12 Eylül darbesinin 39. yıl dönümüne ilişkin bir mesaj yayınlayan Genel Başkan Önder Kahveci, “Tam bağımsız Türkiye hedefimizden asla sapmayacağız” dedi.
Genel Başkan Kahveci yayınladığı mesajında şu satırlara yer verdi;
“Asırlardır bu topraklarda var oluş mücadelesi veren milletimiz, ihanetin her türlüsünü görmüş, acının her türlüsüne gark olmuştur. Gerek içimizden gerekse dışımızdan gelen saldırılar, pek çok defa sekteye uğratsa da Türk milletinin tarih sahnesindeki kutlu yürüyüşünü durduramamıştır.
Kimi zaman askeri güçleriyle kan kusan şer odakları kimi zaman da bizi bize kırdırmak, bizi bizimle durdurmak için harekete geçmişlerdir. Dünya düzenini elinde tutup bu düzene uygun ekonomik ve siyasi modellemeler yapan bu güçler, 1980’li yılları bir dönüşüm süreci olarak planlamış ve bu planı ülkemiz üzerinde de uygulamak istemiştir. Ülkemizde 24 Ocak 1980’de ekonomi politikalarının değişmesiyle başlayan bu dönüşüm süreci, 12 Eylül darbesiyle toplumun her alanına yansımıştır. 1980-1983 dönemi, insan hakları, demokrasi ve çalışanların hak ve özgürlükleri açısından karanlık yıllar olmuştur.
Bunalımlı yılların başlangıcı da denilebilecek 1980’ler, köyden kente göçün hız kazandığı, büyük ve sanayileşmiş şehirlerin, kırsal kesimden iş bulma umuduyla akan nüfusu taşıyamadığı, bu nedenle şehir merkezlerinin dışında gecekondu mahallelerinin ve bu mahallelerde yaşayan işsiz yığınların yarattığı gecekondu kültürünün oluştuğu; siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümü ifade eden bir dönemdir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeni, ülkeleri ve milletleri her yönüyle derinden sarsmaktaydı. Bu dönemde bir taraftan yanı başımızda yayılmacı bir politika güden komünist rejimin içimizdeki taraftarları diğer tarafta kapitalizmi bir sömürü aracı haline getirerek ülkeleri esaret altına almayı hedefleyen emperyalist yaklaşım, Türk milletini adeta bir kıskaca almış durumdaydı. Bütün bu tehditlere karşı ise vatanını ve milletini sevmekten başka bir derdi olmayan bir avuç vatan sevdalısı ülkemizi ve bağımsızlığımızı bir yerlere angaje etme adeta Türkiye’yi bir manda, bir sömürge ülkesi haline getirme amacı içindeki güçlere karşı fikrî ve ilmî bir mücadele yürütmekte, köyden kente göç eden temiz yürekli gençlerimizin beyinlerinin kökü dışarıda olan ideolojilerce işgal edilmesine mâni olmaya çalışmaktaydı.
İşte böyle bir dönemde 12 Eylül 1980’de ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir grup seçimle iş başına gelmiş iktidarı, silah zoruyla görevinden almıştır. Sonradan dönemin CIA Direktörü Paul B. Henze’nin “Our boys did it- Bizim çocuklar başardı” sözüyle ABD kaynaklı bir operasyon olduğu tescillenen bu darbe, öncesi ve sonrasında yaşananlarla ülkemizi derinden sarsmış, Devletimiz ve milletimiz üzerinde onulmaz yaralar açmıştır. 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra 1961 Anayasası askıya alınmış, ülke Milli Güvenlik Konseyi’nin kararlarıyla yönetilmeye başlanmıştır. Bu dönemde birçok milliyetçi gencimiz evlerinden, işyerlerinden alınarak zindanlara atılmış, tabutluk adı verilen işkence hanelerde türlü eziyetlere maruz bırakılmışlardır. Zulme uğrayanlar arasında çok sayıda milliyetçi dernek üyesi kamu görevlisi de bulunmaktadır.
Çeşitli kaynaklara göre 12 Eylül darbesiyle 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılanmıştır. Yargılananlardan 7 bin kişi için idam cezası istenmiş, 517 kişi idam cezasına çarptırılmış; bunlardan 50’si de idam edilmiştir. Darbe nedeniyle 388 bin kişiye pasaport verilmemiş, 30 bin kişi sakıncalı görüldüğü için işten atılmıştır. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılırken, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştır. Darbe sonrası çıkan olaylarda 300 kişi kuşkulu bir şekilde ölmüş, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelenmiştir. Bu dönemde aralarında kamu görevlilerinin kurduğu dernekler de olmak üzere tam 23 bin 677 derneğin faaliyeti durdurulmuştur. Gazeteler 300 gün yayın yapamamış, 13 büyük gazete için 303 ayrı dava açılmıştır. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirmiş; bunlardan 44’ünün ölümü kuşkulu bulunmuş, 14’ü açlık grevinde, 16’sı kaçarken, 95’i de çatışmada hayatını kaybetmiştir.
Hiç kuşkusuz ki 12 Eylül 1980 Darbesi, en derin yaraları; ülkenin geleceği, Türk milletinin dünya milletleri arasında hak ettiği yeri alması amacıyla çalışan vatansever, milliyetçi insanlar üzerinde açmıştır. Darbe, özellikle çalkantılı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkarak yerine Marksist, Leninist bir düzen kurmak amacında olduklarını ilan eden gruplara karşı, gerek kurulan kamu görevlileri dernekleri aracılığıyla gerekse bireysel yollardan mücadele eden kamu görevlileri açısından bir yıkım olmuştur.
Ülkenin dört bir yanında okullar, fabrikalar, işyerleri, kamu kurumları işgallerine uğrarken, kurtarılmış bölgeler ilan edilirken bu işgallere vatansever milliyetçilerden başka hiç kimse karşı koymamıştır. Asayiş ve düzenin bozulduğu yıllarda, hareket noktasını “Türk yurdunun ve milletinin bölünmez bir bütün olduğu esası” olarak belirlemiş vatandaşlarımız, fikri ve azmi ile işgallerin karşısında olmuş, devletin ve milletin bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunmuştur. Ancak, bozulan milli birlik ve beraberlik duygusunu yeniden inşa etmek, yıkılmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını korumak adına yola çıktığını iddia eden darbeciler, devletini ve milletini seven insanlarla devleti yıkmayı hedefleyenleri aynı kefeye koymuş, aynı muameleye tabi tutmuştur.
Bir nesil; vatanı, imanı ve hürriyeti için ölüme koşarken öldürülen öğretmenlerin, işçilerin ve memurların arkadaşlarının birçoğu cezaevlerinde terörist muamelesi görmek ve denge adına, işkencelere uğramaktan dolayı kırılmış, birçoğu da uğradıkları eziyet ve kötü muamelenin etkilerini üzerinden silmeye çalışırken terörist olarak görülmenin acısıyla yaşamak zorunda kalmıştır.
12 Eylül Darbesi; öncesinde darbeye ortam sağlamak ve “Şartların olgunlaşması” adına körüklenen anarşi ortamında, binlerce vatan sevdalısı evladımızı toprağa verdiğimiz, sonrasında ise nice gencimizin haksız yere idam sehpalarına yollandığı, işkencelerle dünyalarının karartıldığı acıların sebebidir.
Bu darbenin bir benzerini yine aynı kaynaklar 15 Temmuz 2016’da denediler ancak bu sefer Türk milletinin çelikleşmiş iradesi karşısında diz çökmek zorunda kaldılar. Milletimiz, demokrasi ve bağımsızlığın ülkemiz için hayati değerde olduğunu idrak etti, vatanına ve devletine bağlılığını herkese ilan etti.
Bugün içimize nifak tohumları saçarak milli birliğimizi çökertmeye çalışanların oyunları hız kesmeden devam ediyor. Ne olursa olsun, ne 12 Eylül’ler ne de 15 Temmuz’lar, asırlardır acılardan geçerek, şehadet şerbetleri içerek geldiğimiz noktada “Tam Bağımsız Türkiye” için verdiğimiz bu kutlu mücadeleyi durduramayacak, bizleri yolumuzdan döndüremeyecek. Dış güçlerin, içimizdeki işbirlikçilerinin Türk milletine kefen biçme planlarına karşı milli ruhumuz her daim ayakta kalacaktır.
Bu duygu ve düşünceler içinde gerek öncesindeki terör olaylarında gerekse Darbe sonrasında millet aşkıyla şehadete eren tüm vatandaşlarımızı rahmet ve minnetle, tabutluklarda, çilehanelerde işkencelere maruz kalan büyüklerimi saygıyla anıyor, bu acılara sebep olanları lanetliyorum”