Ulusal Kanal'a konuşan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, 103 sivil toplum kuruluşundan oluşan Türk Dayanışma Konseyi'nin Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı hakkında toplumsal muhalefet başlatmaya hazırlandığını açıkladı
Ulusal Kanal'a konuşan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, 103 sivil toplum kuruluşundan oluşan Türk Dayanışma Konseyi'nin Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı hakkında toplumsal muhalefet başlatmaya hazırlandığını açıkladı. Akyıldız'ın Ulusal Kanal'da çıkan konuşması şöyle:
KAMU YÖNETİMİ TEMEL KANUNU HAKKINDA KAMUOYUNDA BELLİ BİR BİLİNÇ OLUŞTU MU?
Kamu Yönetimi Temel Kanunu'na karşı özellikle sivil toplum kuruluşları tarafından ciddi bir tavır oluşmaya başladı. Bunu gündemde tutmaya çalışmamız lazım. Bizim tespitlerimize göre, vatandaşın bu konuda gerçekten büyük eksiği var. Ya söylemlerimiz vatandaşa ulaştırılmıyor ya da söylemler çok küçümsenmek suretiyle, bildiği okuma politikası izleniyor. Açıkça şu ifadeyi kullanacağım; siyasi irade topluma, özellikle toplumun temsilcileri olan sivil toplum kuruluşlarına psikolojik bir savaş ilan etmiştir. Ama daha önce bunun örnekleri görülmüştür ve siyasi iradeler bu savaşı hep kaybetmişlerdir.
KAMU YÖNETİMİ TEMEL KANUNU 11 AYLIK ÇALIŞMANIN ARDINDAN, SİZİN DEYİMİNİZLE KAPALI KAPILARIN ARDINDA GÖRÜŞÜLDÜKTEN SONRA, GENEL KURUL'A GELDİ. BU KANUN TASARISININ ÇALIŞANLAR AÇISINDAN ANLAMI NEDİR?
Ben kamuoyunda bu değerlendirmenin çok daha net yapılacağına eminim. 11 aylık bir süreç yaşandı Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı'nın kamuoyunun gündeminden Meclis'e taşınması noktasında. Yanlış hatırlamıyorsam, geçen sene 22-23 Şubat tarihlerinde Ankara'da bir sempozyum gerçekleştirildi ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Yasa Tasarısı, o sempozyumla kamuoyunun gündemine taşındı. O sempozyum sırasında çok sayıda oturum gerçekleştirildi. O oturumlardan bir tanesine kamu yönetiminde taraf olanlardan birisinin temsilcisi, yani bizlerin bulunduğu bir oturum da gerçekleştirildi. Biz orada Türkiye Kamu-Sen olarak net bir şey söyledik; Türkiye'de devletin yapısında kamu hizmetinin sunulmasında zaafların yaşandığını, bir hantallığın oluştuğunu ve bunun değiştirilmesi gerektiğini söyledik. Sorunların birçoğunun yerel yönetimlerde çözümlenebilecek düzeyde olduğunu ancak, merkezi idarenin yetkilerinin devrinin kullanılması noktasında çok istekli olmamasının bugüne kadar tartışmalı olarak kamu yönetimi konusunun süregeldiğini ifade etmiştik. "Bu süreçte, özellikle geçmiş iktidarlar döneminde "Kamuda Reform", "Devletin Yeniden Yapılandırılması" gibi çalışmalar yapıldı. Ancak, konu kamuoyunun gündemine bir türlü taşınamamıştı. 3 Kasım seçimlerinde vatandaş bir karar verdi; "Türkiye'nin tek başına, güçlü bir iktidara ihtiyacı vardır" dedi ve kararını AKP yönünde kullandı. AKP'yi kutluyoruz. Devletin yönetimini tek başına üstlenmek bunun bir sorumluluk getirdiğini gösterir. Eğer, bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmezseniz, vatandaşın bu konudaki tepki 3 Kasım'da diğer partilere nasıl gelişti ise size de aynı şekilde gerçekleşecektir. Bu sorumluluğun yükünü taşıyın" dedik. 23 Şubat'ta yapılan bu sempozyum bu anlamda bu sorumluluğun yerine getirilmesi noktasında bizi umutlandırmıştı. Görüşlerimizi ifade ederken de, devletin hantal yapısının ortadan kaldırılabilmesi için merkezi yönetimde ve adem-i merkeziyetçilik ilkesiyle yerel yönetimlerde bir dengenin oluşması gerektiğini, vatandaşa sunulacak kamu hizmetinin kamu yararını ön plana çıkartarak dengeli bir şekilde sunulması gerektiğini önermiştik. Bununla ilgili yöntemlerin geliştirilebileceğini ve bu çalışmaların içinde doğrudan bulunmak istediğimizi ifade etmiştik. Bu sempozyum 22-23 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilmişti. Ondan sonra Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile ilgili çalışmalar adeta battı, yer altına gömüldü. Gözden ırak ve kapalı kapılar ardında, birtakım kuruluşların atölye çalışmalarını yaptıkları bir noktada bir kanun tasarısı çıktı ve iki ay öncede kamuoyuna bu açıklandı ve Türkiye'de ilk defa bir kanun tasarı halinde kamuoyunun önüne sunuluyor, onun gerekçesi bir kitap halinde kamuoyuyla paylaşıldı. Değerlendirmeyi yaparken, neler anlatıldı, neler konuşuldu? sempozyumda ve sonraki dönemde yaptığımız değerlendirdiğimizde, sempozyumda ortaya çıkan kamuda yeniden yapılandırma, özelleştirme ve yerelleştirme öne çıkartılmış. Kamu personelinin daraltılması ve özellikle 4 ülkenin uygulamasının öne çıkartılması, performans değerlendirmesi, esnek istihdam, norm kadro ve toplam kalite unsurları öne çıkartılacak. Ücret belirlemesi ve insan istihdam edilmesi noktasında bir program oluşturulacaktı. Ancak bu programın kamuoyuna yansıyan biçimi ile hazırlanan tasarıya bir baktık ki, birbirinden çok farklı, o hedeflere götürecek yollar ve amaçlar çok değişik. Nerede değişik? Birincisi; hazırlanan tasarıda adeta federal bir yapının altyapısı hazırlanıyor.
EFENDİM ŞU KONUYA DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM; BİR BÖLÜNME TEHDİDİNDEN BAHSEDİYORSUNUZ. ONU MU İFADE EDECEKSİNİZ?
Onu ifade edeceğim. Bakın çok basit şeyler söyleyeceğim. Tasarının birkaç maddesinden örnekler vereceğim. Üniter yapıyı bozacaktır, kamu yararı ve kamu hizmeti ortadan kalkacaktır. Federal yapıya götüren, adeta şehir devletçiliğine götüren bir yapıyı ortaya çıkartacaktır. Nereden buna varıyorum? Öyle bir madde var ki, kanunda. Yerel yönetimler stratejik noktada karar alma yetkisine sahip olacak, yerel yönetimlerin aldığı bu karara karşı merkezi idareler önleyici bir karar alamayacak. Onun ötesinde yerel yönetimler kamu hizmetini yerli-yabancı şirketlerle, konusunda uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşlarına yaptırabilecektir. Bunun anlamı çok açıktır. Türkiye'nin hassas bölgeleri var. Özellikle dikkat edilmesi, zaafiyet yaşanmaması gereken bölgeleri var. Kuzey Irak'ta ve Irak'ta gerçekleşen, Irak'ın yönetimi ile ilgili, Irak'ın yeniden şe-endirilmesiyle ilgili gelişmeler, Kürdistan Federasyonu adı altında federasyon çalışmalarının yapılması, bizim bölgemizdeki yerel yönetimlerin bağımsızlıklarını, kendi iradelerini ön plana çıkartacak zeminlerin yasal olarak hazırlanmış olması, bir sıkıntıyı beraberinde getirecektir. Türkiye bir parçalanma eğilimine sokulacaktır. Bu risk vardır. Bunun önüne geçmenin yolu, bu kanunun önü geçilmesidir. Nasıl böyle bir risk vardır; İkiz Yasalar, bizim ihanet yasası olarak nitelendirdiğimiz, yerel yönetimlerin, etnik kökene sahip grupların ekonomik olarak kendi geleceklerini tayin haklarının uluslar arası sözleşmelerle teyit edilmiş olması ve sözleşmeyi Türkiye'nin de imzalamış olması. Aynı zamanda, kendi geleceklerini tayin hakkı, self-determinasyon dediğimiz, ilkenin ön plana çıkması bizi bu ülkelerle birlikte, aynı bölgede meydana çıkan değişikliklerle birlikte mütalaa edildiğinde parçalanma tehlikesini görmemek, bana göre, körlüktür. Bu onun zemini ortaya çıkarmaktadır. Yerel yetkililer ortaya çıkmaktadır. Yani belediye kendi sınırları içerisinde farklı bir eyalet görüntüsü halinde hareket etme imkanına sahip olacaktır. Kararlar alacaktır, uygulayacaktır ve özellikle idare vesayet denetimi bile kullanılamaz hale gelecektir. Daha geçenlerde 35 tane belediye bir araya gelip, bölge için ve ülke için oldukça düşündürücü açıklamalar yapmışlardır. 30 bin insanımızın katilinin serbest bırakılması için deklarasyon yayınlamışlardır. Kendi sorunlarının çözümü için bir ortak kurul toplantısından bahsetmektedirler. Bu çalışmaların içersinde Kuzey Irak'ta oluşturulan Kürt Federasyonu'nun belediyeleri ile irtibat halindedirler. Böyle bir şeye göz yummak, bizi ciddi şekilde riske sokacaktır. Bu yüzden, Türkiye Kamu-Sen olarak Kamu Yönetimi Temel Kanunu'nun ülkeye getireceği, devletin yeniden yapılanması anlamında getireceği hiçbir şey yok. Aksine, ülke için, millet için risk taşıyan özellikleri vardır, hususiyetleri vardır. Mutlak surette bu kanunun Meclis'ten geçmemesi gerekmektedir. Ama, Meclis'ten böyle emrivakilerle, böyle inatlaşmalarla Meclis'ten geçirtecek olanların dikkat etmesi lazım. Siyasi irade, bu konuda, "Ben güçlüyüm", "Ben büyüğüm" noktasından hareket ettiği takdirde, şöyle geçmişe baksın, 80 yıllık cumhuriyetimizin geçmişinde bu şekilde toplumla inatlaşıp, toplumun temsilcileri ile inatlaşıp, çok kısa süre içersinde toplumdan cevabını aldıklarını bilmelidirler. 3 Kasım 2002 bunun bir örneğidir. Bunu hatırlatmak isterim.
BİR DE BU TASARININ MECLİS SÜRECİ VAR. SİZİN DE BU SÜRECİN İÇİNDE YER ALMAK, KOMİSYON ÇALIŞMALARINA KATILMA TALEBİNİZ VAR. FAKAT BİR CEVAP ALAMADINIZ.
Cevap alamadığınız gibi, komisyon çalışmalarını izledik. Şimdi çıkıyorlar, hukuki zeminde olmayan bir tavır sergilendiğini, CHP'nin tepkisini ifade etmeye çalışıyorlar. Bunun savunulacak bir tarafı yoktur. Komisyonların çalışmaları, ilgili milletve-erinin komisyonlara katılma haklarını vardır. Onun dışında sivil toplum kuruluşları davet edilebilir, ilgili kuruluşlar çağrılabilir. Biz talep etmiş olmamıza rağmen, biz oraya çağrılmadık. Bırakın, milletve-eri dışarı çekilerek, kapılar kapatılarak, salon değiştirilerek çalışmalar yapılmıştır. "Kanun hakkında görüşmeler yapılmış mıdır?" diye sormak lazım. Biz iddia ediyoruz, o görüşmeler yapılmamıştır. Anayasaya aykırı bir hükümdür. Madde madde üzerinde tartışılması gereken kanun tasarıları, kanun taslakları görüşülmeden Meclis'e indirilmiştir. Ama burada görüşülmeden Meclis'e indirildiği kanaati hakimdir. Çünkü, muhalefetin dışarıya çıkarıldığı, basın mensuplarının içeriye alınmadığı, hiç kimsenin davet edilmediği bir salonda görüşme yapıldığı kanaati kesinlikle bir iddiadır, onun ötesinde gerçekleştirilmediği kanaatini hakim kılacaktır.
TASARIDAN TEKNİK OLARAK ETKİLENECEK KESİMLERİN DIŞINDA, GENEL, ULUSAL KAYGILAR ÇERÇEVESİNDE KİTLE ÖRGÜTLERİNİN ÇALIŞMALARI VAR. EYLEMLER, ETKİNLİKLER DÜZENLEYEREK BU TASARIYA KARŞI BİR MÜCADELE ZEMİNİ GENİŞLEYEREK BÜYÜYOR. BUNLARI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?
Bir kere öncelikle şunu ifade etmek istiyorum; Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki Genel Kurul çalışmalarına CHP katılmayacağını açıklamıştır. Yani Meclis içerisinde muhalefet tepkisini ortaya koymuştur. Ancak biz, gözümüzün önünde olsun istiyoruz. Muhalefetin katılmadığı ve desteklediğimiz bu tavrını sivil toplum kuruluşu olarak, Türkiye Kamu-Sen olarak talep ettik, "Biz tek başına AKP'nin o kanunu Meclis'te nasıl görüştüğünü izlemek istiyoruz" dedik. 150 kişilik bir grupla kanunun Meclis'teki sürecini izlemek için TBMM'den talebimiz oldu. Diğer sivil toplum kuruluşlarının da bunu önümüzdeki günlerde gerçekleştirecekleri kanaatindeyim. Biz bu kanun tasarısında siyasi iradenin gücünü nasıl sergilediğini izlemek ve kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Ama iş bununla bitmeyecektir. Biz sivil toplum kuruluşları ile birlikte hareket etmek için bir çalışma yapıyoruz. Herkes kendi dalında tepkiyi ortaya koyuyor. Süreç içinde tepkiler bütünleşebilir ama bu görüşmelerin sağlıklı bir noktaya gelmesi ile ilgili. Türkiye Kamu-Sen olarak 103 sivil toplum kuruluşun bir arada olduğu Türk Dayanışma Konseyi var. Burası herhangi bir kaygı ve yasal zemin içinde oluşmuş bir yer değil, burası gönüllü, bir araya gelip sorunların konuşulduğu bir zemindir. Türkiye Kamu-Sen oraya dahildir. Sendikaları da dahildir. Biz Türk Dayanışma Konseyi'nin icra heyetine bir talepte bulunduk. Kamu Yönetimi Temel Kanunu ciddi bir kanun, ciddi bir tasarı. Türkiye'de bulunan sivil toplum kuruluşları, Türk Dayanışma Konseyi olarak bir aradaysak, bu tasarıyı birlikte değerlendirelim ve eğer tepki göstereceksek birlikte tepki gösterelim diye bir tavrımız oldu. Bu tavrımız olumlu karşılandı. Şimdi bunun toplantısını yapacağız. Aksilik olmazsa basınla birlikte kamuoyunun önüne çıkmak istiyoruz. Gerçekleştirdiğimizde kamuoyunu daha iyi bilgilendireceğimize inanıyoruz ve önümüzdeki günlerde bu kanunla ilgili ilk söylemimizde ülkenin parçalanmasına yol açabilecek gizli bir kanundur, bunun alt yapısı çok tehlikelidir, federatif yapının temel taşlarını oluşturmaktadır dediğimizde bunu söyleyen birkaç kişiydi. Bununla ilgili en önemli tepkimizi Ekonomik Sosyal Konsey'de gösterdik biz. Ekonomik Sosyal Konsey'in ömrü de hatırlarsınız, 7 Kasım'dan önceki Ekonomik Sosyal Konsey'e "Türkiye Ulusal Programı"na destek veriyor imajı vermek üzere toplantıya çağrıldığını iddia ederek, böyle bir belgenin altına imza atmayacağımızı ifade ederek, toplantıya katılmamıştık. Daha sonra katıldığımız toplantıda Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile ilgili açıklamalar yaptık ve bu konudaki endişelerin giderilmesi gerektiğini belirttik, tespitlerimizi de sunduk. Ama, Türkiye Kamu-Sen'in bunları bir hamaset duygusu ile ifade ettiği söylemi ile karşı karşıya kaldık. Bunlar samimi endişelerdi ve bu endişelerin ortadan kaldırılması için Türkiye Kamu-Sen elinden geleni yapacaktır. Türkiye'nin bölünmesine parçalanmasına zemin hazırlayacak hiçbir oluşum hiç kimsenin haddi olamaz. Bu nedenle kararlı bir politikayı izlemeye devam edeceğiz. Öyle sanıyorum, Türk Dayanışma Konseyi de bu konuda söylemini geliştirecektir. Diğer sivil toplum kuruluşları da bunu yüksek sesle ifade etmeye başlamışlardır. Türkiye'de toplumsal muhalefet dediğimiz olay gerçekleşecektir ve siyasi irade bunun farkına varmak zorundadır.