TÜRKİYE KAMU-SEN 12 YAŞINDA
Türkiye'de kamu çalışanlarının sendikal haklarının kazanılmasında en büyük paya sahip kurum olan Türkiye Kamu-Sen, dün yapılan etkinliklerle kuruluşunun 12
TÜRKİYE KAMU-SEN 12 YAŞINDA
Türkiye'de kamu çalışanlarının sendikal haklarının kazanılmasında en büyük paya sahip kurum olan Türkiye Kamu-Sen, dün yapılan etkinliklerle kuruluşunun 12. yıldönümünü kutladı. Ankara Dedeman Oteli'nde gerçekleştirilen etkinliklerde ilk olarak "AB Sürecinde, Uluslararası Sözleşmeler ve Ülkemizde Memur Sendikacılığı" paneli yapıldı. Daha sonra memur sendikacılığına katkıda bulunan medya mensuplarına ödül verildi.
Ankara Dedeman Oteli'nde gerçekleştirilen Türkiye Kamu-Sen'in kuruluşunun 12. yıl dönümü etkinliklerinde ilk olarak "AB Sürecinde, Uluslararası Sözleşmeler ve Ülkemizde Memur Sendikacılığı Paneli" yapıldı. Panele gazeteci Emin Pazarcı başkanlık ederken, AKP Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, CHP Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin, MHP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Oktay Vural ve DSP'li eski Devlet Bakanı Masum Türker konuşmacı olarak katıldı. Türkiye Kamu-Sen'in kuruluş yıldönümü etkinliklerine katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, bir konuşma yaptı. Panelin açılışında bir konuşma yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, mevcut sendikalar kanunundan şikayet ederek, "Kanun, bir taraftan sendikal örgütlenmeyi serbest bırakırken diğer taraftan toplu pazarlık, dayanışma aidatı ve grev hakkı gibi sendikacılığın olmazsa olmaz unsurlarını yok saymaktadır" dedi. Elinde hiçbir silahı olmayan bir ordunun askerinin çok olmasının silahı çok olan bir orduya galip gelmesinin mümkün olmadığını belirten Akyıldız, "Ümidimiz; Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde çalışanlarının en doğal haklarını kısıtlayan tek ülke olarak kalmaması, demokratik ve ekonomik gelişmesinin yanında, çalışan hakları açısında da dünyaya örnek teşkil edecek seviyeye gelmesidir" diye konuştu.
AB Sürecinde Uluslar Arası Sözleşmeler Ve Ülkemizde Memur Sendikacılığı Panelinde Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Sayın Bircan Akyıldız'ın yaptığı konuşma metni şöyle:
Demokrasinin tüm kurumlarıyla hayata geçirildiği, çalışma barışının sağlanmasıyla toplumsal uzlaşının üst düzeye çıktığı ülkelerde, toplumun huzur ve refahı büyük ölçüde sağlanmış olur. Bu ülkelerde sivil toplum örgütlerinin etkin rolü, toplumsal taleplerin siyasi irade üzerinde demokratik bir baskı unsuru oluştururken hükümetlerin, toplumdan kopuk bir yönetim uygulamasını da engeller. Sosyal devlet ilkesinin benimsendiği ve sosyal politikaların uygulandığı ülkelerde, gelir dağılımı adil bir şekilde gerçekleşmekte ve daha homojen, bir birine daha yakın sosyal bir yapı oluşmaktadır.
Toplumsal değişimlerin, devletin eliyle değil gücünü toplumsal tabandan alan sivil kuruluşların ağırlıklı etkisi ile gerçekleştiği; kararların topluma rağmen değil ortak bir mutakabat ile alındığı demokrasiler, kuşkusuz tüm dünyada arzu edilen yönetim şe-eridir.
Demokrasi bir anlamda, sınıflar arası çıkar mücadelelerinin kurallara bağlandığı ve mücadele sonucunda çıkarların optimum bir dengede, makro bir bütünleşmeye kavuştuğu siyasal kalıp olarak anlaşıldığında, sendika (sivil toplum) hareketi ile demokrasinin karşılıklı birbirini besleyen iki unsur olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu ilişki, sanayi çağı boyunca çok önemli dönüşümler yaşamış, işçi hareketi tarihi açısından en uzun ömürlü ve en köklü ilişkiyi de ortaya koymaktadır.
Organize sendikal (sivil toplum) hareket, endüstri devrimiyle birlikte batı toplumlarında oluşan sosyo-kültürel sistemlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Fransız ihtilali, kendisini hazırlayan pek çok gelişmenin tezahürü olarak doğmuş ve Batı Avrupa'da, hatta bütün dünyada ortaya koyduğu fikirlerle büyük yankılar uyandırmış bir olgu olarak, sanayi toplumu sosyo-kültürel sisteminin en temel kabullerini, değerlerini, normlarını oluşturmuştur.
İngiliz sanayi devrimi, üretim teknolojisinde sağladığı büyük aşama ile, olağanüstü bir üretim patlamasına kaynaklık etmiş, insanın nesnel dünya üzerindeki hakimiyetini perçinlemiş, insana yeni hayat alanları açarak nesnel gerçekliği en ileri düzeyde kullanma imkanı vermiştir.
Sanayi toplumu insanı, Fransız ihtilali ve İngiliz sanayi devrimi ile anlam ve araçların kazandığı yeni muhtevayı anlamlı bir sistem bütünlüğü haline getirmeye çalışmış, büyük çalkantılar ve çatışmalar sonucu buna muvaffak olmuştur. Sanayi toplumu insan tipi, böyle bir bütünlük içinde anlam kazanmaya başlamıştır.
Batıda işçi hareketlerinin ortaya çıkmasına kaynaklık eden dönüşümleri :
Sosyo-kültürel sistemin çözülmesi sonucu, anlamlarda ortaya çıkan değişme, ortaçağdaki hak anlayışının ortadan kalkması ve klasik liberalizmin ön plana çıkmaya başlaması ve bu anlayışın güvencesiz işçi kitlelerinin doğuşuna kaynaklık etmesi,
Üretimdeki büyük artışın meydana getirdiği paylaşım meselesi, büyük çapta işçilerin aleyhine, ancak sermaye sahiplerinin lehine oluşan gelir dağılımı ve
Bütün bu nedenlerden dolayı ortaya çıkan kanlı çatışmalar, olarak ifade edebiliriz.
İşçilerin çok uzun çalışma süreleri (bazen 15-16 saat), çok kötü çalışma şartları, çok düşük ücretler ile çalışmak zorunda kaldıkları ve fiziki varlığını devam ettirip ettirememek problemi ile karşı karşıya geldiği bu dönemde, klasik liberalizmin acımasızlığı, işçileri bir araya gelip teşkilatlanma ve hak arama yoluna zorunlu olarak itmekteydi.
Çatışmalara ve mücadelelere bu kadar açık ve sistem bütünlüğü kuramamış bir yığınlar toplumu durumundaki Batı Avrupa'da, işçi hareketinin ortaya çıkması ve kendi maddi-manevi varlığını meşrulaştıracak kanalları zorlaması, kaçınılmaz görünüyordu.
Çalışan-çalıştıran farklılaşmasının had safhada bulunduğu bu geçiş toplumu, çoğu zaman harplerin, haksızlığın, sosyal ve ahlaki gerileme ve sefaletin tahrip ettiği, tam anlamıyla bir kargaşa ve yığınlar toplumuydu.
Tarih boyunca toplumların en büyük sorunu, toplum içinde yapılan üretimin ve gelirin paylaşımı olmuştur. Tarihsel süreç içinde, toplumsal çatışmanın konusu; kimi zaman toprak, kimi zaman ürün, kimi zaman değerli madenler olsa da çatışmanın nedeni olan, paylaşım sorunu hiç değişmemiştir.
19. yüzyılda yaşanan endüstriyel gelişmeler sonucunda, batıda büyük bir değişim yaşanmış ve tarımsal üretimden sanayi üretimine, tarım toplumundan da sanayi toplumuna doğru bir dönüşüm olmuştur. Her değişim kendi içinde barındırdığı kaos ve çatışmaları beraberinde getirir. Doğal olarak bu dönüşüm de toplumsal çatışmaları doğurmuştur. Batıda sendikal hareket, bu çatışma süreci içinde paylaşım ve yönetim sorununa çözüm getiren toplumsal bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Sendikacılık, sanayi devrimi denilen çok yönlü değişimin bir ürünü ve içinde doğduğu ve geliştiği toplumsal dinamiklerin bir sonucudur.
Endüstri devrimiyle birlikte batıda ağırlık kazanan liberal-kapitalist ekonomik sistemin toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerini yok etmek ve toplumsal çatışmaları bitirerek sermaye sahipleri ile çalışanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemek ve adil bir gelir dağılımı sağlamak için demokratik-sosyal devlet ilkesi benimsenmiştir. Aynı zamanda işçi ve işverenlerin taleplerini karşılıklı olarak birbirine iletmeleri, çalışanların üretimden daha fazla pay almaları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verilen mücadeleler sonunda sendikalar gelişmiş ve toplumun içindeki güç dengesi sağlanmıştır. Endüstrinin gelişmesiyle önem kazanan sermaye ve sermaye sahiplerinin hem sosyal refah devleti ilkesini benimseyen devletler hem de sendikalar vasıtasıyla mutlak güç haline gelmesi önlenmiştir. Sosyal barış, sistemin ürettiği kurumlar ve toplumsal değişim yoluyla sağlanmıştır. Bu gün artık biliyoruz ki toplum sürekli kendini üreten, yenileyen aynı zamanda da her an değişen bir varlıktır. Toplumlar için değişim kaçınılmazdır. Değişime karşı kayıtsız kalan toplumlar, sonunda kendisiyle çatışmaya başlamaktadır.
19. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal yapı da, geleneksel batı toplumunu dönüştürerek -çatışmalar yoluyla da olsa- kendi çözümünü üretmiştir. Sermayenin yükselişi karşısında oluşan denge, sermaye- sosyal refah devleti- sendika (sivil toplum örgütü) üçlü sacayağını oluşturmuştur. Modern toplumsal yapı, bu üç farklı gücün demokratik kurallar çerçevesinde birbiriyle çatışması ve durumu kendi lehine çevirme mücadelesi olarak kendi dengesini kurmuştur. Bu güç unsurlarının herhangi birinde oluşacak yıpranma ve zaafiyet de büyük ve kanlı bir dönüşüm süreci geçirmiş olan modern toplumun, yeniden bir kaosa girmesine neden olabilir.
Batıdaki bu bilinen tarihi tecrübeye karşılık, Türkiye'de sendikacılığın kendine özgü gelişme macerası, geç sanayileşme ve sorunlu modernleşmenin oluşturduğu bir süreçte, farklı toplumsal, ekonomik ve siyasi gelişmelerin tesirinde, kendine özgü bir yapılanmayı ortaya çıkarmıştır.
Batıda, doğal tarihi mücadele sonunda ortaya çıkan sendikalar, demokrasinin tamamlayıcı ve destekleyici argümanı olarak, her türlü pazarlık hakkını ve gücünü de bünyesinde barındırmaktadır. Gelirin paylaşımı, karar alma sürecine etki ve yönetime katılma konusunda demokrasi sınırları içinde bir çok yaptırım gücünü donanmış olan batı sendikaları, muhataplarıyla pazarlık yapabilme ve taleplerini kabul ettirebilme gücüne sahiptir. Çünkü sistem, sendikalara ihtiyaç duydukları gücü elinde bulundurabilmesi için gerekli araçları vermiştir. Batıda ortaya çıkan demokrasi de varlığını, sivil topluma verdiği bu güce dayandırmaktadır.
Ne yazık ki son yıllarda görülmekte olan bazı gelişmeler, büyük mücadeleler sonucunda kurulan demokratik dengenin bozulmaya çalışıldığını göstermektedir. Modern toplumlarda güç dengesini oluşturan sermaye- devlet- toplum olgularının etki ve faaliyet alanları geçiş döneminde belirlenmiştir. Ancak son dönemde etkinliğini giderek artıran sermaye, geniş pazar potansiyeli ve yüksek kar marjı nedeniyle faaliyet alanını devletin yüklenmiş olduğu sosyal hizmetler sektörünü de kapsayacak şekilde genişletmek istemektedir.
İlkesi gereği sosyal olan devlet yapısı içinde, sermayenin talep ettiği bu hizmetler, aslında devlet tarafından ücretsiz olarak verilmektedir. Bu nedenle sermayenin öncelikli hedefi kendisine engel olarak gördüğü sosyal devleti ortadan kaldırarak, ticari değeri olan her hizmeti bir bedel karşılığında topluma pazarlamaktır.
Sermaye, bir taraftan sosyal devletleri yok etmeye çalışırken, diğer taraftan da güç dengesinin asli üyesi olan sendikaları yıpratarak; toplu pazarlık, grev, yönetime katılma hakkı gibi demokratik güç unsurlarını da çalışanların elinden almak istemektedir. Bu süreç; en basit sosyal gereksinimlerin bile para karşılığında temin edildiği, devletlerin sosyal ve ekonomik hayattan tamamen el çektirildiği, sendikaların gücünün ve etkinliğinin yok edilmesi sonucunda, gelirin büyük kısmının sermaye sahiplerince elde edildiği bir sona doğru gitmektedir.
Organizasyon ve denetim dışında hiçbir etkinliği kalmayan bir kurum haline gelen devlet ve her türlü güçle donanmış, gelir dağılımında en büyük pastayı alan sermaye sahiplerinin hakim olduğu bir ortamda; hak ettiğini alamayan, yönetimde söz sahibi olamayan ve yoksulluk içinde kıvranan bir toplum ve anti-demokratik bir yapı ortaya çıkacaktır. Bu da 19. yüzyılın kaos ve çatışma ortamına yeniden dönüş anlamına gelmektedir.
Ancak bu gelişmeler, demokrasiyle sonradan tanışmış ve demokrasinin kurumlarını tam olarak oluşturamamış ülkeler için çok daha büyük bir tehlike arz etmektedir. Batı, geçmişte yaşadığı acı tecrübelerden ders alarak, bu sorunu görmüş; uzun ve zorlu bir süreç olan demokrasi dengesini koruyacak tedbirleri almıştır. Şimdi bünyesine alacağı toplumların da bu dengeleri korumasını talep etmektedir.
Avrupa, tam demokrasinin ve toplumsal barışın öncelikle gelir dağılımındaki adaletin sağlanması ve yoksulluğun azaltılmasıyla yakalanacağı gerçeğinden yola çıkarak, 18 Ekim 1961'de Avrupa Sosyal Şartı'nı oluşturmuştur. Daha sonra birlik ülkelerinin imzaladığı ve uymayı taahhüt ettiği anlaşmalar ve kurduğu kurumlarla Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal Politikası'nı belirlemiştir. Batının oluşturduğu bu politikalar ve kurumlar, batı demokrasisinin garanti altına alınmasını sağlamıştır.
Türkiye'de ise nüfusun az, toprağın çok olduğu cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan büyük ekonomik gelişme ve sanayileşmenin ağırlıklı olarak devlet eliyle gerçekleştirilmesi, devlet kadrolarında nitelikli işgücü ihtiyacını doğurmuştur. Devlet, işgücü açığını kapatabilmek için bünyesinde çalıştırdığı memurları geniş sosyal ve ekonomik haklarla donatmıştır.
İlk yıllarda, özel sektöre göre çok daha iyi şartlara sahip olan memurların sendikal talepleri bir gereklilik olarak ortaya çıkmamıştır. Ayrıca kuruluş yıllarında devletin varlığına karşı görülen bazı isyanların etkisiyle de dernek ve sendikal örgütlenmeler mümkün olduğunca engellenmiştir. Ancak; demokratik açılımların bir gereği olarak ve özel sektörde çalışan işçilerin ekonomik durumlarının memurlarla dengelenmesi için, ilerleyen yıllarda özel sektörde sendikacılık kısmen örgütlenir ve gelişirken, memur sendikacılığı sürekli yasaklanmıştır.
Özellikle iş piyasasında devletin oluşturduğu rekabet, özel sektörün gelişmesi ve sendikaların olumlu etkileri sonucunda son yıllarda özel sektör çalışanları ile memurlar arasındaki fark, çalışanlar lehine gelişirken memurlar, demokrasinin gereği olarak ortaya çıkan yönetime katılma hakkı, taleplerini yönetime iletme hakkı gibi en basit haklardan bile mahrum olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Daha sonra yaşanan tüm olaylar, memurların aleyhine gelişmiş ve artık sendikal hareket de memurlar için bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır.
Bir çok ülkede kamu hizmeti faaliyetlerinin kapsamının önemli ölçüde genişlemesi ve kamu mercileriyle kamu görevlilerinin örgütleri arasında sağlam çalışma ilişkilerinin gerekliliği üzerine Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansı 64. toplantısında bazı kararlar almıştır.
Örgüt, üye devletlerin siyasi, sosyal ve ekonomik sistemlerin büyük ölçüde çeşitliliğini ve uygulamadaki farklılıkları gözönünde tutarak, uluslararası bir belgenin uygulama alanının belirlenmesinde ve bu belgeyle ilgili tanımların kabulünde bir çok ülkede kamu sektöründeki çalışmayla özel sektördeki çalışma arasında mevcut farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan özel sorunları, 1949 tarihli Örgütlenme Hakkı ve Toplu Pazarlık Hakkına İlişkin Sözleşme'nin ilgili hükümlerinin kamu görevlilerine uygulanması konusunda ortaya çıkan yorum güçlüklerini ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nün kontrol organlarının bazı hükümetlerin bu hükümleri kamu görevlilerinin büyük bir kısmını bu sözleşmenin uygulama alanının dışında bırakacak biçimde uyguladıklarını bir çok defa müşahade etmiş olduklarını belirtmiştir.
Bu nedenle oturum gündeminin 5. maddesini oluşturan "Kamu Hizmetinde Örgütlenme Özgürlüğüne ve Kamu Kesiminde İstihdam Koşullarını Belirleme Usulüne İlişkin" çeşitli önerilerin kabulüne karar verdikten sonra, bu önerilerin uluslararası bir sözleşme biçimini almasına karar vererek, 1978 tarihli " Kamu Kesiminde Çalışma ilişkileri Sözleşmesi" adını alan 151 No.lu sözleşme'yi 27 Haziran 1978 tarihinde kabul etmiştir. Bu sözleşme ile kamuda, sendikal örgütlenme ve toplu görüşmeler yoluyla pazarlık yapabilme imkanı doğmuştur. Sözleşme hükümlerine göre kamu görevlileri, çalıştırılmaları konusunda sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır.
Bugün tüm dünyada gelişmekte olan demokratik hareket ve Türkiye'nin Avrupa Birliği açılımı sonucunda kabul ettiği demokratik normlar, toplumun tüm kesimlerinde demokrasinin yerleşmesini ve örgütlenmesini öngörmektedir. Memur sendikacılığı da ülkemizde bu açılım sonucunda örgütlenme imkanlarını zorlamaktadır. ILO'nun 151 No.lu sözleşmesinin ve Avrupa Birliği normlarının kabulü ile birlikte ülkemizde memur sendikacılığı, demokrasinin gereği olarak tüm modern sendikacılık donanımıyla birlikte var olmak zorundadır. Ülkemizde toplumun büyük bir kesimini oluşturmasına rağmen memurlar, yıllardan beri yönetime katılma hakkı olmayan, gelirin paylaşımını belirleyemeyen ve sonuç olarak geri plana itilen (yok sayılan) bir kesim haline gelmiştir. Bu da ülkemizdeki demokrasinin, uygulama açısından sorunlar yaşadığını göstermektedir.
Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal Politikası ve ILO sözleşmeleri Türkiye'yi memur sendikacılığının gelişimi konusunda yükümlülük altına sokmaktadır. Avrupa Birliği Sosyal Politikası, sendikaları sosyal sorunların çözülmesi için en önemli sosyal ortak olarak görmektedir. Avrupa Sosyal Modeli sayesinde AB'de insanlar piyasa güçlerinin insafına bırakılmazlar. Bu insanlar, dünyadaki en güçlü sosyal güvence ağlarının birinden faydalanmaktadırlar. Çünkü batı, şirketler arasındaki güçlü rekabetin ve üretkenliğin büyüme için gerekliliği yanında, vatandaşlar arasında dayanışmanın, istikrarlı bir toplumun ve refahın yaygın biçimde paylaşılmasını sağlamanın eşit ölçüde yaşamsal olduğuna inanmaktadır. Sosyal sorunların çözülmesi için de olabildiğince çok sayıda oyuncunun birleşik katkısını talep etmektedir. Bu nedenle Avrupa İstihdam ve Sosyal Politikası hem üye devletler ile birlikte hem de dernekler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği halinde uygulanmaktadır.
1990'ların ortalarında, Avrupa'daki işveren örgütleri ve sendikalar bir araya gelerek, Avrupa Sosyal Sivil Toplum Kuruluşları Platformu'nu kurmuşlardır. 1997 yılında kabul edilen Amsterdam Antlaşması ise sendikaları ve iş veren örgütlerini, ortak karar alıcılar konumuna getirmiştir. Öyle ki; sosyal ortaklar aralarında bir anlaşma yaptıklarında, bu anlaşmayı Avrupa hukukuna dönüştürülmek üzere Avrupa kurumlarına sunabilirler. Böylece işçi ve işveren örgütleri istihdam ve sosyal politikada daha büyük önem kazanmışlardır. Yönetim ortağı haline gelmişlerdir.
Avrupa Sosyal Şartı ise "tüm çalışanların adil çalışma koşullarına sahip olma hakkı vardır." diyerek tüm çalışanların çalışma koşullarının düzenlenmesini şarta bağlamıştır. Aynı zamanda "tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine yeterli bir yaşam düzeyi sağlamak için adil bir ücret alma hakkı vardır." demektedir. Elbette ki yukarıda saydığımız bu koşulların sağlanabilmesi için de "tüm çalışanlar ve çalıştıranlar, toplu pazarlık hakkına sahiptir." diyerek işçi ve memur ayrımı yapmaksızın sendikalara ve toplu pazarlığa verdiği önemi vurgulamakta ve üye ülkeleri bu şartlara uymaya çağırmaktadır. Avrupa Sosyal Şartı, çalışanların adil bir ücret alma, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı gibi çalışanlar açısından hayati önem taşıyan bir çok unsuru garanti altına almıştır.
Avrupa Birliği'ne tam üye olabilmek için önemli adımların atıldığı şu günlerde, ülkemiz kamu çalışanlarının da birlik ülkelerinde olduğu gibi yönetime katılma, adil bir ücret alma, sendikalaşma ve toplu pazarlık yapabilme gibi sosyal ve demokratik argümanlarla donatılması artık bir zorunluluk halini almıştır. Bu zorunluluk hem Türkiye'nin onayladığı sözleşme ve kabul ettiği anlaşmaların hem de demokrasinin bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki; hiçbir bağlayıcı sözleşme olmasa bile, günümüzde gelinen noktada Türk Milleti ve Türk Memuru böylesine erdemli uygulamaları fazlasıyla hak edecek vefayı yıllardır büyük bir sabır ve sükunet içinde göstermektedir. Avrupa'da kanlı çatışmalar yoluyla elde edilen bu haklar karşısında Türk Milleti büyük bir sağduyu örneği göstererek gerekli adımların hükümetleri tarafından atılmasını ve toplu pazarlık masasına davet edilmeyi beklemektedirler.
Takdir edileceği gibi toplu pazarlık, sendikacılığın özü ve toplumsal paylaşım, yönetime katılma ve adil bir gelir dağılımı için sosyal tarafların demokratik mücadelesinin ana şartıdır. Pazarlık, anlamı gereği iki eşit gücün farklı yaptırım argümanlarını kullanarak taleplerini karşı tarafa kabul ettirme çabası olarak yorumlanabilir. Taraflardan herhangi birinin diğeri karşısında kullanabileceği gücünün olmaması, o tarafın pazarlık yapamaması anlamına gelecektir.
Avrupa Birliği'ne üye olmanın ön şartı olarak ileri sürülen ve bizim de kabul ettiğimiz demokratik açılımlar çerçevesinde yürürlüğe konulan 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, memurların sendikal örgütlenmesi konusunda bazı kolaylıklar getirse de sendikacılığın ana unsuru olan yönetime katılma, grev ve toplu pazarlık konularında ideal yaklaşımla bağdaşmayan uygulamalara imkan tanımaktadır. Özellikle grev hakkının yasak olduğu memur örgütlenmesi içinde, sendikacılığın ana unsuru olan toplu pazarlığın gerçekleşmesi için güçlü olan siyasi iradeye karşı, memurlara bazı hakların tanınması hem sendikal hem de demokratik bir zorunluluktur. Toplu pazarlık sorununun çözümü, ILO'nun Türkiye tarafından da kabul edilen 151 No.lu Sözleşmesi gereği "... ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümü... taraflar arasında görüşme yoluyla veya ilgili tarafların güvenini sağlayacak şekilde kurulan arabuluculuk, uzlaştırma veya tahkim gibi bağımsız ve tarafsız mekanizmalardan yararlanılarak araştırılacaktır." şartına uygun olarak, Uzlaştırma Kurulu kararlarının bağlayıcılığından geçmektedir. Mevcut haliyle ülkemizde memur sendikacılığının kaderi, tamamen siyasi iradenin ellerine bırakılmakta ve memurlarımız 19. yüzyıl Avrupa'sının geçiş toplumlarında bile görülmeyen bir aymazlık ve anti - demokratik yöntemin pençesinde yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakılmaktadırlar.
Türkiye, çalışma hayatının düzenlenmesi ve sendikal özgürlüklerin istenilen seviyeye getirilmesi amacıyla ILO tarafından benimsenen 87 No.lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması, 98 No.lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı ve 151 No.lu Kamu Hizmetlerinde Çalışma İlişkilerini düzenleyen sözleşmeleri kabul ederek, bu sözleşmelerin şartlarına uymayı taahhüt etmiştir. Ülkemizde kurulmuş olan memur sendikaları uluslar arası sözleşmelerin kabul edilmesiyle elde edilen bu hakkı kullanarak örgütlenmişlerdir.
Biliyoruz ki; mevcut kanun memur sendikalarına hukuki zemin sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Ancak; AB, ILO gibi uluslar arası örgütlerin yukarıda saydığımız normlarına uygun değildir. Türk memurunun yıllar boyunca verdiği demokratik mücadelenin bir tezahürü olarak ve uluslar arası sözleşmelerden doğan hakların kullanılması ve uygulanması için değil, sendikaların topluma zarar vereceği kaygısıyla ortaya çıkan bu kanun, sendikal anlamda eksik ve haksız uygulamalara açık bir yapı arz etmektedir. Kanun, bir taraftan sendikal örgütlenmeyi serbest bırakırken diğer taraftan toplu pazarlık, dayanışma aidatı ve grev hakkı gibi sendikacılığın olmazsa olmaz unsurlarını yok saymaktadır.
Elinde hiçbir silahı olmayan bir ordunun askeri ne denli çok olursa olsun, her türlü savunma mekanizmalarını elinde bulunduran bir güç karşısında hiçbir şansı yoktur. Konuya çalışma hayatı ve sendikal hareket bağlamında baktığımızda en temel demokratik hakların bile elde edilmesi yolunda Türk memurunun elinde hiçbir demokratik güç bulunmamaktadır. Memurların toplu görüşmelerde elinin güçlendirilmesi için en azından Uzlaştırma Kurulu kararlarına uyulmalıdır. Zaten ILO'nun 151 sayılı Sözleşmesi de bu mantıktan yola çıkarak, uzlaştırma kurulunu taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için bir alternatif olarak sunmaktadır. Gerçek anlamda toplu pazarlık yapılabilmesi için kurul kararlarının bağlayıcı olması şarttır. Aksi takdirde kurula zaten gerek kalmamaktadır. Tarafların karşılıklı görüşlerini birbirine ilettiği ve sonunda kararın siyasi iradenin keyfiyetine bırakıldığı bir sendikal örgütlenme sanırız dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiştir. Bu nedenle bazı güçlerin siyasi irade yerine gerçek hak sahiplerine verilmesi gerekmektedir.
Ancak; Avrupa Birliği'ne üyelik konusunda gayretlerin yoğunlaştığı şu günlerde, memur sendikacılığının önünü açacak herhangi bir gelişmenin olmamasını anlamakta güçlük çekmekteyiz.
4688 Sayılı Kanun'un 6 maddesinde düzenleme yapılmasını sağlayan tasarının komisyon çalışmaları sırasında, bütün gayretlerimize ve iyi niyetimize rağmen ne yazık ki; ülkemizde memur sendikacılığının gelişmesi konusunda olumlu bir gelişme kaydedilememiştir. Tasarı bütün ısrarlarımıza rağmen arzu edilen şekline getirilmeden genel kurula sunulmuştur. Ama vakit geçmiş değildir. Söz konusu tasarının TBMM genel Kurulu'nda yapılacak görüşmelerde yeniden gözden geçirilerek;
sendikalara üye olma ve sendika kurma konusunda getirilen yasakların kaldırılması,
sendika üyelerine toplu görüşme ikramiyesi verilmesi ve
Uzlaştırma Kurulu kararlarına uyulması konularında düzenleme yapılması mümkündür. Bu konuda sayın bakanlarımızı duyarlı olmaya davet ediyorum.
Ümidimiz; Türkiye'nin, Avrupa Birliği içinde çalışanların en doğal haklarını kısıtlayan tek ülke olarak kalmaması ve demokratik ve ekonomik gelişmesinin yanında, çalışan hakları açısından da dünyaya örnek teşkil edecek seviyelere gelmesi yönündedir.
Demokrasinin erdemlerine ve gerekliliğine inanmış olan bizler, gerçek anlamda demokrasinin, tüm çalışanların sendikal haklarının korunduğu ve geliştirildiği bir ortamda sağlanabileceği kanısındayız. Sendikal örgütlenmenin gerçek anlamda serbest olabilmesi, ancak hak sahiplerine gerekli gücün verilmesiyle mümkündür. Bu güç de memurlar açısından en azından Uzlaştırma Kurulu kararlarının bağlayıcılığıyla elde edilebilir. Eğer tüm karar mekanizması hükümetlerde olmaya devam edecekse, gelecekte ne Uzlaştırma Kurulu'na ne de memur sendikalarına gerek kalacaktır. Çünkü mevcut uygulama iki kurumu da etkisiz kılmaktadır.
Konuya bu perspektiften bakıldığında, aslında örgütlenme özgürlüğü sağlanmış gibi görünen Türk Memur sendikacılığında, örgütlenme özgürlüğü de bu haksız uygulamalarla sekteye uğratılmaktadır. Bu aşamada kamuda çalışanlar açısından demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Memur sendikacılığı da mevcut haliyle batıya karşı oynanan demokrasi tiyatrosunun etkisiz bir figüranı olmaktan öteye geçememektedir. Oysa; Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin ön koşulu olarak, toplumun tüm kesimlerinde demokrasinin tam olarak yerleşmesini talep etmektedir.
Gelir dağılımının adil bir şekilde gerçekleştirilmesi, memurların yönetime katılımının sağlanabilmesi ve demokrasinin hayatın her aşamasına uygulanabilmesi için tek araç, sendikaların varlığı ve pazarlık gücüdür. Bu güce ve sendikalara vurulacak her türlü darbe, demokrasinin ve Avrupa Birliği üyeliğinin önüne konulan büyük bir engel olarak, toplum vicdanını derinden yaralayacaktır.
Panelin sonunda katılımcılara hediyeleri takdim edildi.