MEB’de fişleme iddiaları gündeme bomba gibi düştü, akabinde bakan çocuklarının katıldığı yolsuzluk iddiaları gündemi yoğun olarak meşgul etse de, MEB’de fişleme yapılmış olması, akla, 28 Şubat sürecinde yaşananları getirmektedir
MEB’de fişleme iddiaları gündeme bomba gibi düştü, akabinde bakan çocuklarının katıldığı yolsuzluk iddiaları gündemi yoğun olarak meşgul etse de, MEB’de fişleme yapılmış olması, akla, 28 Şubat sürecinde yaşananları getirmektedir.
Darbe, ya da cuntacı mantığın öne çıktığı dönemler insan haklarının kenara itildiği, insanların yüreğine korku salındığı dönemlerdir. Bu dönemlerde, insanlar mevcut yönetimi alkışlamaya mecbur bırakılmış, birçok insan yapılan saçma sapan işleri dahi beğendiğini söylemek zorunda hissetmiştir, eleştiri, hür düşünce rafa kaldırılmıştır. Kısaca, insanca yaşamaya, insani düşüncelere pranga vurulmuştur.
Yıllardır, 28 Şubat, darbe, cunta diyerek, karşılarında olanları topyekun darbeci olmakla suçlayarak, demokrat olmakla palazlananlar, esasen, yılardır 28 Şubat mantığına sarılarak büyümüşlerdir. Bunları birçok defa gündeme getirdik, kamusal alanda yaşanan adam kayırma, yandaşı koruma, diğer insanlara aba altından sopa gösterme, kendilerinden olmayanları sindirmek için her yolu mubah görme anlayışını yıllardır yaşıyoruz.
Kamusal alanda bütün bunları yaşarken, bütün bunları bire bir yaşayan birçok kamu çalışanı, rahatsızlıklarını bizlere hep ifade etmişler ancak bu baskıları yazılı olarak vermekten, kendilerince pekçok haklı sebepten dolayı, kaçınmışlardır. Bu baskı ve sindirmeler sadece Milli Eğitim Bakanlığında değil, üniversiteler, Yurt Kur, Sağlık Bakanlığı gibi tüm kurum ve kuruluşlarda hala yaşanmaktadır.
MEB’de yaşanan fişleme işlemi ise, bana göre buzdağının sadece görünen tarafıdır, bu ve benzeri çalışmaların tüm kamu kurum ve kuruluşlarında yaşandığı açıktır. Bunu belgelemek zor olsa da, iki milyon altı yüz bin kamu çalışanı yaşadıklarımızın canlı şahididir. Bu ortamdan nemalananlar dahi, birazcık vicdanı varsa, yaşananlardan ıstırap duymaktadır.
Türk Eğitim Sen olarak, yaşanan bu ahlaksızlıklara kayıtsız kalmadık, her dönemde, bize ulaşan her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun, insan hakkı ihlallerinin üzerine gittik. Makamlarını taşıyamayan, bu makamların, millete hizmet makamları olduğunu hesaba katmadan, koltuğunu koruma telaşı ile, bir takım çevrelerin işaretleri ile diğer insanların haklarını gasp eden korkak tabiatlı, pısırık bir kısım yöneticiler yıllardır bu işin tetikçiliğini yapmaktadır. Zulüm ve istibdat dönemlerinde, bu tür nefsi adamlar her zaman var olmuş, ancak, ahlaksızlık bataklığına battıklarını gördüklerinde, iş işten geçmiştir.
MEB’de yaşanan fişleme iddiasını da yargıya taşıdık, yargıdan ne çıkar bilinmez ama önemli olan millet vicdanında kesilen cezadır. Bu fişleme olayı ve öncesinde yaşadığımız pek çok olay, Milli Eğitim Bakanlığında bir paralel yönetim mi var, sorusunu akla getirmektedir. Şu anki manzara, Bakan Nabi Avcı bir taraf, Müsteşar Yusuf Tekin bir başka taraf gibidir. Fişleme iddiasında da görüldüğü üzere, Bakan Nabi Avcı’nın konudan bihaber olduğu, suçlamanın doğrudan Yusuf Tekin’e yönelik olduğudur, daha önce de, illerde oluşan sözlü komisyon üyelerinin, Müsteşar Yusuf Tekin tarafından ayarlandığı da ileri sürülmüştü.
Bakan Nabi Avcı, MEB’in görünen yüzüdür, ancak aşağılarda yapılanlar, Nabi Avcı’nın bilgisi dışında şe-eniyor gibi bir hal vardır. Bu görüntü, Nabi Avcı’nın, Bakanlığa hakim olamadığı gibi bir algı yaratmaktadır. Fişleme iddiasının, MEB Müsteşarı Yusuf Tekin tarafından, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’nın kardeşi Atıf Ala üzerinden yapıldığı iddiası da dikkate değerdir ve paralel yönetim iddiasını güçlendirmektedir.
Bütün bu yaşadıklarımızdan hareketle, Bakan Nabi Avcı’ya tavsiyemiz, kendisinin Milli Eğitim Bakanı olduğunu hatırlamasıdır. Fişleme iddiasının üzerine, ne kadar gidebileceği şüpheli de olsa, gidebilmesidir. Her yolun bir sonu vardır, zulmün de sonu olacaktır, haksızlık yapanlar, kendi oluşturduğu çukurda er veya geç boğulacaktır. Tetikçiler korkak olur.
İSMAİL KONCUK
GENEL BAŞKAN