Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Kanal B’de canlı yayınlanan “Güncel” programına konuk oldu
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Kanal B’de canlı yayınlanan “Güncel” programına konuk oldu. Programda toplu sözleşme sürecini değerlendiren Genel Başkan İsmail Koncuk, masada memurun satıldığını söyledi.
İsmail Koncuk şunları söyledi:
2 GÜNLÜK TOPLU SÖZLEŞME
“Bu sene, kötü bir toplu sözleşme dönemi yaşadık. Normalde, 1 Ağustos -31 Ağustos tarihleri arasında yapılması gereken toplu sözleşme görüşmeleri 2 günde bitti. Bazı basın yayın organlarında Hükümetle sendikalar anlaştı gibi haberler var oysa gerçek böyle değil. Gerçeği, bu toplu sözleşme görüşmelerinde Hükümetle, Memur-Sen anlaştı. Bu toplu sözleşme kararlarını, biz de Türkiye Kamu-Sen olarak reddediyoruz. Toplu sözleşmenin bir ayda bitmesi gerekirken, alel acele iki günde sonuçlandırılması; kamu çalışanlarının yüzlerce probleminin gündeme gelmemesi ve bu sorunlara çözüm bulunmaması anlamına geliyor. Bu toplu sözleşmeler 31 gün sürseydi, daha neleri alabilirdik, neleri feda ettik; bunun hesabının verilmesi gerekiyor.
BU SONUÇLAR İTİBARİYLE MEMUR MASADA SATILMIŞTIR. 1150 TALEPTEN SADECE 30 TANESİNİ KABUL ETTİRMEK ‘TARİHİ BİR BAŞARI’ DEĞİLDİR.
6 Ağustos tarihinde hizmet kolu bazında sendikaların taleplerini görüştük ve bayram sonrasında yeniden görüşmek üzere biz masadan ayrıldık. Sayın Faruk Çelik, kendilerinin tekliflerin revize edilmesi noktasında çalışacağını söyledi. Sayın Bakana da ifade ederek, bir sonraki gün toplantı yapılmayacağı konusunda görüşüp, ben memleketime gittim. . Ben memleketimdeyken, resmi olarak bayram tatilinin başlamasına bir saat kala beni aradılar, toplu sözleşmeye davet ettiler. Mesele toplu sözleşme de değil. Aslında anlaşma sağlanmış. Biz ayrıldıktan sonra Ahmet Gündoğdu ile Sayın Bakan arasında bir anlaşma sağlanmış. Toplu sözleşmenin sonuçlarını açıklamak için bizi davet ettiler. Kanun gereği, biz toplu sözleşme masasının üyesi, toplu sözleşme görüşmelerinin tarafıyız. Bizim yokluğumuzda iki kişi, oturup böyle bir anlaşma yapıyorlar. Bu, pazarlıkların Türkiye Kamu-Sen’den kaçırıldığı, masanın bizden kaçırıldığı anlamına gelir. Dolayısıyla bu toplu sözleşme, iki güne zorla sığdırılan bir anlaşma oldu.
Bu sonuçlar itibariyle memur masada satılmıştır. Neden satılmıştır? Çünkü, toplu sözleşmenin bitimi 21 Ağustos olarak belirlenmişken, kamu çalışanlarının sorunlarının masada görüşülmesi için daha 14 gün varken, toplu sözleşme imzalanması başka türlü nasıl izah edilebilir? Kaldı ki, bu iki günlük süre zarfında çocuk ve aile yardımı artışı bile konuşulmadı. 2 milyon 400 bin kamu görevlisi ve 1 milyon 800 bin emekli dahil, 11 hizmet kolunu yakından ilgilendiren bir çok konu konuşulup, tartışılamadı.
Masada, Memur-Sen’e bağlı 10 hizmet kolu, KESK’e bağlı bir hizmet kolu yetkili olarak oturuyor. Sendikaların toplam talepleri yaklaşık 1150 tane iken, mutabakat metninde sadece 25- 30 tanesi kabul edilmiş gözüküyor. 1150 tane talep masaya getireceksiniz, bunların sadece 30 tanesi kabul edilecek. Sonra da bu duruma tarihi başarı diyerek milleti kandıracaksınız. Böyle bir ayıp olabilir mi ?
Bu süreçte gösterdiği taraflı tutum nedeniyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik’i de kınıyorum. Sayın Bakanın basına yansıyan açıklamalarını okudum. “Toplu sözleşme sürecini normal süreçte götürdük, 4,5 -5milyon insanı yakından ilgilendiren bir durum olduğu için acele karar vermek zorundaydık.” şeklinde açıklama yapan Sayın Bakana sormak istiyorum; “Niye acele karar vermek zorundaydınız Sayın Bakan? Salı ya da Çarşamba günü karar verince, Perşembe günü bu artışlar memurun maaşına hemen yansıyacak mı? Hayır. Bu artışlar altı ay sonra 2014 Ocak ayından itibaren maaşlara yansıyacak. Aceleniz ne?” Bayram öncesi müjde vereceğiz” dediğiniz memurların cebine, bu artışlarla Ocak 2014’den itibaren sadece 123 lira yansıyacak. İnsanlar, bir yıl boyunca, bu 123 lirayla geçinecek.
EYLEMLERİMİZLE MASAYI BASKI ALTINA ALABİLİRDİK, SONUÇLAR KAMU ÇALIŞANLARININ LEHİNE ÇIKABİLİRDİ.
Yaptıklarının ne anlama geldiğini kendileri gayet iyi biliyor. Bayramdan önce bu işi bitirin diye, bir yerlerden talimat almışlar. Faruk Çelik’in Ahmet Gündoğdu ile yaptığı çalışma takviminde, son gün 21 Ağustos olarak önümüze geldi. Ama bu takvimin dışında, 14 gün önceden toplu sözleşme imzalandı. Bu durumda sizin aklınıza ne gelir? Sizin o masada olmamanız isteniyor. Çünkü, o masada olursak çok sert tepki vereceğimizden endişe ediliyor.
Biz toplu sözleşmenin normal sürecinin 21 Ağustos’ta son bulacağını esas alarak, 15-16-17 Ağustos tarihlerinde, Ankara’da eylem planlamıştık. Toplu sözleşmeyi bayramdan önce apar topar bitirerek, diğer sendikaların yani Türkiye Kamu-Sen ve KESK’in eylem yapmalarının da önüne geçilmek istendi. Biz yine eylem yapacağız ama eylemlerimizle, toplu sözleşme masasını baskı altına almak istiyorduk.
Bu toplu sözleşmenin bir özelliği daha var. Bu toplu sözleşmede, memur sendikalarının eli daha güçlüydü; çünkü, 2014 yılının Mart ayında yerel seçimler, arkasından Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015'de genel seçimler yapılacak. Bu atmosferde, seçim sürecinde biz, toplu sözleşme masasına oturuyoruz. Toplu sözleşme sürecinde ciddi eylemler düzenleyerek masayı baskı altına alır ve taleplerimizin bir çoğunu hayata geçirme imkanı bulabilirdik.
En büyük hizmet kolu eğitim ve öğretim hizmet kolunda, Eğitim-Bir-Sen 100’den fazla talep ortaya koymuş. Bunlardan sadece bir tanesi kabul görmüş. Eğitim hizmet kolunda sadece bir talep hayata geçti. Ama bu durumu “tarihi başarı elde ettik” şeklinde açıklama yaparak geçiştiriyorlar. Bu nasıl bir tarihi başarıdır? Kimseyi aldatamazsınız. Siz sadece kendinizi aldatmış olursunuz.
Türkiye Kamu-Sen olarak, 7 Ağustos ile 21 Ağustos arasında kalan bu 14 gün boyunca bu müzakereler sendikacılığa uygun bir şekilde yürütülebilseydi, onlarca konuda başarı elde edebilirdik, 175 lira zam 250 -300 liraya çıkartılabilirdi, öğretmenlerimizin ek ödeme problemi çözülebilirdi, 4/C’lilerin kadro problemini halledebilirdik. Bakan, “masada statü değişiklikleri konuşulamaz” diyor ancak, bu doğru değil. Geçen yıl aynı masada ARFF memurlarının Genel İdare Hizmetler Sınıfına alınması sağlandı. 4/C’lilere kadro verilmesi de sağlanabilirdi.
4/C’Lİ ÇALIŞANLARA VERİLENLER BİR BORÇTUR, KAZANIM OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ.
4/C’liler eğer kadroya alınsaydı en düşük dereceli 4/C’li kardeşimizin en düşük maaşı 2000 liranın üzerine çıkacaktı. En önemlisi iş güvencesine sahip olacaklardı. Bu durumda 4/C’liler de masada satılmış oluyorlar. 4/C’lilere aile yardımı verdik diyorlar. Zaten yıllardır 4/C’lilerin aile yardımından yararlandırılmaması, bu ülke açısından utanç tablosuydu. Bütün çalışanlar aile yardımı alırken, 4/C’lilerin aile yardımı alamaması bu ülkeyi yönetenler açısından bir ayıptı. Bu bir gelişme değil, bu bir borçtu; bu borcu yerine getirdiler. Kadro meselesi bu masada enine boyuna tartışılsaydı, müsaade etselerdi, biz eylemlerimizle masayı baskı altına alabilir ve birçok hakkı kazanabilirdik.
Tam 1500 lira ek ödeme alan kamu görevlileri varken en düşük sınırdan, 473 lira ek ödeme verilerek iki yıldır mağdur edilen öğretmenlere verilen eğitim öğretim tazminatının da yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.
Akademisyenlerimizin eğitim öğretim tazminatı ve ek ödemeleri de artırılmamıştır. Bu masada, akademisyenlerimiz unutulmuşlardır. Bütün bunları görmeyeceğiz, bunları değerlendirmeyeceğiz, sonra “memur masada tarihi başarı elde etti” diyeceğiz. Masada alınan da sadece 123 liralık bir zamdır.
Vatandaşa tarihi başarı diye yutturulmaya çalışılan toplu sözleşmede 2014 yılının enflasyon farkı da unutulmuştur. “2014 yılının belli bir tarihi itibariyle, enflasyonun makul bir oranı aşması halinde, tüm memurlarımıza enflasyon farkı yansıtılacaktır” şeklinde bir karar alınabilinirdi. Bu kadar basit bir ayrıntı bile düşünülememiş, metne dahil edilememiştir.
Ortada olan bir gerçek daha var ki; 2050 liradan fazla maaşı olan memurlarla, 2634 liradan fazla maaş alan bütün öğretmenler, bu artışlar karşısında zarardadır. Bu saydığım memurlara yüzde 3+3 zam verilseydi, daha kârlı olurdu. Bu, yüzde 4+4 olsaydı daha farklı bir zam oranı yansıyacaktı. Derecelere göre, maaş oranlarına göre, bu anlaşmayı daha doğru bir şekilde dizayn etmek mümkün olabilirdi.
YETKİLİ SENDİKA BAŞKANI, SAYIN FARUK ÇELİK’E “ZAT-I ŞAHANE” DEDİ.
Yetkili konfederasyona bağlı sendikalardan birinin genel başkanı Diyanet-Sen’in Genel Başkanı Mehmet Bayraktutar, toplu sözleşme görüşmelerinde bir cümle kullandı. Sayın Bakanla konuşurken, “Sayın Bakanım din görevlileri sayenizde birçok kazanım elde etti. Zat-ı şahanelerinizin gayretleriyle daha çok kazanım elde edeceğimize inanıyorum” diyor. Bir sendika, eğer masadaki Kamu İşveren Heyetinin Başkanına, “Zat-ı Şahaneleri” diye hitap ederse, Faruk Çelik’i padişahlara uygun görülen bir ifadeyle selamlarsa, o Faruk Çelik de size şahane şahane işlerle karşılık verir. Böyle 123 liralık zamlara mahkûm eder. Böyle bir yaklaşım olmaz. Pazarlık yaptığınız, sizinle eşit statüdeki insana bu şekilde hitap ederseniz, onun patronluğunu en baştan kabul etmiş olursunuz. Bu şekilde de pazarlık yapamazsınız.
OTURMA DÜZENİ DE TOPLU SÖZLEŞMEYE UYGUN DEĞİLDİ
Toplu sözleşme masasında geçen sene taraflar karşılıklı oturmuştu. Bu sene, Sayın Faruk Çelik ile Memur-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu masanın başına geçmişler ve yan yana oturmuşlardır. Ben de tepki olarak, “Memurlarımızın gözü aydın, iki patronumuz oldu. Biri Sayın Faruk Çelik, diğeri Sayın Gündoğdu” şeklinde açıklama yaptım. Ancak, böyle bir oturma düzeni olmaz. Onlar heyet başkanları, heyetin patronları değil. Bu heyetin içerisinde, temsil noktasında bulunan, kanuni hakları itibariyle oturan kişilerdir, ama patron gibi, ağa gibi masanın başına oturmak, işi baştan sulandırmak anlamına geliyor. İşin doğrusu tarafların karşılıklı oturmasıdır. Umut ederim ki, bundan sonraki dönemlerde bu toplu sözleşme düzenini değiştirirler, değiştirmezlerse yine tepki gösteririz.
KAMU GÖREVLİLERİNİN BİRÇOK SORUNU GÖRÜŞÜLEMEDİ
Kamu çalışanlarının birçok sorunu masada yer almadı. Toplu sözleşme öncesi, 2005 yılından sonra göreve başlayan memurlara bir derece verilmesi üzerinde mutabakatımız vardı. Devlet memurlarına sicil affı verilmesi konusu da masaya getirilmedi. Bu masayı, “Memur iki yılını kaybetmiştir” şeklinde tanımlayabilirim. Üzücü olan budur. Memurun hem sosyal hakları yönünden, hem ekonomik hakları yönünden iki koca yılı yani 730 günü maalesef boşa gitmiştir. Bu ne için yapılmıştır? Sebep nedir? Birileri çıksın bize desin ki, biz hedeflerimize ulaştık. Ortaya konulan 1150 talepten sadece 30 tanesini kabul ettirebiliyorsanız, hedeflerinize ulaşamamışsınız demektir. Kamu çalışanlarının büyük bir kısmı bu zamdan ötürü zarar ediyorsa, memur, sadece 123 lira zamla bir yılda idare edecek duruma düşürülüyorsa, 2015 yılı masada hiç konuşulmamışsa, memurlar açısından önemli bir kazanım elde edilememiştir.
Bazı örnekler vermek gerekirse; mesela Başbakanlık Müsteşarının bu zamlarla sosyal yardımlar dahil, maaşında yüzde 1,64 artış oluyor, 16 yıllık pratisyen hekim yüzde 3,38, avukat yüzde 3,78, mühendis yüzde 3,47 zam alıyor. 3+3'lük zammı asla savunmam ama, yüzde 3+3’lük zam bile, bu saydığım memurlar için, daha yüksek oranda maaş zammı anlamına gelmektedir.
Öğretmenlerimiz 75+75 liradan dolayı biraz iyileştirme aldılar. Onlar zaten ek ödeme mağduriyetini 2 yıldır yaşıyorlar. Verilen bu eğitim öğretim tazminatı bu zararı asla karşılamaz. Eğitim öğretim tazminatı emekliliğe de yansıtılmıyor. 16 yıllık şube müdürü de yüzde 4,87 zam alıyor. 16 yıllık hizmetli yüzde 6,91’lik bir artış yaşayacak. Maaşları düşük olan kesim için yüzde 6’ın biraz üzerinde bir artış meydana geliyor. Sağlık memurlarında da yüzde 5,07’lik artış oluşuyor. Kısaca, memuru masada birileri pazarladı. Bizi ilgilendiren taraf budur. Bunu gündemde tutmaya devam edeceğiz.
BÜTÜN KAMU ÇALIŞANLARININ SENDİKAL TERCİHLERİNİ. SENDİKAL ANLAYIŞA UYGUN ŞEKİLDE YAPAN SENDİKALARDAN YANA KULLANMASI GEREKİR.
Toplu sözleşme imzalanmıştır. İmzalandıktan sonra hakem kuruluna gidilmez. Sadece KESK’e bağlı Kültür Sanat-Sen Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna itiraz etme ihtimali var. Sayın Ahmet Gündoğdu, kendi hizmet kollarında kendi sorunlarıyla ilgili bir itiraz yetkisine sahiptir ancak o da iki günde imza atarak, itiraz hakkını kullanmama yolunu seçmiştir.. Ahmet Gündoğdu bu Kanunla, böylesine bir güçle donatılmıştır. 445 bin üyesi olan Türkiye Kamu-Sen, bu toplu sözleşme sonuçlarına, hakem kuruluna itiraz etme hakkına sahip değildir. Oysaki talepleri 14 gün boyunca tartışıp, gerekirse hakem kurula götürseydik, kurulda da üç beş tane sosyal hakkı geçirseydik bu süreç kamu çalışanlarının menfaatine tamamlanmış olurdu. Bütün bunlar bir sendikal stratejiyi, sendikal tecrübeyi gerektirir. Teslim olmamış bir sendikacılık anlayışının yapabileceği işlerdir. Türkiye’de sarı sendikaları desteklersek, sarı sendikaların bu ülkede memurları temsil etmesine imkân verirsek, önümüzdeki yıllarda memuru A sendikası satar, daha sonra B sendikası satar. Onun için bizim sendikal tercihlerimiz, olması gereken sendikacılık anlayışı üzerine bina edilmelidir. Bütün kamu çalışanlarının bundan sonraki süreçte, sendikal tercihlerinin, sendikal mücadeleyi sendikal kurallara uygun şekilde yapan sendikalardan yana kullanmasının, kamu çalışanları açısından büyük yarar getireceğine inanıyoruz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI ÖNÜNE SİYAH ÇELENK BIRAKIYORUZ.
Türkiye Kamu-Sen olarak, bu süreçte yaşanan rezaleti görmezden gelemeyiz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yarın siyah çelenk bırakıyoruz. Bu işin apar topar yapılmasının, bir sorumlusu Ahmet Gündoğdu ise diğer bir sorumlusu da Faruk Çelik’tir. Masayı diğer Konfederasyonlardan kaçıran, Kanuna aykırı davranan, süreci Kanuna aykırı bir şekilde yürüten, Sayın Bakan’dır. Bu yüzden Sayın Faruk Çelik’i de, yetkili konfederasyonu da, Bakanlık önüne siyah çelenk bırakarak protesto edeceğiz. Çarşamba günü de tüm illerimizde, il temsilcilerimizin, şubelerimizin katılımıyla toplu sözleşme sürecinde yaşanan tarihi rezaleti Türkiye çapında protesto edeceğiz. Daha sonra da başka eylemlerimiz de olacak. Mesela, İstanbul’da, İzmir’de ve tüm illerimizde bölgesel eylemler yapabiliriz. Bilinmesi gerekin şudur ki, bu süreçte bu rezaleti sineye çekmeyeceğiz. Bu rezaleti kamu çalışanlarına yaşatanları, her platformda kamuoyuna deşifre etmeye devam edeceğiz.
Kamu çalışanlarının, Türkiye’de nasıl bir sendikacılık anlayışının var olması gerektiği konusunda karar vermesi lazım. Türkiye’de siyasi iktidarlara dayalı bir sendikacılık anlayışı almış başını gidiyor. Bunun nedeni biz değiliz. Bunun sebebi kamu çalışanlarının kendi tercihleridir. Eğer Türkiye’de kamu çalışanları pasif sendikacılıktan, mücadeleci kararlı bir sendikacılık anlayışına geçmeyi arzu ediyorlarsa, kamu çalışanlarının sendikal tercihlerini bu yönde yapmaları lazım. Kamu çalışanları ya iktidarla beraber yürüyen bir sendikal anlayışı ya da mücadeleci sendikal anlayışı tercih edecekler. Türkiye’de anladığımız anlamda, dünyada var olan sendikacılık anlayışıyla örtüşen bir sendikal mücadeleyi birlikte ortaya koymamız lazım. Bunun adı sarı sendikacılık değildir. Bütün sendikaları aynı kefeye koymanın doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Mücadele edenlerle, etmeyenler bir olmaz. Doğruları söylemek, bu ülkede çalışanlar tarafından muhalif olmak olarak değerlendiriliyorsa, doğru bir yaklaşım olmaz. Hükümetle kol kola girerek, eylem yapmayarak, tepki göstermeyerek sendikacılık yapılmaz. Sendikacılık doğruları söylemeyi gerektiren bir alandır. Kanarya sevenler derneği değildir. Türkiye Kamu-Sen mücadelesini bir takım riskleri göze alarak yürütektedir. İdarecilerin yanlışlarını kamuoyuna ilan ederken, memurun satıldığını gözler önüne sererken, şahsımızla ilgili bir takım riskleri de göze alıyoruz. Kamu çalışanları, doğruları söyleyen bizimle, bizim gibi sendikacılık yapanlar yerine, Bakana zat-ı şahane diye hitap eden sendikayı daha çok tercih ederse, kendi tutumlarını da gözden geçirmeleri gerekir. Sendikacılık muhalif bir duruş sergilemeyi gerektirir. İktidarla kol kola yürüyen, iktidarın yanlışlarını alkışlayan bir sendikacılık anlayışı olmaz. Bunları bildikten sonra biz, sendikal tercihlerimizi ortaya koyacağız. Sendikalar arasındaki farkı kamu çalışanları da mutlaka görmelidir.
100 BİN ÖĞRETMEN ATAMASI YAPILMALIDIR, ANCAK, İLK ETAPTA 42 BİN ATAMADA ADİL KONTENJAN DAĞILIMI İSTİYORUZ.
Türkiye’de bu ülkeyi yönetenler aile yapısının kutsallığından söz ederler. Ama çalışanların ailelerinin parçalanmasına da yıllardır göz yumarlar. Bunları düzeltmek adına mevzuatta da bir düzenleme yapmazlar. Milli Eğitim Bakanlığı bir takım tedbirler alacağını söylüyor ama nasıl tedbirler alınacağını biz bilmiyoruz. Özür grubu tayin döneminde birçok ailenin yine aynı sıkıntıları yaşayacağını görüyorum Bize düşeni biz mutlaka yaparız. Çalışanlarımızın her zaman yanında olduk. Sendikalar talep mercileridir ancak kendi meselemizin takipçileri olmalıyız. Biz eylem yapıyoruz, ancak 100 kişi geliyor. Gelin hep birlikte eylem yapalım. Sendika olarak bu organizasyonu yaparız, ama bizim gücümüz üyelerimizin gücüdür. Sıkıntıları olan bu arkadaşlarımızı eylemlerimizde yanımızda görmek istiyoruz. Birlikte, Milli Eğitim Bakanlığı önüne gidelim, ailelerimizle yaşadığımız dramı anlatalım. Bu arkadaşlarımızın kendi meselelerinin peşinde olmalarını istiyoruz. Sendika olarak, bu arkadaşlarımızın daha önce olduğu gibi yine yanında oluruz. Nasıl bir çözüm bulacaklarını hep birlikte görelim, ondan sonra Milli Eğitim Bakanlığı önünde derdimizi hep birlikte anlatırız.
Ataması yapılmayan öğretmenlerin de sorunları hala devam ediyor. Sayın Müsteşarın 42 bin öğretmen atamasından vazgeçileceği yönünde açıklamalarını görüyorum. Zaten 42 bin atama yeterli değildir. En az 100 bin öğretmen ataması yapılmasını istiyoruz. Ama ilk etapta 42 bin atamanın adil bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Yani adil bir kontenjan dağılımı yapılarak atama yapılması gerekiyor. 2014 Şubat ayında da yeni bir atamanın mutlaka yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
GENEL BAŞKANIN AÇIKLAMASI İÇİN TIKLAYINIZ