kanuna onay verecek milletvekillerine sesleniyorum; aklınızı başınıza alın, vicdanınızın sesini dinleyin. Eğer bu kiralık sistemi getirirseniz, bu millet ebediyen size beddua eder” dedi.
KONCUK: KİRALIK KALEMLER 657’Yİ BİLMEDEN KONUŞUYOR
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılması planlanan değişikliklerin takipçisi olduklarını belirten Genel Başkan İsmail Koncuk; “657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile de uğraşıyorlar. 1 Kasım seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı paralel ile mücadele için bu yasanın değişmesi gerektiğini söyleyince bir tane köşe yazarı hemen bir yazı kaleme almış. Yazısında, “bu millet maraba, 657 ise kral” demiş. Kendisine sormak lazım, ortalama 2500 lira maaş ile geçinen biri nasıl kral oluyor? Mesele yağ çekmek olunca, böyle gerçek ile alakası olmayan yazılar da çıkmaya başladı.
Yine geçtiğimiz günlerde aralarında benim de bulunduğum 25 sivil toplum örgütünün başkanı ile bir araya gelen Başbakan’a 657 sayılı kanun ile uğraşılmasından duyduğum rahatsızlığı dile getirdim. O sırada bir sivil toplum örgütünün başkanı “657 sayılı devlet memurları kanunu değişmelidir” dedi. Kendisine hiç yasayı okuyup okumadığını sordum. Olumlu cevap veremeyen o kişiye kendisini ilgilendirmeyen ve hiçbir bilgisi olmadığı yasa hakkında konuşmamasını ve ahkâm kesmemesini söyledim. Düşünebiliyor musunuz, kraldan fazla kralcılık yapmak adına koskoca bir STK’nın başkanı olan bu adam kalkıyor, 2 milyon 600 bin memurun geleceğiyle ilgili yersiz hükümler ortaya atabiliyor. Buradan tekraren herkese ifade ediyorum; Bir insanın cumhurbaşkanı ya da Başbakan olması her söylediğinin doğru olabileceği anlamına gelmez. Bunu kabul etmiyoruz. Her fırsatta ta bunu kendilerine söylüyorum.
Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Çoğu kişi, 657 sayılı kanunda göre “bu devlet memurları ne yaparsa yapsın, asla işten atılamaz” şeklinde bir hüküm olduğunu düşünüyor. Herkes şunu iyi bilsin ki; devlet memurlarının bu manaya gelebilecek iş güvencesi yoktur. Çünkü kanunda devlet memuru ne yaparsa yapsın işten atılamaz diye bir madde yok. İş güvencesi, kanun maddesinden değil, hukuka olan, yargıya olan güvenden kaynaklanıyor. Eğer idare benim üzerimde hukuksuz bir karar uygularsa, ben yargıya gider ve hakkımı geri alırım. İşte bundan kaynaklı bir iş güvencesi var. Anayasanın 125. Maddesi idarenin her türlü tasarrufuna karşı yargı yolunun açık olduğunu söylüyor. Ama bu durum bütün vatandaşlarımız için geçerlidir. Sadece memurlarımız için değil. Bu anayasal hak esnaf için de var, çiftçi için de var, elbette memur için de olacak. Tek farkımız bizimle ilgili soruşturma açılacaksa, amirimizin izin vermesi gerekiyor. Bu da, bizim yaptığımız işin özelliğinden kaynaklanıyor. Devlet memurlarının hangi şartlarda işten atılabileceği yasada belirtilmiş. Türk Ceza Kanunu’na da tabi olan devlet memurları orada geçerli olan maddelerin de hükmü altındadır.
Yaptığımız için özelliğinden dolayı, işçi gibi tazminatımızı verip kapının önüne tabi ki koyamazlar. Devleti temsilen imza atma yetkimiz olduğu için bunu yapamazlar. Ama suç işlendiği anda kimse yerinde tutulmaz, işine de yargı onay verdikten sonra son verilir. Maalesef ağzı olan konuşuyor. Memur hakkında hüküm veriyor. Ama kanundan haberleri yok. Sayın Cumhurbaşkanı 657 değişmeli demiş ya, bütün yağcı ve yalaka bir takım kiralık kalemler ahkam kesiyor. Devlet memurlarının sınırsız, koşulsuz iş güvencesi vardır diyenler koskoca bir yalancıdır, sahtekardır. Bir diğer yalan ise, devlet memurları sayısının çok olduğudur. Ülkemizde bir memura ortalama 29 vatandaş düşüyor. Aslında bu sayının 15 olması gerekmektedir. OECD ülkelerindeki hizmet kalitesini yakalamamız için 5 milyonun üzerinde devlet memuru olması lazım. Belçika’yı örnek alırsak, bir devlet memuruna 12 vatandaş düşüyor. Bu durumda şu anki mevcudiyetin 3 katını sağlamamız gerekiyor. Ülkemizde bu tablo iç açıcı değil. İstanbul’da 43 vatandaşımıza bir devlet memuru düşüyor. Türkiye Kamu-Sen olarak bu yalanların karşısında hep devlet memurlarının yanında olacağız. Bu yalanları belgesiyle, bilgisiyle bertaraf edeceğiz.
KONCUK: TÜRKİYE KAMU-SEN YİĞİT VE DİK DURUŞUN SESİDİR
Memurların kendi gelecekleri için yanlarında olanlarla yürümesi gerektiğinin altını çizen Genel Başkan, sendikacılığın kara deliklerinden kurtulmak gerektiğini belirtti. Koncuk, “Çalışma hayatında kamu çalışanlarına karşı kurulan tuzaklar konusunda tedbirini alması gerekenler öncelikle yine devlet memurlarıdır. Devlet memurları bu çalışmalara karşı bir tepki oluşturmazsa, mücadele eksik kalır. Sendikal mücadeleyi hakkıyla yerine getiren sendikaların daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Yiğit bir duruş ve ses vermek lazım. Bunu da Türkiye Kamu-Sen yapacak ama her zaman kamu çalışanlarına sahip çıkan Türkiye Kamu-Sen’in de desteklenmesi gerekir.
Mesela, okul müdürünün ya da hastane müdürünün teşvikiyle sendikal tercihlerimizi yaparsak doğru tarafta olmayız. Bütün memurlarımızın bu mücadelenin mutlaka bir yerinde olması gerekiyor. Çalışanlarla birlikte yürümeyenleri iyi bilmeliyiz. Dönemin Başbakan’ı “İşçi memur ayrımı ortadan kaldıracağız” diyor ama malum sendikanın başkanları bunu ayakta alkışlıyor. Söylenene tepki göstermesi gerekirken, ayakta alkışlıyor. Maalesef benim devlet memurum da gidiyor bunlara üye oluyor. Peki biz bu şekilde mücadeleyi nasıl vereceğiz? Devlet memuru, benim işim görülsün, rahat edeyim, istediğim yerde ve mevkide çalışayım diye sendikal tercih ortaya koyuyorsa, biz bu mücadeleyi kimle vereceğiz?
O yüzden bütün kamu çalışanlarını uyarmamız, anlatmamız ve kendilerine getirmemiz lazım. Bunları yapabilmemiz için ise bilgi sahibi olmamız gerekiyor. İş bilmeyenlere meydanları bırakmamamız gerekiyor.
En korkak dediğimiz bir insanın bile yiğit bir tarafı vardır ama birilerinin ona neden yiğit olması gerektiğini anlatması lazım. Bunu yapabilirsek başarılı oluruz. Türkiye Kamu-Sen bir aydınlar hareketidir. Buna uygun hareket etmemiz gerekir. Sendikacılığın kara deliklerine prim vermemeliyiz. O kara deliğe girenler maalesef birçok şeyi kaybediyor. Kazandığını düşünenler bile aslında kaybediyor. Kamu çalışanlarının şahsiyetini ezen, insan haklarının, kul hakkının hiçe sayıldığı o pislik çukuruna düşen arkadaşların sayısını ne kadar düşürürsek, o kadar hizmet etmiş oluruz. Çünkü bizim derdimiz önce insan. İnsan şahsiyetini yüceltmek davası en büyük onurdur. Bu mücadeleyi ne kadar insanımızı katarsak, milletimiz adına insan kazanmış oluruz” şeklinde konuştu.
Konuşmasının sonunda şehitlerimizi rahmetle anan Koncuk, “Şehitlerimiz asla unutmayalım. Eğer unutursak, millete ihanet etmiş oluruz. Ailelerini hatırlayalım, ziyaret edelim. Allah makamlarını cennet etsin” dedi.