Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle, İl Temsilcilerimizin aşağıdaki açıklamayı basın ve kamuoyuyla paylaşmasını rica ederiz.
DÜNYA
İNSAN HAKLARI GÜNÜNE DOĞU TÜRKİSTAN’IN GÖLGESİ DÜŞTÜ
“İnsan hakkı denilen olgu, belli nitelikteki
düzenin sağlanabilmesi için gereken ilkeler bütünüdür ve zamana ve ortama göre
değişir, gelişir. İnsan hakkı kavramı,
temel tanımıyla, insanın sadece insan olarak doğmuş olmasından dolayı
sahip olduğu hakları ifade eder. Bu haklar, insanın yapısına ve
değerlerine ilişkin bilgilerden türetilmiştir. İnsanın sahip olduğu değerleri
geliştirmek, insanlığın davası olmalıdır. İnsan haklarını var edebilmek; eldeki
imkânlarla, insanlığın geldiği noktayı ve insan olarak değerini korumakla olur.
Bir canlının en önemli hakkı,
yaşama hakkıdır. Ona yaşama hakkı tanımadan başka hak ve özgürlüklerden
faydalandırmaya çalışmak anlamsızdır. Bugün dünyanın birçok bölgesinde hak ve
özgürlük kisvesi altında katliamlar yaşanmaktadır. Eğer evrensel bir değeri,
bir zümrenin uhdesine bırakırsanız, artık o değer evrensel olmaktan çıkar ve
kişisel bir durum halini alır. Ne yazık ki; tüm dünyada temel hak ve
özgürlükler konusunda yaşanan sorunlar, evrensel değerlerin bir grubun eline
teslim edilmesinden dolayı ortaya çıkmaktadır. Baskın güçler, kendi çıkarlarına
uygun bulduğu toplumlar için demokrasi ve insan hakkını öngörmekte, bunun
dışındaki toplumlara ise yaşama hakkı dahi tanımamaktadır.
Hep söylediğimiz gibi, biz
yüreğimizde Irak’ta dökülen kanın sızını duyuyoruz. Biz dağlık Karabağ’da
yaşanan Hocalı soykırımına ağıtlar yakıyoruz. Filistin’de, Arakan’da
yaşananlara ağlıyoruz. 1974 Kıbrıs Harekâtından önce Türklere yapılan soykırıma
varan etnik temizlik mezalim hafızalarımızdan silinmez. İran Türklüğünü
unutmayız, unutamayız. Batı Türklüğüne karşı Avrupalı ülkelerin yürüttüğü
asimilasyon temelli entegrasyona, inançlarımıza ve dilimize karşı yürüttüğü
anlaşılmaz tutuma hep birlikte “Hayır” deriz.
1757 yılından beri Çin işgali
altındaki Doğu Türkistan, boğazımızda düğümdür. Bir buçuk asırdan beri zulme
uğrayan, soykırım gören, evlerinden yurtlarından edilen soydaşlarımızın görmezden
gelinmesi ne Türkiye ne de dünya nezdinde bir anlam ifade etmiyorsa bugün
dünyada insan haklarından söz etmek mümkün değildir.
Çin zulmünden kaçan
soydaşlarımız, anayurtlarında yaşayan yakınlarından haber dahi alamazken, zulmün
boyutlarının soykırıma dönüştüğü görülmektedir. Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın
binlerce yıldır yaşadığı topraklar işgal altında olduğu gibi seyahat
özgürlükleri kısıtlanmakta, doğum kontrolü yoluyla nüfuslarına müdahale
edilmektedir.
Eğitim kampları adı altında tek
tip kıyafetlerin giydirildiği, kulelerde askerler tarafından kontrol edilen
toplama kamplarında işkencelere maruz bırakılan soydaşlarımızın yaşadığı zulüm
yürekleri dağlamaktadır. Dini inançlarına kadar müdahaleye uğrayan, zorla içki
içirilen kardeşlerimizin çektiği bu sıkıntıların, bilhassa İslam dünyasında
karşılığının olmaması anlaşılır gibi değildir.
Biz, öncelikle yaşama hakkına
inanırız. Yaşama hakkı topluma ve onun siyasal örgütlenmesi
olan devlete ciddi ve ağır görevler yüklemektedir. Devlet bir yandan
insanca yaşama hakkının sağlanması için gerekli
hukuksal örgütlenmesini kurarken, diğer yandan da toplumda var
olan ekonomik, sosyal tüm zayıflıkları gidererek, ilkeli ve objektif
yaşam şartlarını oluşturmalı ve korumalıdır. Bunun için kanunlar çerçevesinde
her türlü önlemi almak zorundadır. Yaşama hakkı öyle önemlidir ki, vatandaş
için devletin varlığı anlamına gelir. Devlet yaşama hakkının korunması için bir
taraftan hukuksal düzenlemeler yaparak bu hakkı güvence altına alırken
diğer taraftan da ekonomik ve sosyal yönden önlemler alarak insanca
bir yaşam sağlamak için gerekli koşulları hazırlar.
Çin hükümeti, zorla kendi
topraklarına kattığı ve zorla vatandaş yaptığı soydaşlarımızdan yaşama hakkını
dahi esirgerken hangi insan hakkından bahsedecek, hangi değerleri savunacağız? Bu
nedenle özellikle Birleşmiş Milletler’in dünyanın kanayan yarası haline gelmiş
olan bu soruna eğilmesini istiyoruz. Dünya İnsan Hakları Günü’nde Türk
hükümetinin de Birleşmiş Milletler nezdinde derhal girişimlerde bulunmasını
bekliyoruz.
Bir sendika olarak örgütlenme ve
hak arama mücadelemizi temel insan hakkı olarak kabul etmekte, kutsal bir hak olarak
telakki etmekteyiz. Bu hakkımızı kullanmak noktasında, ülkemizdeki
düzenlemeleri ve uygulamaları uluslararası sözleşmelerle belirlenen
standartlara çıkarmak için mücadele vermekteyiz. Ülkemizi yönetenlerden
talebimiz, uygar toplumlarda olan ekonomik, sosyal ve sendikal hakların ülkemiz
çalışanlarına da sağlanması yönündedir.
Günümüzde değişen toplumsal ve ekonomik yapı
nedeniyle, insanların büyük çoğunluğunun yegâne yaşam kaynağı, sahip oldukları
iş ve elde ettikleri gelirdir. Dolayısıyla en temel insan hakkından biri olan
çalışma hakkı, giderek daha yaşamsal hale gelmektedir. Küreselleşen dünyada,
küresel sermayenin, çalışanların elinden insanca yaşama hakkını almaması için
her çalışana kendisi ve ailesinin insanca yaşamasına yetecek kadar ücret alması
hakkını vermek zorundayız.
İnsan hakkı, kuşkusuz bir
evrensel değerdir. Ne bu değeri sahiplenmek ne de onun dağıtımını yapma hakkını
kendi tekelinde görmek insan hakkı kavramının özüne uygundur. Bugün gelinen
noktada insanlık için tek çıkar yol, barış içinde kardeşçe yaşamayı hedef alan
bir düzen sağlamaktır. Yaşama hakkı temelinde, nimetin ve külfetin eşit
paylaşıldığı demokrasiler inşa etmek zorundayız. Bizler insan hakkı gibi
kavramları; demokrasi, özgürlük gibi erdemleri birilerinin tekeline
bıraktığımız sürece yaşanan sorunlar devam edecek, bu kimseler adaleti,
istediği kimselere istedikleri kadar dağıtacaklardır. Unutulmamalıdır ki; insan
hakkı kisvesi altına sığınıp, katliam yapanlar karşısında; yaşama hakkını
kullanmak isteyenlerin verdiği mücadele daha kutsal, daha erdemli ve insan
haklarına daha uygundur. Bu nedenle insan haklarından bahsederken, yapılması
gereken ilk şey, insan hakkını zümrelerin, grupların ya da sermayenin
tekelinden kurtararak gerçek sahibi olan insana, şartsız, koşulsuz, “ama” sız
teslim etmektir”