Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, son günlerde Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk üzerinden yürütülen spekülasyonlar ve şahsına edilen hakaretler hakkında bir basın açıklamasıyla değerlendirmelerde bulundu
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, son günlerde Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk üzerinden yürütülen spekülasyonlar ve şahsına edilen hakaretler hakkında bir basın açıklamasıyla değerlendirmelerde bulundu. "Anadolu’nun bağrından çıkıp harap ve bitap düşmüş bir toplumu tek yürek, tek bilek haline getirerek yedi düvele meydan okuyan ve haddini bildiren büyük önder, devletimizin kurucusu, ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’e saygı ve eleştiri sınırlarını aşacak nitelikteki bu açıklamaları yapanları lanetliyor, bu ayıba sessiz kalan yetkilileri kınıyorum." diyen Genel Başkan, her ortamda Atatürk'e hakaret etmeyi marifet sayanların Türk milletinin evlatları olamayacağını ifade etti. Atatürk'e yapılan hakaretlerin temelinde Devletimizi itibarsızlaştırma girişimlerinin yattığını belirten Koncuk, "İçinde bulunduğumuz zaman ülkemizin her karış toprağını ve değerlerimizi yeniden Kurtuluş ruhu içinde, Devletimizin kuruluş prensipleri çerçevesinde müdafaa etmeyi zorunlu kılmaktadır." dedi.
Genel Başkan İsmail Koncuk açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
Bugünlerde bir kısım kendini bilmez zevat özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı ve demokratik devletimizi borçlu olduğumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e adeta hakaret etme yarışına girişmişlerdir.
Binlerce yıllık vatanımızın düşman postalları altında ezildiği, altı yüz yıllık devletimizin paramparça edilerek emperyalistler tarafından paylaşıldığı, ordularımızın dağıtıldığı, dönemin başkenti İstanbul’un işgal altında bulunduğu, padişahın ise doğal olarak tecrit altında tutulduğu bir dönemde Anadolu’nun bağrından çıkıp harap ve bitap düşmüş bir toplumu tek yürek, tek bilek haline getirerek yedi düvele meydan okuyan ve haddini bildiren büyük önder, devletimizin kurucusu, ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’e saygı ve eleştiri sınırlarını aşacak nitelikteki bu açıklamaları yapanları lanetliyor, bu ayıba sessiz kalan yetkilileri kınıyorum.
Maalesef bir asır önce yaşadığımız, dedelerimizden dinlediğimiz gerçek hikâyeleri bizlere mistik bir masal gibi sunan, hatta “Kurtuluş Savaşı hiç olmamıştır; 1923 yılında millete darbe yapılmıştır” gibi söylemlerle milletimizi köklerinden uzaklaştırmaya çalışan bu çarpık anlayışın ucu, sonunda canla, başla, kan dökerek can vererek elde ettiğimiz özgürlüğümüzün ve kurduğumuz devletimizin mimarlarının özel hayatları üzerinden itibarsızlaştırılması girişimlerine kadar ulaşmıştır.
Son dönemlerinde neredeyse girdiği bütün savaşlardan yenilgiyle ayrılmış, yok olmak üzere olan bir toplumun, küllerinden yeniden doğmasını sağlayarak devrin en müthiş ordularına diz çöktüren bir kahramana karşı, devletimizin içinde bulunduğu şu kritik süreçte bile böylesine rövanşist bir yaklaşım içine girenler asla bu ülkenin evlatları olamazlar. Onlar olsa olsa İzmir’de denize dökülen, Galata Limanı’ndan ardına bakmadan kaçan, Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta, Şanlıurfa’da bu milletin gerçek evlatlarından dersini alan işgalci, emperyalistlerin ardında bıraktığı gayri meşru kırıntılarıdır. Bunlar, duruma ve güce göre yer ve şekil değiştiren, bazen milliyetçi geçinen, gerektiğinde yeni Osmanlıcı, sözde İslamcı ama gerçekte mandacı anlayışın temsilcileridir.
Bu nedenledir ki, bu işgalcilerin kripto tohumları; Anadolu’yu düşman postalından kurtaran, bu millete öz benliğini hatırlatan, özgürlüğünü ve bağımsız, demokratik cumhuriyeti armağan eden Atatürk’ten nefret ederler. Ruhlarını satılığa çıkarmış, kalemlerini kiraya vermiş, zoru gördüğünde kılık değiştirerek fare deliğine saklanmayı, uygun ortam bulduğunda deliğinden çıkarak topluma nifak sokmayı karakter edinmiş bu anlayış, “Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir! O halde ya istiklâl ya ölüm!” diyen yüce değerleri anlayamaz.
İşgal günlerinde düşman saflarında yer alıp nemalanmaya, zafer günlerinde ellerinde bayraklarla sokağa çıkıp kendilerine yer edinmeye çalışan menfaatperverler; Ankara’da yokluk içinde mücadele edilemeyeceğini iddia ederek geri dönmek isteyenlere “İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyormuş. Ben kimseyi zorla Milli Meclis'e davet etmedim. Herkes kararında hürdür; bunlara başkaları da katılabilir. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Arzu ederseniz hepiniz gidebilirsiniz. O takdirde asker Mustafa Kemal, mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, Elmadağ’ına çıkar, orada tek kurşunu kalıncaya kadar vatanı müdafaa eder, kurşunları bitince aciz vücudunu bayrağına sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanını mukaddes bayrağına içire içire tek başına can verir. Ben buna ant içtim.” diyen koca yürekli vatanperverleri anlayamaz.
Altı yüz yıllık koca imparatorluğu bitiren, ülkeye düşman askerlerini yığan, son vatan toprağı Anadolu’yu düşmana teslim eden Sevr’e tek kelam etmeyen kerameti kendinden menkul bu şahsiyetler; Türk milletinin, evlatlarının ana karnında doğranmasına, kadınlarının namusunun çiğnenmesine, ezanların susmasına, camilerin yakılmasına, minarelerin yıkılmasına, bayrağının indirilmesine karşı kıyama durarak asrın en büyük denilen devletlerini dize getirmesini içlerine sindiremez.
Tam 94 yıldır Kurtuluş Savaşımızı bir türlü kabullenemeyen, için içten içe ağıtlar yakan, Devlete olan kinini 80 yıl önce vefat etmiş bir şahsiyetin arkasından spekülasyonlar yaparak kusan bu zevatın “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen birini sevmesi mümkün değildir.
Hayatı boyunca bir mazluma sahip çıkmamış, bir adaletsizliğe başkaldırmamış, bir haksızlığı dile getirme cesareti gösterememiş karakter yoksunlarının; ömrü savaş meydanlarında geçmiş, en çetin şartlarda metanetini ve soğukkanlılığını koruyarak olmazı olur kılmış birinin, bir iğde ağacı için döktüğü gözyaşındaki insanlığı anlamaya kapasitesi yeterli gelmez.
İçinde bulunduğumuz zaman ülkemizin her karış toprağını ve değerlerimizi yeniden Kurtuluş ruhu içinde, Devletimizin kuruluş prensipleri çerçevesinde müdafaa etmeyi zorunlu kılmaktadır. Bugün vatanımızı bölmek, Türk adını bu topraklardan kazımak isteyenler, bu Devletin kurucularına saldırarak önce onları sonra da Devletimizi itibarsızlaştırma peşinde koşmaktadırlar.
Sayısız şehit kanları ile sulanmış bu topraklar üzerinde kurduğumuz Devletimiz bizim en değerli varlığımız, Devletimizin kurucuları bizim gözümüzde muteber, saygıdeğer, kıymetli şahsiyetlerimizdir. Bu erdemli Devleti, demokrasimizi ve Cumhuriyetimizi bizlere hediye eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere vatanı, milleti, ülkesi ve namusu için canlarını vermekten çekinmeyen gazi ve şehitlerimize bir kere daha minnetlerimizi ifade ediyoruz.
Türkiye Kamu-Sen olarak “Sahip olduğu bütün değerleri ona borçlu olan, onun kurduğu ülkede yaşama imkânı elde etmiş, onun getirdiği özgürlükler sayesinde bugün olur olmaz her yerde ahkâm kesebilen bu nankörlerin; “Hürriyet ihtimal ki zorla tesis olunur; fakat herkese karşı tolerans göstermekle muhafaza edilir.” sözüyle ifade ettiği hoşgörüyü de ekleyerek gerçekleştirdiği bir devrimi, çağları aşan bir şahsiyeti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlaması, ona ve miras bıraktığı değerlerine sahip çıkması mümkün değildir. Anlamadılar, anlayamazlar, anlayamayacaklar… Çünkü çapları yetmez!” diyoruz.