Sivil toplum kuruluşları Yol İş Sendikası tarafından düzenlenen Kamu Yönetimi Reformu panelinde hükümeti eleştirerek, hazırlanan tasarının ulusal olmadığı görüşünde birleştiler
Sivil toplum kuruluşları Yol İş Sendikası tarafından düzenlenen Kamu Yönetimi Reformu panelinde hükümeti eleştirerek, hazırlanan tasarının ulusal olmadığı görüşünde birleştiler.
TÜBİTAK Feza Gürsoy Toplantı Salonu'nda gerçekleştirilen panele Türkiye Kamu-Sen, DİSK, KESK ve Memur-Sen'in temsilcileri katıldılar. Hükümetin düzenlemeler konusunda etkisinin sorgulandığı panelde, reformun IMF dayatmalı olarak hazırlandığı ifade edildi.
Toplantıda bir konuşma yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Kamu Personel Rejimi ve Yerel Yönetimler Reformu tasarılarının kamuoyunda sıkça tartışıldığını ancak bir netlik içinde ele alınamadığını belirtti. Siyasi iradenin reformu hazırlarken uzman görüşü almadığı kanaatinde olduğunu söyleyen Akyıldız, "Bu konuda tartışılması gerekenler maalesef tartışılamıyor" dedi.
Küreselleşmenin getireceği sömürge anlayışının önüne geçilmesi için milliyetçiliğin ve dini duyguların ön plana çıkarılması gerektiğini söyleyen Akyıldız, birlikte hareket etmenin mücadeleyi hedefe taşımak adına büyük önem taşıdığını belirtti. Akyıldız, "Alınan her karar tartışılmalıdır. Demokrasi de bunu gerektirir" diye konuştu.
Diğer sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de hükümetin hazırladığı tasarının yetersiz ve net olmadığını ifade ettiler. Tasarının IMF'nin öngördüğü bir takım gerekçelerle hazırlandığı görüşünü savunan sivil toplum kuruluşları, gerçekleştirilmesi düşünülen reformun bu hali ile kabul edilemez bir nitelik taşıdığını vurguladılar.
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız'ın panelde yaptığı konuşmanın tam metni ise aşağıdaki gibidir:
Kamu Yönetimi Reformu, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde yaygın bir fikir ve uygulama zemini bulmuştur. Ancak kısa vadede sonucu alınamayan, uzun bir fikri ve uygulama sürecine ihtiyaç gösteren Kamu Yönetimi Reformu, zamanında sonuçlarının alınmaması sebebiyle zaman zaman güvenirliğini kaybedebilir.
Türkiye'de Kamu Yönetimi Reformunun yapılmasının gerekçeleri şu noktalarda toplanabilir:
-Kamu kurumlarının yapılarının hantal özellik kazanması,
-Kamu kurumlarının karar alma ve uygulama konusunda istenilen hızı yakalayamamaları,
-Kamu kurumlarında yetki ve sorumlulukların dağılımında dengesizliklerin ortaya çıkması,
-Kamu kurumlarının ürettiği hizmetinden yararlananların artması ve hizmet gruplarının çeşitlenmesi,
-Kamu hizmeti kavramındaki değişikliklerin hangi hizmetlerin "kamu görevi" sayılıp hangilerinin sayılamayacağını tartışılır hale getirmesi,
-Teknolojik gelişmelerin kamu kurumlarının yapılarının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu hale getirmesi,
-Mevzuata sıkı sıkıya bağlılık ve aşırı denetim aşamalarının uygulanmasının yönetimi işlemez hale getirmesi,
-Kamu çalışanlarının çalışma şartlarında ve ücretlerinde iyileştirmenin kaçınılmaz hale gelmesi
-Sınırlı kamu kaynaklarının, kamu kurum ve kuruluşları tarafından öncelikli amaçlar doğrultusunda kullanılmaması,
-Kamu hizmeti üretiminde aynı amaca dönük hizmet üreten kamu kurum ve kuruluşları arasındaki koordinasyon eksikliği,
-Kamu hizmetinden yararlananların hizmetle ilgili kararların alınmasına ve uygulanmasına katılımlarının bulunmaması,
-İdari ve mali merkeziyetçiliğin kamu kurumlarında sebep olduğu kırtasiyecilik,
-Kanunların uygulanmasında fiili ayrım yapılması, rüşvet, kayırma, rant kollama, otorite boşluğu, sosyo-ekonomik şartların olumsuzluğu, siyasi istikrarsızlık, idareye karşı duyulan güvensizlikler, Kamu Yönetiminin yeniden yapılanmasının başlıca sebepleridir.
Cumhuriyetle birlikte kamu yönetimi reformu gündeme gelmiş, yabancı uzmanlara ve milletlerarası kuruluşlara çalışmalar yaptırılmıştır.
Neumark Raporu
Barker Raporu
Martin-Cush Raporu
bu çalışmaların en önemlileridir.
1960 yılından sonra planlı kalkınma döneminin başlamasıyla birlikte:
-Türkiye ve Ortadoğu Amme İdareleri Enstitüsü tarafından hazırlanan 'İdari Reform ve Reorganizasyon Hakkında Ön Rapor',
-Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi (MEHTAP), 1960 yılından sonra yapılan ve kamu yönetimi reformuyla ilgili ilk araştırmadır.
-İdari Reform Danışma Kurulu Raporu, 1971 yılında idarenin yeniden düzenlenmesinde izlenecek yolu, teşkilatlanmada takip edilecek ilkeleri belirlemek için hazırlanmıştır.
-Kamu Yönetimi Araştırma Projesi (KAYA) kamu yönetiminin merkez ve taşra teşkilatını yeniden düzenlemek yerel yönetimlerin etkili, süratli ve verimli çalışmalarını sağlama, çağdaş uygulamalara geçebilmeyi amaçlamıştır.
Kamu Yönetimi Reformlarının görülen uygulamalarıyla sadece yönetimin kendisini ilgilendiren bir düzenleme olmadığıdır. Gerçekten de problem, kamu yönetimi sisteminin işleyişini ve çalışanlarını ilgilendiren oldukça karmaşık bir alan olduğu unutulmamalıdır. Diğer taraftan gelişmekte olan ülkelerin genellikle gelişmiş ülke yönetimlerini örnek alarak kendi iç yapılarını dikkate almaksızın düzenlemelere gitmeleri kamu yönetimi ile ilgili düzenlemelerini ve reform çabalarını başarısız kılan başlıca sebeptir.
Ayrıca kamu yönetimi reformu, sadece bir yasal düzenleme şeklinde de algılanmamalıdır. Kamu yönetimi sistemini bütün olarak ele alıp ve ülkelerin iç dinamikleri doğrultusunda yapılacak köklü değişiklikler sonucunda başarı sağlanabilir. Diğer taraftan küreselleşmenin getirdiği ve zorladığı 'yeniden yapılanma', 'özelleştirme' ve 'yerelleşme' gibi kavramlar üniter bir devlet yapısı içerisinde işleyen ulusal kamu yönetimi sisteminin dengelerini bozmamalıdır. Fransa'da 1982 yılında başlatılan yönetimin yeniden yapılandırılması faaliyetleri sonucunda olduğu gibi, devletin yerel düzeyde sarsılmış 'otorite' ve 'yetkileri' kamu yönetimi reformu anlamını taşımaz. Kamu yönetimi reformu, asli fonksiyonları olan 'koordinasyon', 'kamu yararı' ve 'kamu hizmetinin kamu gücüne sahip teşkilatlar tarafından üretilir' ilkelerine ters düşmemesi gerekir. Çünkü 'kamu işletmeciliği' anlayışı henüz idari yargı sistemini benimsemiş ve Anglo Amerikan sisteminin dışında kalan ülkelerin sistemleri tarafından yeterince tarif edilip uygulanmamıştır.
Kamu yönetimi reformuyla hızlı, etkili, şeffaf hukukun üstünlüğüne saygılı, yolsuzlukların bulunmadığı, vatandaş devlet ilişkilerinin iyileştirildiği bir yönetim yapısı sağlanmalıdır. Bunu gerçekleştirecek 'idari usulleri' düzenlemektir. Kamu personeli statüsünü düzenlemek suretiyle bürokratik yapının işlemesini gerçekleştirmektir.
Kamu Yönetimi Reformunu tamamlayacak iki ayrı alanda daha yeniden düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu alanlar sırasıyla, "Yerel Yönetim Reformu" ve Kamu Personel Rejimi Reformudur".
Uzun yıllardan beri iş başına gelen hükümetlerin programlarında ve hazırladıkları kalkınma planlarında, DPT tarafından yapılan uzun vadeli planlarda ve akademik çevrelerin çalışmalarında en önemli gündemlerinden birini oluşturan konu, kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi olmuştur. İdari sistemin aşırı merkeziyetçiliği, yerel yönetimlerin kaynak yetersizliği içinde olmaları, görev yetki konularındaki tereddüt, yetersizlikler ve hukuki boşluklar, mahalli idareler üzerindeki aşırı vesayet uygulamaları, nitelikli personel, teşkilatlanma ve açıklık ve demokratik katılım konusundaki yetersizlikler, rasyonel olmayan hizmet alanları, ülkemizde hemen herkesin mutabık olduğu hususlardır. Yürürlüğe girdiği dönemin şartlarında oldukça modern ve yeterli olan kanunlarımız ekonomik, teknolojik ve sosyal alandaki değişimler karşısında yetersiz kalmaya başlamıştır.
Bu çerçevede yapılacak düzenlemeler, tüm devlet yapılanmasını ve dolayısıyla temel toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenmesi anlamına gelecektir. İdari yapının değişmesiyle sosyal yapıda kurulacak yeni bir denge, doğal olarak kazanan ve yitiren tarafların yeniden tanımlanması ve toplumsal koşulların yeniden belirlenmesi sonucunu doğuracaktır. Kamu Yönetimi Reformunun bir türlü sonuçlandırılmaması, sorunun böyle bir kapsama sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa, böyle bir kapsam, bir tür bıkkınlık içeren nitelemelerden ve acelecilik sergileyen isteklerden uzak durmayı gerektirmektedir. Son yıllarda sürekli gündeme gelen değişik yasa tasarılarının yasalaşmamış olması, siyasi yada idari beceriksizlik bir yana ilgili kesimlerin sağduyu dışı tavrı olarak da değerlendirilebilir.
Türkiye'de yerel yönetimlerde reform sorunu tartışmalarında yer alan kesimlerin büyük çoğunluğu üniter devlet yapılanmasının korunması gerektiğini vurgulayarak söze başlamaktadır. Ancak, aynı kararlılık, idari yapılanmada merkeziyetçilik ilkesinin korunması konusunda gösterilmemektedir. Çünkü ilke olarak merkeziyetçilik algısı ile aşırı merkeziyetçilik algısı yer değiştirmiştir. Bu yer değiştirmeye merkezi yönetimin özdeşleştirildiği yolsuzluk ekonomisinin varlığı da eklenince, tartışmada yer alan hemen tüm kesimler ademi-merkeziyetçilik ilkesini öne çıkarma konumuna geçmektedirler.
Kavram ve algı karmaşası aşılması yeterince güç engellerdir. Ancak Yerel Yönetim Reformu sorunu bununla bitmemektedir. Yerel Yönetim Reformunun önündeki bir başka engel, ülke gerçeklerine ilişkin verilere ulaşma zorluğu, bilimsel araştırmalarda yetersizlik ve belli başlı alanlarda ulusal strateji çizme işini uluslararası mali kurumlar ile şirketlere yaptırılmasıdır. Bu konu, birkaç örnekle somut bir biçimde açıklığa kavuşturulabilir:
Yerel yönetimler, genel müdürlükler-şirketler-ikinci halka şirketler-proje bütçeleri vb. yan yapılarla birer holding görünümüne bürünmüşlerdir. Bunların bütçe ve personel yapılarını birleştirilmiş biçimde görmek, incelemek, analiz etmek, denetlemek imkan dışıdır. Ana bünyeye ilişkin bilgiler, ülke geneli için tek kaynaktan Devlet İstatistik Enstitüsü'nden bulunabilir; bu kaynak rakamları il toplamları olarak verir. Verilere ulaşma güçlüğü, ülkenin gereksinimlerine uygun iş görmeyi büyük ölçüde engellemektedir. Örneğin; yaygın kanılardan biri belediye gelirlerinin çok büyük ölçüde merkezden transferlerin toplam gelirlerin yüzde 70-80'i olduğu ileri sürülmektedir. Oysa Cumhuriyet tarihi boyunca merkezden transferlerin(paylar ve yardımlar) oranı ortalama yüzde 52 olmuştur. Bu, batılı ülkelerdeki yerel yönetim gelir yapısı ile paralel bir özelliktir. Yine örneğin, belediye gelirlerinin çok büyük kesiminin personel harcamalarına ayrıldığı ileri sürülmektedir. Yine yüzde 70-80 gibi oranlar dile getirilmekte, personelinin ücretini ödeyemeyen belediyeler örnek verilmektedir. Oysa 1965-1997 yıllarında personel harcamalarının belediye gelirlerine oranı ortalama yüzde 40 düzeyinde gerçekleşmiştir. 1980'li yılların ikinci yarısında personel ödemeleri yüzde 20 düzeyine kadar düşebilmiştir. 1997 yılı temel alınırsa, ülke genelinde bu oran, yüzde 30'dur; Büyükşehir Belediyelerinde yüzde 15, Büyükşehir Belediyeleri dışında kalan belediyelerde yüzde 44 düzeyindedir.
Parçacı, kişisel gözlem ve deneyime dayalı, sürekliliği olmayan verilere dayanan fikirler, son on yılda uluslararası mali kuruluşlar ile yerli-yabancı şirketler eliyle üretilen bilgilere dayanmak zorunda kalmıştır. Örneğin; Çevre Bakanlığı "Türkiye İçin Ulusal Katı Atık Stratejisini" Dünya Bankası kredisi ile bir konsorsiyuma ihale etmiştir. Aynı Bakanlığın yayınları arasında yer alan kitapçıklardan biri Alman Kalkınma Bankası ile birlikte hazırlanmıştır. Böyle bir çalışma tarzının sorunu, stratejilerin belirlenmesinde Türk milletinin çıkarının gözetilmesinde türlü zorluklar yaratabilmesidir. Örneğin, Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir raporda, Türkiye'nin 15 yıllık içme suyu yatırımı gereksinmesi 15 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Hesap kişi başına 200 ABD doları maliyetine dayanmaktadır. TODAİE tarafından yapılan su hizmetlerinin yönetiminin araştırmasında aynı periyot için, üstelik tüm nüfusun belediye sınırlarında yaşadığı kabul edilerek ve iyileştirme yatırımları da kapsama alınarak yapılan hesaplamalarda kişi başına ortalama maliyet 47 ABD doları olarak hesaplanmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı, kişi başına yatırım maliyetini 27 ABD doları olarak hesaplamaktadır.
Buna benzer bir başka örnek belediye toplam harcamaları içinde temizlik hizmetlerine ayrılan miktar konusudur. Pek çok yayında belediye harcamalarının yüzde 30'u, 40'nın temizlik hizmetlerine gittiği; bu nedenle belediyelerin bu yükten özelleştirme yoluyla kurtulması gerektiği ileri sürülmektedir. Oysa 1996 yılında 2500 belediyenin kesin hesabı üzerinde yapılan bir çalışma, bu oranın ülke genelinde yüzde 10.87 olduğunu göstermiştir.
Uluslararası mali kuruluşlar, konsorsiyumlar, maliyet hesaplarının küresel para ve sermaye piyasalarının ölçülerine ve yatırım gereksinmelerine bakarak yapmaktadırlar. Oysa Türkiye için hem birim faaliyetler, hem de hizmet teşkilatlanma biçimleri farklıdır.
Kamu Yönetimi Reformu içerisinde merkezi ve yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılmasında:
1-Kırtasiyeciliği azaltarak personelin kuralları takip ettiği bir sistem yerine, sonuçlarından sorumlu olduğu bir sistem hedeflenmelidir.
2-"Vatandaş Merkez" hizmet anlayışı oluşturulmalıdır. Kamu hizmetlerini bir lütuf değil hak olduğu ve müşteri ihtiyaçlarını karşılamak için temel işlevleri buna göre düzenleyerek piyasa dinamiklerini kullanıp başarı için teşvikler oluşturulması gerekmektedir.
3-Sonuç elde etmek için personele yetki verilmelidir.
4-Gereksiz fonksiyonları azaltarak temel fonksiyonlara dönmek, tekrarları ortadan kaldırarak özel çıkar ayrıcalıklarına son vermek temel ilke olmalıdır.
5-Görev yetki paylaşımının çok net yapılarak çatışmalara ve boşluklara imkan verilmemesinin yanı sıra çok değişik kanun ve diğer düzenlemelerdeki hükümlerin tek bir kanun içinde yer alması sağlanmalıdır.
6-Yerel temsil yapısındaki yansıma hatalarının ortadan kaldırılması kadın-genç-ücretleri taşınmaz sahibi olmayan toplum kesimlerinin toplumdaki ağırlıkları ölçüsünde temsilinin sağlanması gerekir. Bunu sağlamak için temsili sınırlandıran seçim sistemini değiştirmek, siyasi parti yapılarına müdahale etmek , siyasi para ve nüfusun denetiminden kurtarmak gerektiği açıktır. Yerel yönetim reformu için, öncelikle siyasi reformlar gerçekleştirilmelidir.
7-Yerel Yönetim Reformu ile demokratikleşmeyi gerçekleştirmenin yollarından ikincisi toprak ve yapılaşma rantının kamuya geri döndürülmesidir. Günümüzde imar yapı kaynaklı gelirler, belediye toplam gelirleri içinde yüzde 7 düzeyindedir. Yerel yönetim reformunun öncelikli sorunlarından biri imar sistemi ve imar sistemi ile ilgili yerel gelir mekanizmasını yeniden düzenlemek olmalıdır.
8-Mali yapı yeniden düzenlenmelidir. Ulusal bütçeden yerel yönetimlere ayrılan pay artırılmalı; yerel vergi ve harçlar sistemi gelir dağılımı üzerinden pozitif sonuçlar yaratacak yönde yeniden düzenlenmelidir. Dolaylı değil, doğrudan vergilendirme ilkesi gözetilmelidir.
9-Yerel yönetim reformunun en önemli parçalarından biri, yerel yönetimlerle ilgili merkezi yönetim kurum ve kuruluşlarının ivedilikle iyileştirilmesidir. Günümüzde "Ağır vesayet" bir yanılgı haline gelmiştir. Belediyelerde holdingleşme eğilimi karşısında Sayıştay ve Kontrolör denetimi etkisizleşmiştir. Denetim kurumları yerel dinamizmin gerisinde kalmıştır. İller Bankası, ülke genelinde patlayan yerel yapı yatırımları karşısında hem teknik hem mali olarak yetersiz hale gelmiştir. Borçlanma özellikle belediyeler için temel finansman türü haline gelme eğilimi sergilemektedir. Ulusal çapta, yerel alt yapı planlaması ortadan kalkmıştır.
10- Merkezi idarenin büyüklüğü, bazı hizmetlerin büyük maliyetler gerektirmesi, bu hizmetlerin yerel yönetimlere aktarılmasını sınırlamaktadır. Bu bağlamda sağlık, eğitim gibi hizmetlerin merkezi idare eliyle yürütülmesi, yerel yönetimlerin kendi hizmet yükümlülüklerini etkin ve başarılı bir şekilde yapması günümüz koşullarında daha gerçekçi olacaktır. Bu hizmetlerin tüm vatandaşları kapsaması ve bunun da Anayasa güvencesinde olması merkezi idare tarafından yürütülmesini zorunlu kılmaktadır.
Kamu Yönetimi Reformu kapsamında, Kamu Personel Reformu ile yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Kamu Personel Rejimi; kamu kurum ve kuruluşlarında çeşitli statülerde görev yapmakta olan kamu görevlilerinin istihdam şe-erini, işe alınmalarını, hizmet içi eğitimlerini, görevde yükselmelerinin, mali ve sosyal haklarını, ödev, yetki ve sorumluluklarını belirlemekte ve bunların emeklilerinin ücretlerini düzenlemektedir. Personel rejiminden beklenen, amacın ve yararın sağlanabilmesi, rejime dayanak teşkil eden hukuki mesnetlerin değişimlere ve gelişmelere açık olması ile bunlara uyum sağlayıp bütünleşmesine bağlıdır. Bu anlamda kamu personel rejimimizin temel sorunlarını aşağıdaki ana başlıklar altında toplamamız mümkündür:
1-Personel rejimimizde yer alan mali ve sosyal hakların tek ve ortak bir kanunla düzenlenememiş olması.
2-Kamu personeli istihdam politikasındaki yanlışlıklar, kadro görev tanımlarının yapılamamış olması, kurumların iş analizlerine dayalı birimler itibariyle standart kadroların belirlenmemiş olması.
3-Ücret artışlarının tek taraflı belirlenmesi.
4-Sınıflandırmanın yetersiz olması.
5-Kariyer ve liyakat ilkelerinden önemli ölçüde uzaklaşılması.
6-Ücret sisteminin bozulması ve dengenin sağlanamaması, maaş hesabının adeta bir uzmanlık haline dönüşmesi, statü ve kurumsal farklılıklardan kaynaklanan ücret dengesizliklerinin oluşması.
7-Sosyal Güvenlik Sistemindeki sosyal problemler ile emekli aylığındaki nispi azlığın aşılamaması.
8-Sosyal güvenlik kuruluşlarının idari ve mali özerkliğe sahip olmaması.
Bu ana başlıkların, kamu personel rejiminin yeniden düzenlenmesi için yeterli sebep olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu anlamda, kamu hizmetini sunan da muhatabı olan da tatmin olamamaktadır. Kamu hizmetinde kalite ve verimlilik esasına dayalı, ancak kamu çalışanlarının haklarının korunduğu ve geliştirdiği bir kamu personel rejimi özlemine cevap aranmalıdır.
Anayasamızın 55. maddesi aynen "Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun, adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır" hükmünü amirdir. Siyasi iradenin, bugüne kadar bunu gerçekleştirmesi mümkün olamamıştır.
Ücret sistemi adil olmalıdır. "Eşit işe eşit ücret" esasına göre düzenlenmelidir.
Ücretler, yapılacak iş analizlerine göre belirlenecek kadrolar esas alınarak tespit edilmeli ancak, performans değerlendirilmesi de mutlaka göz ardı edilmemelidir.
İşe alma, yükselme v.s. uygulamalar objektif kriterlere dayandırılmalı ve siyasi irade keyfiyeti engellemelidir. Bu konuda geçmişte yaşadığımız kötü örneklerin günümüzde ısrarla sürdürülmesi oldukça düşündürücüdür.
Kamu Yönetim Reformu ve buna bağlı Kamu Personel Rejimi ülkemizin ve insanımızın geleceği için oldukça ciddi ve olumsuzluklarla karşılaşılması halinde telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilecek hassasiyete sahiptir. Bu nedenle çok tartışılmalı, çok düşünülmeli ve karar alınırken bütün samimiyet ortaya konulmalıdır. Konunun tarafları aynı zamanda uygulayıcıları olacaktır. Bu bakımdan endişe duyulan diyalog süreci, siyasi iradenin ihtiyaç duyduğu anda değil, tarafların taleplerine cevap verecek şekilde sürdürülmelidir. Aksine uygulamalar, bu konudaki samimiyeti inandırıcı olmaktan uzaklaştıracaktır. Nitekim, özellikle Kamu Yönetimi ve Kamu Personel Rejimi'nin yeniden yapılandırılması süreci içerisinde, hazırlıkların mutlaka tarafların temsilcilerinin de içerisinde bulunduğu çalışma gruplarıyla yürütülmesi bir zorunluluktur. Zira uygulama aşamasında, kamuoyunca özellikle taraflarca desteklenmeyecek bir uygulamanın başarılı olma şansı olmayacaktır. Ayrıca, bu tür uygulamalara geçişte subjektif unsurların ve çıkar çelişkilerinin engelleme arzusu da göz ardı edilmemelidir.
Kamu Personel Reformu aynı zamanda, Avrupa Birliği çerçevesinde üzerinde önemle durulan konulardan biridir. Kopenhag Kriterleri'nin siyasi ve ekonomik ölçütleri, "Topluluk Mevzuatının Benimsenmesi ve AB Müktesebatına Uyum" olarak anılan idari kriter grubu ile anlamlanmaktadır. Özellikle siyasi kriterlerin çok ön plana çıkması ve idari kriterin teknik bir "Mevzuat" uyumu olarak anlaşılması, bu kriter grubunun devlet örgütlenmesi bakımından ne tür sonuçlar doğuracağı konusu üzerinde durulmasını neredeyse engellemiş durumdadır. Oysa Avrupa Birliği temsilcilikleri, çeşitli platformlarda bu kriteri kamu personel yönünde gereklilikler içerdiğini dile getirmektedirler.
Kamu personel reformuyla ilgili şu tespitleri de yapmakta yarar vardır:
1-Merkezi yönetimin personel politikası, planlama yerine gündelik işlerin kayıt altına alınması işine sıkışmıştır. Merkezi hizmetler için teknoloji, finansman, iş gücü gereksinmelerini ulusal çapta üretecek çok yönlü bir örgütlenmenin gerçekleştirilmesi üzerinde durmak önem taşımaktadır. Gerekli personelin temini hususunda, objektif ve eşitlik ilkesini sağlayacak bir sistem kurulmalıdır. Personelin işin niteliğine uygun hale getirilmesi ve daha üst görevlere hazırlanmasını içeren eğitim programları hazırlanmalıdır.
2-Merkezi idarenin hantallığı, personel sayısının sanıldığı gibi fazlalığından değil, işlemleri düzenleyen mevzuatın yeni ihtiyaçları karşılayamaması, vatandaşı değil kamu haklarının korunmasını esas almasından kaynaklanmaktadır. Devletin, milletin için var olduğu düşüncesi göz ardı edilmemelidir. Ülkemizdeki, memur sayısının nüfus içindeki payı yüzde 2.8 iken, bu oran gelişmiş ülkelerde yüzde 7.7'dir. Bu da, diğer ülke rakamları dikkate alındığında ülkemizdeki, "Bürokratikleşme oranının" pek yüksek olmadığını göstermektedir.
Kamu Yönetimi, Kamu Personel Rejimi ve Yerel Yönetimlerde reform bir ihtiyaçtır. Burada Türkiye Kamu-Sen olarak biz tarafız. Yapılacak olan tüm çalışmalarda kamu çalışanlarının yetkili temsilcilerinin yer alması zorunludur. Türkiye Kamu-Sen, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve milletinin geleceği konusundaki hassasiyetleri çok iyi bilmekte, ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal ve dış politika gelişmelerini ciddiyetle takip etmektedir. Bu nedenle de çalışmalarını oluşturduğu AR-GE merkezinde büyük bir duyarlılık içerisinde sürdürmekte ve çalışma sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmayı görev saymaktadır. Bu hassasiyet içerisinde siyasi iradenin çalışmalarımızı gözardı etmemesi ve samimiyetimizi görmesi gerekmektedir. Aksi taktirde siyasi irade reform niteliğindeki kararların uygulanmasında zorlukları paylaşacak hiç kimseyi yanlarında bulamayacaktır.