Kararlara şerhimiz ve gerekçeleri şu şekilde:
AYRIŞIK OY
1-Bilindiği gibi, Anayasa’nın 2nci maddesi “Cumhuriyetin temel nitelikleri'”ni göstermekte ve bu nitelikler arasında “sosyal devlet” ilkesi de yer almaktadır
Kararlara şerhimiz ve gerekçeleri şu şekilde:
AYRIŞIK OY
1-Bilindiği gibi, Anayasa’nın 2nci maddesi “Cumhuriyetin temel nitelikleri'”ni göstermekte ve bu nitelikler arasında “sosyal devlet” ilkesi de yer almaktadır. Sosyal devlet, kişilere sadece temel hak ve özgürlükler sağlamakla yetinmeyen, aynı zamanda, onların insan onuruna yaraşır bir hayat için gerekli olan maddi gereksinmelerini karşılamalarını da kendisine görev edinen devlettir. Başka bir deyişle, sosyal devlet, “sosyal adaleti gerçekleştiren”, “kişinin ve toplumun refahını (sosyal refahını) sağlayan” ve “sosyal güvenlik hakkı tanıyan” devlettir. Sosyal devlet; sosyal adalet, sosyal refah ve sosyal güvenlik ayakları olan bir kavramdır.
1982 tarihli T.C. Anayasası'nın 2 ve 5inci maddeleri ile 60, 61 ve 62nci maddeleri, Devletimize sosyal devlet ilkesinin gereklerini yerine getirme görevi vermiştir. Bu görevin, devletin izlediği ekonomik politikalarla ya da maddi imkânlarının kısıtlılığı ile bir ilgisi olamaz. Çünkü asgari geçim oranları memurların yaşam hakları ile doğrudan ilgilidir. Böylece sosyal adalet gerçekleştirilir ve memurlara adil bir ücret politikası ve paylaşım yöntemi uygulanır.
Türkiye’de kişi başına GSMH’nın yıllara göre belirgin bir artış göstermesine karşın, kamu çalışanları artan reel gelirden yeterince pay alamamakta, gelirlerini belli bir düzeyde tutabilmek için hedeflenen enflasyon oranına bağlı bir aylık ücret artışına razı olmaya zorlanmaktadır. Yıllara göre aylık ve ücretlerdeki nominal artış, yıllık enflasyon oranının çok gerisinde kalmıştır. Son on yıllık ekonomik veriler incelendiğinde milli gelirin cari fiyatlarla %235, reel anlamda ise %68 arttığı görülecektedir. Buna karşın çalışanların milli gelirden aldığı pay ise aynı süre içerisinde %6,6’dan %5,6’ya gerilemiştir. Buna göre son 10 yılda yaşanan ekonomik büyümeye rağmen, kamu görevlilerinin gerçek geliri artmamış aksine azalmıştır. Kamuda personele ayrılan kaynağın yetersizliği; ücretlilerin milli gelirden aldığı payın da yıldan yıla azalmasına neden olmaktadır. Bu da uzun süreden beri kamu çalışanlarının aylık ve ücretlerinde reel bir düşüş yaşanmasına yol açmıştır.
Bir ülkede bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri olarak ifade edilebilecek milli gelirden herkesin adil bir pay alması, en yüksek gelirli kesimle en düşük gelirli kesim arasındaki farkın makul seviyelere getirilmesi; toplumsal refahı artıran ve sosyal barışı temin eden en önemli unsurdur.
Bununla birlikte çalışanların ücretlerinin fiyat artışlarından korunması ve milli gelirde yaşanan büyümeden eşit oranda pay alması ile ancak mevcut durumun korunması sağlanabilmektedir. Türkiye, 0,40 Gini katsayısı ile OECD ülkeleri içinde gelir dağılımı en bozuk ikinci ülke; %18 dolayındaki yoksulluk oranı ile de yoksulluk oranı en yüksek üçüncü ülke konumundadır. Türkiye’de ücretli çalışanların büyük çoğunluğu, istatistiki değerlendirmeye tabi tutulan en düşük gelirli %40’lık kesimi teşkil etmektedirler. Bu nedenle çalışanlara yalnızca enflasyon artışı kadar maaş artışı yapılması o ülkede artan refahtan her kesimin eşit şekilde faydalanamaması anlamı taşır ki bu durumda ekonomik iyileşmeden yeterli pay alamayan çalışanlar nedeniyle gelir dağılımında bir bozulma yaşanması kaçınılmazdır. Bir ülkede vatandaşların gelirlerinin enflasyon oranı üzerinde ve ekonomik büyüme ile orantılı olarak artması dahi yalnızca gelir dağılımındaki mevcut durumu korumaya yönelik olup, gerçek anlamda gelir artışı sağlamaz. Gelir dağılımında adaletin sağlanması ve sosyal devlet ilkesinin emrettiği sosyal refaha ulaşılması için kamu görevlilerine enflasyon artışı, ekonomik iyileşme ve refah payı olarak nitelendirilebilecek unsurlar göz önünde bulundurulmak kaydıyla bir ücret artışı sağlanmalıdır. Bu noktalardan hareketle, Kamu İşveren Temsilcilerinin beyan ettikleri “devletin mali kaynaklarının yetersiz olduğu gerekçesi” kabul edilemez. Bu gerekçe, insanların yaşam ve geçim hakkının, sosyal devlet ilkesinin önüne geçemez. Devletin bu konuda bir takdir yetkisinden de söz edilemez. Devlet, sosyal devlet ilkesinin kendisine yüklediği ödevlerden kaçamaz.
Anayasanın 55nci maddesi “Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.” demektedir. Dolayısıyla anayasa koyucu devlete, çalışanlarına adil bir ücret alma ve sosyal yardımlardan faydalandırma görevini yüklemiştir. Bu görev çalışanlar için ise bir hak niteliği taşımaktadır.
Gelir dağılımında adaletin sağlanması, ülkede en alt gelir grubu ile en üst gelir grubu arasında büyük uçurumlar oluşturmayacak, çatışmaya yer vermeyecek bir yapının kurulması ile mümkündür. Düşük gelirli grupların tüketim eğilimlerinin yüksek olması, tasarruf ve dolayısıyla, servet birikiminin oluşmasını engellemektedir. Böylece, düşük gelir-düşük servet-yeniden düşük gelir kısır döngüsü sürekli olarak yaşanmaktadır. Dolayısıyla, etkin bir yeniden dağılım önlemlerinin alınmadığı piyasa ekonomilerinde servet artışının büyük bir bölümü, serveti yüksek grupların eline geçmektedir.
Anayasanın 55nci maddesinde Devlet için bir görev, çalışanlar için ise bir hak olarak tanımlanan adaletli bir ücret ve sosyal yardım sistemi, kamu görevlileri için de oluşturulmak zorundadır. Kamu görevlileri sendikaları da bu nitelikteki taleplerinin karşılanması amacıyla Kamu Görevlileri Hakem Heyeti’ne başvurmuşlardır. Bu nedenle gelir dağılımında adalet sağlamanın yolu çalışanlara refah payı ödemesi yapılmasından geçmektedir.
2- Uzun yıllardan beri yıllık mali plan çerçevesinde bir enflasyon hedeflemesi yapılmakta ve kamu görevlilerinin maaşları hedeflenen enflasyon oranlarına uygun şekilde artırılmaktadır. Ancak birçok defa gerçekleşen enflasyon, hedeflenen enflasyonu aşmış ve memur maaşlarına yapılan zam oranlarının üzerinde bir fiyat artışı yaşanmıştır. Her ne kadar, dönem sonunda memur maaşlarına yapılan artışla, ortaya çıkan enflasyon arasındaki fark kapatılsa da, mal ve hizmet fiyatları, ilgili dönem içinde memur maaşlarına yapılan artışları geçtiği için, maaşlar reel olarak azalmaktadır. Dönem sonlarında yapılan enflasyon farkı artışı, mevcut erimeyi telafi etmemekte yalnızca durdurmaktadır. Bu nedenle kamu çalışanlarının maaşlarının enflasyona karşı korunması için hedeflenen enflasyon uygulamasından vazgeçilerek, kamu çalışanlarına gerçekleşen enflasyon üstüne refah ücreti eklenmek suretiyle ücret artışı yapılmalı, enflasyon farkı, erimenin başladığı ay itibarı ile ödenmelidir.
3- Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Tüketici Fiyatları Endeksindeki artış 2011 yılında %10,45 olmuş; 2011-2012 Nisan ayları arasında yıllık %11,14 olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte son bir yıl içinde doğalgazın metreküp fiyatı %33; elektriğin kilowatt fiyatı %22; benzinin litre fiyatı %23; mazotun litre fiyatı ise %24 oranında artmıştır. Mutfak enflasyonu olarak tabir edebileceğimiz gıda fiyatlarında ise ortalama artış %20’yi bulmuştur. Buradan hareketle kamu idareleri de lojman, kreş, vergi, resim ve harçlarda %10 ile %15 arasında değişen oranlarda artışlar yapmışlardır. Bir taraftan vatandaşların tüketmek zorunda oldukları mal ve hizmetlerde yaşanan fiyat artışları, diğer taraftan kamunun kendi alacaklarına uyguladığı artış oranları dikkate alındığında, kamu görevlilerine ve emeklilerine yapılacak maaş artışlarının en alt sınırının %12 olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
4- Esasen kamu görevlileri sendikalarının kamu işveren tarafı ile müzakereleri 2002 yılında başlamıştır. 2010 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin ardından getirilen toplu sözleşme sistemi, 10 yıllık toplu görüşme sistemini, kazanımları, alınan kararları ve o dönemde oluşturulan kurumları yok saymamalıdır. Bu bakımdan her ne kadar Kamu Görevlileri Hakem Kurulu, üyeleri ve verdiği kararların etkisi değişse de Uzlaştırma Kurulu; toplu sözleşme sistemi de toplu görüşme sisteminden ayrı tutulmamalı, devlette devamlılık ilkesinin esas alındığı gerçeği unutulmadan Uzlaştırma Kurulu’nun 9 yıllık süreçte özellikle kira, giyim, gıda, ulaşım ve harcırahlarla ilgili olarak verdiği kararlara rağbet edilmelidir.
5- Anayasanın 18. maddesinde hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı, angaryanın ise yasak olduğu vurgulanmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak Türkiye 29 ve 105 sayılı ILO sözleşmelerini imza altına almıştır. Türkiye’nin de imza altına aldığı 29 sayılı ILO sözleşmesinin 14üncü maddesinin birinci fıkrasında, cebri çalıştırmalarda ödenecek ücretin dahi yürürlükteki ücretten aşağı olamayacağı vurgulanmaktadır. Ancak Türkiye’de ortalama bir kamu görevlisinin saat başına denk gelen ücreti 12 lira dolayında iken; aynı kamu görevlisine bir saatlik fazla mesai karşılığı ödenen ücret 1,35 liradır. Buradan hareketle bu uygulamanın insan haklarına aykırı olduğu görülmekte, bir saatlik fazla mesai ücretlerinin, işçilerde olduğu gibi kişinin normal çalışma süresindeki bir saatlik ücretinden az olmaması sağlanmalıdır.
6- 2 Kasım 2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK), sosyal tarafların görüşlerine başvurulmadan hazırlanmıştır. Oysa bu tür düzenlemelerde sosyal tarafların görüşlerinin alınması esas olmalıdır.
Ücret adaleti, çok yönlü sağlanması gereken bir unsurdur ancak ilgili KHK ile farklı kurumlarda aynı unvana sahip kamu görevlilerinin ücretleri eşitlenmiş, kamu görevlilerinin bütününü kapsayan ücret dengesi göz ardı edilmiştir.
666 sayılı KHK ile getirilen ek ödeme artışlarında; en yüksek artışlar, daire başkanı ve üstü unvanlarda olmuş; düşük maaş alan memurlarla yüksek maaş alanlar arasındaki makas açılarak yeni bir adaletsizlik ortaya çıkmıştır. 2011 yılı Ocak ayı itibarı ile bu makas 4,4 kata kadar düşürülmüşken KHK’nın getirdiği ek ödeme sistemi, en düşük maaş alan kamu görevlisi ile en yüksek maaş alan kamu görevlisi arasındaki farkın büyümesine ve dikey adaletsizliğin artmasına neden olmuştur.
KİT’lerde I Sayılı Cetvele tabi olarak çalışan personelden bölge müdürü, başmüdür, fabrika müdürü, müessese müdürü, işletme müdür, diğer müdürler ve yardımcıları ile savunma uzmanları ve sivil savunma uzmanlarının ek tazminat oranlarında azalma olmuştur. Bu durum, büyük bir adaletsizlik doğurmakta ve kazanılmış haklardan geriye gidiş anlamı taşımaktadır.
KHK ile farklı kurumlarda emsali bulunan unvanların ücretleri eşitlenmeye çalışılırken, kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan öğretmen, din görevlisi, PTT çalışanı, demiryolu çalışanları, hekim dışı sağlık personeli, polis, subay, ast subay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi birçok kamu görevlisinin ek ödeme oranları artırılmamıştır. Bir tarafta ücretlerinde hiç artış yapılmayan hatta tazminatları azaltılan kamu görevlileri bulunurken, diğer tarafta ücretleri yüksek oranlarda artacak kamu görevlilerinin varlığı çalışma barışının bozulmasına yol açabilecek bir olumsuzluk oluşturmuştur.
Maaş ve özlük hakları ile hizmet sınıfları aynı olacak şekilde görev yapacak kariyer uzman istihdamını esas alan kariyer uzmanlık sistemi getirilmesine rağmen unvanları aynı olmakla birlikte uzmanlar arasında merkez-taşra ayrımına gidilmiş; kariyer uzmanlık ve kariyer olmayan uzmanlık uygulaması başlatılmış ve hem dikey hem de yatay anlamda ücret adaleti zedelenmiştir.
Yapılan düzenlemenin eşit işe eşit ücret getirmesi, en düşük ortak paydada değil; ancak kimseyi hak kaybına uğratmadan gerçekleşmesi ile mümkün olacaktır. Gerçekleştirilen toplu sözleşme görüşmelerinde yukarıda sayılan bu aksaklıkların giderilmesi için bir çalışma yapılması konusunda anlaşılamadığı gibi Kamu Görevlileri Hakem Kurulu da bu yönde bir karar almamıştır.
7- Kamu görevlilerine yapılan ek ödemelerden, döner sermaye, fon gelirlerinden ödenen paylardan ve özel hizmet tazminatının belli oranı dışında kalan tutardan emekli kesintisi yapılmamakta, bu da memurlarımızın emekli olmaları durumunda alacakları emekli maaşlarının %40 ile %60 oranında azalmasına neden olmaktadır. 5510 sayılı Kanunun amacı sosyal güvenlik sisteminde norm ve standart birliği sağlamak olarak açıklanmıştır. 4857 sayılı Kanuna tabi olarak görev yapan bir işçiye yapılan bütün ödeme unsurları, emekli maaşının belirlenmesi konusunda hesaba katılmakta ancak bir memur için aynı durum söz konusu olmamaktadır. Benzer bir adaletsizlik emekli ikramiyesi hesabında da yaşanmaktadır. Kamu görevlilerinin 30 yılın üstündeki çalışma süreleri emekli ikramiyesi hesabına dâhil edilmezken işçilerin çalıştıkları sürelerin tamamı dikkate alınmaktadır. Bu durum çalışanlar arasında kamu görevlileri aleyhine bir ortam oluşturmakta ve adalet ilkesine zarar vermektedir.
Bu şekilde oluşan istihdam politikaları sonucunda, bir memur emeklisi, işçi emeklisinden yarı yarıya daha az emekli ikramiyesine hak kazanmakta; çalışırken işçiden daha yüksek alan bir memur, emekli olması durumunda işçi emeklisinden daha düşük emekli maaşı almaktadır. Bu nedenle de kamu görevlileri emekliye ayrılmaktan kaçınmakta, uzun süre çalışmaya devam etmektedirler.
Bu nedenle memur maaşını oluşturan bütün kalemler ile ek ödeme, döner sermaye ve diğer ödemelerin de emekli keseneğine dâhil edilerek, emekli olacak memurların yaşadığı mağduriyetler giderilmeli; kamu görevlilerinin emekli ikramiyesi için öngörülen 30 yıl sınırlaması kaldırılmalı, bu yolla her çalışanın çalıştığı süre ile orantılı olarak emekli ikramiyesi alması sağlanmalıdır. Emeklilerimizin de gelir dağılımdan adil bir pay almasını sağlayacak uygulamalara geçilmelidir.
8- Asli görevi, kişi ve kurumların kazançlarıyla orantılı vergi alarak kamu hizmetlerini sunmak olan vergi politikaları ülkemizde bu işlevini yitirmiştir. Bugüne kadar bütün uyarı ve şikâyetlere rağmen gelir vergisinin alt oranı değiştirilmemiş ancak geliri çok yüksek olanlardan alınan verginin oranı % 40’tan % 35’e indirilerek (2006 yılında yıllık geliri 40 bin TL’nin üzerinde olanların) üst gelir grubunda olanların ödemekte olduğu vergiler 5 puan azalmıştır. Daha önce % 25 olan orta gelirli vatandaşlarımız üzerindeki vergi yükü ise 2 puan artırılmak suretiyle % 27’ye çıkarılmış ve dar gelirli vatandaşlarımız üzerindeki vergi yükü biraz daha artırılmıştır. Bu şekilde özellikle sözleşmeli statüde çalışan personelin eline geçen ücret yıl içinde bir üst vergi dilimine geçtiği için düşmekte, dönem içinde yapılan maaş artışları vergi dilimi nedeniyle ele geçen ücrete yansımamaktadır.
Neresinden bakılırsa bakılsın ülkemizde gelir dağılımında bir adaletsizlik mevcuttur. Aynı zamanda vergi dağılımında da bu adaletsizlik devam etmektedir. Nitekim ülkemizde tahsil edilen vergi gelirlerinin %65’ten fazlasının dolaylı vergiler aracılığıyla elde ediliyor olması, bu adaletsizliğin bir göstergesidir. Bu nedenle, ortalama memur maaşının yıllık toplam tutarı dikkate alınarak, gelir vergisi dilimleri yükseltilmelidir.
9- Devletin asli görevlerinden bir tanesi de aile birliğinin korunması yönündedir. Bu nedenle kamu görevlilerinin eş durumu, öğrenim özrü ve sağlık özrü nedeniyle tayinlerinin düzenli olarak gerçekleştirilmesi, parçalanmış ailelerin bir araya getirilmesi zorunludur.
10- Kamuda sözleşmeli personel istihdamı ağırlık kazanmaya başlamıştır. Özellikle iş güvencesinden yoksun 4-B ve hastalık, doğum, evlenme, ölüm gibi izinlerin, tayin, terfi gibi hakların kısıtlandığı, 4-C statüsünde istihdamın kamuda yaygın haline dönüşmesi son derece dikkat çekicidir.
Kamuda personel giderlerinin azaltılması amacıyla, temizlik, güvenlik gibi bazı hizmetlerin ihale yoluyla özel şirketlere devredilmesi uygulaması artık kamu hizmetlerinin taşeron şirket elemanları aracılığıyla gördürülmesi boyutuna ulaşmıştır.
Bu nedenle kamudaki aşırı taşeronlaşma önlenmeli, devletin asli ve sürekli görevleri memurlar eliyle gördürülmeli, açıktan uzun süreli vekil olarak atanan personeller ile 657 Sayılı Kanunun 4/B maddesi kapsamında ve diğer mevzuat hükümlerine göre sözleşmeli olarak çalışan personel kadroya geçirilmeli, bu kapsamda personel istihdamına son verilmelidir.
11- Ülkemizde kamu personel sistemi de çok çeşitli bir yapı oluşturmaktadır. Kamuda 657 sayılı Kanunun 4-A, 4-B, 4-C maddeleri ile kadrolu, sözleşmeli, geçici personel çalıştırılmakta; 4924 sayılı Kanun, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamı gibi çok çeşitli statüde personel istihdam edilmektedir. Dolayısıyla bu durum, kamuda çok başlı ve karmaşık bir istihdam yapısını ortaya çıkarmaktadır. Aynı kurum içinde aynı işi yapan ancak tabi oldukları yasal mevzuatın farklı olması nedeniyle; maaşları, emeklilik hakları, iş güvenceleri, sosyal ve özlük hakları farklı olan kamu görevlileri bulunmaktadır.
Kamu istihdamında yeknesaklığın ve adaletin sağlanabilmesinin yolu, kamudaki çok başlı yapıyı sonlandırmaktan ve tüm çalışanların iş güvencesi, sosyal haklar, toplu sözleşmeli ve grevli sendikal hak ve izin haklarını da içeren, insanca yaşayabileceği bir ücret aldığı, asli ve süreklilik arz eden bir statüye kavuşturulmasından geçmektedir. Bu doğrultuda, farklı hukuki statü çerçevesinde istihdam edilen personelin haklarının kadrolu memurlara yaklaştırılması ve mağduriyetlerin acilen giderilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.
Kamuda çalışanlar arasında en kısıtlı haklara sahip olan kesim ise hiç şüphesiz ki; 657 sayılı Kanunun 4-C maddesi uyarınca çalıştırılan geçici personeldir. Bu kapsamda çalıştırılan personelin yıllık izin, iş güvencesi, sosyal yardım gibi hakları bulunmazken; maaşları da son derece düşüktür.
Bununla birlikte 2010 yılında gerçekleştirilen toplu görüşmelerde aile yardımının tüm sözleşmeli personele ödenmesi konusu karar altına alınmıştır. Dönemin Devlet Personel Başkanlığından sorumlu bakanı olan Sayın Hayati Yazıcı, 19 Nisan 2011’de bir sendika ziyareti sırasında “4-C’li personele aile yardımı ve çocuk yardımı ödenmesi için Bakanlar Kurulu Kararı hazırlandığını” açıklamıştır. Bu açıklamanın üzerinden 1 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen hala aile yardımı ödeneği için Bakanlar Kurulu Kararı çıkmamıştır.
2011 yılı içinde yapılan mevzuat değişikliği ile birlikte tüm sözleşmeli kamu personelinin aile yardımı ödeneği alması sağlanmışken yalnızca 4-C’li personelin bu ödenekten mahrum bırakılması, eşitlik ve hakkaniyet ilkesiyle bağdaşmayan bir durum arz etmektedir. Anayasamızın eşitlik ilkesinin bir gereği olarak, ayrım yapılmaksızın tüm kamu personeli arasında hakkaniyete uygun bir yapı oluşturulması, sosyal devlet ilkesinin aileyi ve çocukları koruma mantığının, istisnasız tüm çalışanlarımıza uygulanması, bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bunun yanında Haziran 2011’de kamuda sözleşmeli olarak çalışmakta olan personelin kadroya geçirilmesi sağlanmışken, 4-C’li personelin kapsam dışında tutulması, kamuda sözleşmeli olarak çalışan, kamu görevlileri sendikalarına üye olma hakkı bulunan ve dolayısıyla kamu görevlisi olarak kabul edilmesi gereken 4-C’li personelin bir kez daha mağdur edilmesine neden olmuştur. Bu bakımdan Anayasanın eşitlik ilkesi adına 4-C’li personelin de kadroya geçirilmesi uygun olacaktır.
12- Bütün bunlara ek olarak kamu görevlilerine anayasada belirtilen ilkelere uygun adil bir ücret verilmesi için ek gösterge, özel hizmet tazminatı, fiili hizmet zammı, kadro görev tanımları, tayin, atama ve terfi sistemlerinin gözden geçirilmesi bir zorunluluk arz etmektedir.
Yukarıda sıralamış olduğum gerekçelere dayanarak işbu kararın;
a) 4 üncü maddesinde ve alt bentlerinde, kamu görevlilerinin ve sözleşmeli personelin maaşlarının 2012 yılının birinci ve ikinci altı aylık dilimlerinde ayrı ayrı %4’er ve 2013 yılının birinci ve ikinci altı aylık dilimlerinde ayrı ayrı %3’er oranında artırılmasının yeterli olmadığı;
b) 5 inci maddesinde, ücretleri Yüksek Planlama Kurulu Kararıyla belirlenen personelin ücretlerinin 2012 yılının birinci ve ikinci altı aylık dilimlerinde ayrı ayrı %4’er ve 2013 yılının birinci ve ikinci altı aylık dilimlerinde ayrı ayrı %3’er oranında artırılmasının ülkenin ekonomik gerçekleriyle bağdaşmadığı;
c) 6 ncı maddesinde ve alt bentlerinde anılan dönemlerde memur ve sözleşmeli personelin maaşlarına yapılacak artışların dönemler itibarı ile enflasyon artışlarının gerisinde kalması durumunda, ortaya çıkan farkın, dönem sonunda ödenmesinin; maaşları enflasyon artışından korumadığı, bu nedenle memur, sözleşmeli personel ve emeklilerin maaşlarına enflasyon farkının ortaya çıktığı ay itibarı ile fark verilmesinin gerekli olduğu;
d) 13 üncü maddesinde belirlenen tazminat oranlarının yetersiz olması ve artırılması gereğinden hareketle;
Memur maaşını oluşturan bütün kalemler ile ek ödeme, döner sermaye ve diğer ödemelerin de emekli keseneğine dâhil edilmesi,
Kamu görevlilerinin emekli ikramiyesi için öngörülen 30 yıl sınırlamasının kaldırılması,
Tüm kamu görevlilerinin ve emeklilerinin maaşlarına 1 Ocak 2012’den geçerli olmak üzere taban aylığa yansıyacak şekilde aylık net 100 TL zam yapılması,
Bu artışa ek olarak tüm kamu görevlilerine ve emeklilerine 2012 yılı için birinci ve ikinci aylık dilimlerde ayrı ayrı %10’ar (%10+10) maaş artışı yapılması; bu artışların aynı şekilde 2013 yılında da kamu görevlilerinin maaşlarına eklenmesi,
Yılda iki kez dini bayramlar öncesinde tüm kamu görevlilerine brüt asgari ücret tutarında “Bayram İkramiyesi” ödenmesi,
Özel hizmet tazminatında yaşanan adaletsizliklerin giderilmesi için özel hizmet tazminat oranlarının eğitim durumu, kadro ve pozisyona göre yeniden belirlenmesi, bu amaçla öncelikle özel hizmet tazminat oranlarının 21 puan artırılarak, tüm kamu görevlilerinin ve emeklilerinin maaşlarına net 100 TL daha özel hizmet tazminatı eklenmesi,
En düşük ek gösterge rakamının 2200 olarak belirlenmesi, Genel İdare Hizmetleri ve Yardımcı Hizmetler Sınıfında çalışan memurlara eğitim durumlarına göre yükselebilecekleri derecelerin kadrosunun verilmesinin sağlanması, ek gösterge uygulaması 8. dereceden itibaren başlatılması ve tüm ek gösterge rakamlarının 800’er puan artırılması,
666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ortaya çıkan ek ödeme sorunların giderilmesi için öğretmen, din görevlisi, hekim dışı sağlık personeli, posta dağıtıcısı, araştırmacı, polis, subay, ast subay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi ek ödeme artışından faydalanamayan kamu görevlilerinin ek ödeme oranlarının 25-75 puan artırılması,
Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan uzmanlar arasında oluşturulan kariyer uzmanlığı- normal uzmanlık, merkez-taşra uzmanları gibi farklılıkların giderilmesi,
Fazla mesai ücretinin, çalışanın normal çalışması karşılığında aldığı saat başı ücretten az olmayacak şekilde artırılması,
Saat başı ek ders ücretinin net 15 TL olarak uygulanması ve kamu kurum ve kuruluşlarında fiilen öğretmenlik yapan personele de ek ders ücreti verilmesi,
Ortalama memur maaşının yıllık toplam tutarı dikkate alınarak, gelir vergisi tarifesi dilimlerinin yükseltilmesi,
Aile yardımının 238,3 TL, çocuk parasının ise 0-6 yaş çocuk için 66,2 TL, 6 yaş üstü çocuk için 33,1 TL olarak belirlenmesi, bu ödemeden ayrım yapılmaksızın tüm 4/C’li ve değişik adlar altındaki sözleşmeli personelin de faydalanmasının sağlanması,
Tüm kamu görevlilerinin işçilerde olduğu gibi yemeklerden ücretsiz yararlandırılması, yemek hizmeti sunulmayan işyerlerinde yemek ücretinin nakit olarak ödenmesi,
Tüm kamu görevlilerine giyim, kira, evlenme, ulaşım, doğum, ölüm ve eğitim yardımının Uzlaştırma Kurulu’nun daha önce verdiği kararlara uygun şartlarda ödenmesi,
Tüm sendika üyesi kamu görevlilerine, memur maaş katsayısının 20 bin gösterge rakamı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarın (aylık 110 TL) Toplu Sözleşme İkramiyesi olarak verilmesi,
Vatani görevini yapmak üzere ya da doğum yapması nedeniyle ücretsiz izne ayrılan kamu görevlilerinin sosyal güvenlik primlerinin kurumları tarafından yatırılmaya devam edilmesi, söz konusu personele izinleri süresince maaşlarının ¼’ü oranında destek ödemesi yapılması;
Sendika temsilcileri ile Kamu İşveren Temsilcilerinin aralarında anlaşarak Kamu Görevlileri Hakem Kurulu Kararı’na ekledikleri teklifleri kabul etmekle birlikte, 4, 5, 6 ve 13üncü maddelerle ilgili itiraz ve tüm tekliflerimin dikkate alınması; hizmet kolları itibarı ile toplu sözleşme görüşmelerinde dile getirilen tekliflerin tamamına yakınının görüşülüp, değerlendirilmeye tabi tutulmadan reddedilmesi nedeniyle, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na sunulmuş bulunan, hizmet kollarına ait tüm konuların kabul edilmesi yönünde, şerhli olarak imzalıyorum.
Önder KAHVECİ
TÜRKİYE KAMU-SEN TEMSİLCİSİ
Üye